Avrupa'nın Gündemi: Aşı milliyetçiliği değil adil dağıtım!
Zengin ülkeler Kovid-19 aşısı için ilaç firmalarıyla sözleşme yaptılar bile. Aşının nerede/kim için kullanılacağını ekonomi belirliyor. "Aşı milliyetçiliği" ve "aşının adil dağıtımı" tartışma konusu.
Fotoğraf: Pexels
Koronavirüs aşısının kısa süre içinde pandemiyle mücadelede devreye gireceği açıklandıktan sonra zengin ülkeler ilaç firmalarıyla sözleşme yapmaya başladılar. Aşının nerede ve kimler için kullanılacağını ise her alanda olduğu gibi ekonomi belirliyor. Yoksul ülkelerin ve nerede yaşarlarsa yaşasınlar yoksulların aşıya erişimi oldukça zor. Hele de ülkelerinden kaçan, hâlâ yollarda olan mültecilerin veya ülkelerinde savaş olanların aşıya erişmesi imkansız.
Britanya’da olası bir aşının hastalığın ağır geçmesini yüzde 90 oranında engelleme başarısı ve tedavinin yıl sonuna kadar hazır olacağı umudu halkın moralini yükseltti. Uzmanlar ise daha birçok aşamadan geçecek olan aşının piyasaya sürülmesi halinde bile kısa sürede Kovid-19 için bir çözüm olmayacağı ve mevcut önlemleri elden bırakmamak gerektiğini vurguluyor.
Fransa’da virüs tüm hızıyla yayılmaya devam eder ve ikinci dalga günde ortalama 300 ile 400 kişinin ölümüne neden olurken, Macron hükümeti basını ve yurttaşların haber alma hakkını kısıtlayacak bir yasa tasarısı gündeme getirmeyi planlıyor. 17 Kasım’da meclis gündemine gelecek tasarıya göre gösteri ve yürüyüşler esnasında şiddet kullanan polis görüntülerini çekmek ve yayımlamak fiili olarak imkansızlaşacak. Buna karşı çıkan 30 civarında gazete, dergi ve televizyon kanalı gazeteci ve redaktörler ortak bir açıklama yaparak kaygılarını kamuoyuyla paylaştılar.
AŞININ ADİL DAĞITIMI EFSANESİ
Elisabeth MASSUTE
Neues Deutschland
Üst düzey politikacılar, Kovid-19 salgını sırasında defalarca küresel dayanışma ve gelecekteki aşıların adil dağıtımı için ateşli taahhütlerde bulundular. Almanya Sağlık Bakanı Jens Spahn mayıs ayında şunları söyledi: “Aşılar ve ilaçlar tüm insanlığın kullanımına sunulmalıdır. kovide karşı gelecekteki aşılar küresel kamu malı olarak görülmeli.”
Ancak birkaç hafta önce bambaşka şeyler söyledi: “Eğer ihtiyacımızdan fazla aşıya sahipsek, sözleşmeyle aldığımız aşıların bir kısmını dünyanın diğer ülkelerine memnuniyetle veririm.” Gerçek nasıl? Önümüzdeki yıl küresel olarak üretilebilecek olası aşıların yarısından fazlası şimdiden sözleşmelerle bağlanmış durumda. Bu aynı zamanda klinik çalışmalarının olumlu sonuçlarını açıklayan Biontech’in kotası için de geçerli. “Avrupa Ekibi”nin bir parçası olarak Almanya dahil zengin ülkeler, yalnızca kendi halkları için aşı dozları aldı. Bu tam anlamıyla dayanışmadan uzak bir durum. Aşıların, testlerin ve ilaçların geliştirilmesi, üretimi ve dağıtımını ilerletmek için baharda ACT-A adlı bir program başlatıldı. Milyarlarca kamu parası kullanıma açıldı. Aşıların, tüm ülkeler için bir araya getirilmiş olan merkezi COVAX Tesisi aracılığıyla satın alınıp dağıtılması kararlaştırıldı. Bu, aşı milliyetçiliğini engellemesi gereken yeni bir yaklaşımdı. Gerçek şu ki, avans sözleşmeleri dünya çapında aşı kontenjanını düşürüyor. Ancak COVAX gibi bir dağıtım mekanizmasının dağıtacak hiçbir şeyi yoksa, hiçbir faydası olmayacaktır. Birçok yoksul ülke umutlarını bu ortak tavra bağladı. Halkları için önceden aşı ayıracak ekonomik güçleri yok. Bu insanlar bir aşı piyasaya çıktığında arka sıralarda beklemek zorunda kalacaklar. Özellikle, ülkelerinden kaçan veya ülkelerinde insani kriz yaşayan insanlar sıra onlara gelmediği için araya gidecekler. Dünyanın her yerindeki sağlık çalışanlarının da gelecekteki aşı ile öncelikli olarak korunmaları sağlanmak zorunda. Doktorlar ve hemşireler, salgını kontrol altına almak için çok önemli. Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü ekipleri şu anda görev yaptıkları ülkelerde her yerde tüberküloz veya sıtma gibi hastalıkların ara vermeden devam ettiğini görüyorlar. Korona salgını zamanında sıtma ile mücadele ağları dağıtılamaz, daha az tüberküloz testi ve tedavisi yapılır. Dünya çapında milyonlarca insan pandemiden etkileniyor. Sağlık sistemleri her yerde sınırlarına ulaşıyor. Sadece bu nedenle, rahatlama getirebilecek bir aşı adil dağıtılmalıdır. Küresel bir pandemi ancak herkes için sona erdiğinde biter. Kovid-19 aşıları, en büyük bütçeye değil en acil tıbbi ihtiyaca göre dağıtılmalıdır.
Almanya aşı milliyetçiliğinden vazgeçmeli. Federal hükümet gerçek bir küresel dayanışma için çalışmalıdır. Bunun anlamı: Almanya, dünyanın her yerindeki sağlık çalışanlarına gelecekteki aşı ile öncelikli koruma verilmesini sağlamalı ve en azından daha önce insani bir mekanizma için ayırdığı aşı dozlarının bir kısmıyla kriz durumundaki kişilerin de aşılanabilmesini sağlamalıdır. Ek olarak, federal hükümet, örneğin aşılar gibi yeni teknolojilerin paylaşılmasını sağlamak için çalışmalıdır. Üretimi genişletmenin tek yolu budur, böylece dünya çapında birçok insan hızla korunabilir. Ve nihayetinde, hükümet daha fazla şeffaflık için çalışmalıdır. Vergi mükelleflerinin parasından milyarlarca dolar, Kovid-19 için aşıların, ilaçların ve test tesislerinin araştırma ve geliştirilmesine yatırılıyor. Bu, gerekli ve önemlidir. Bununla birlikte, fon alan şirketler, nihai olarak hangi fiyatların uygulanacağının anlaşılabilmesi için üretim maliyetlerini de açıklamalıdır. Söz konusu olan şirketlerin kârları değil, insanların sağlığıdır.
(Çeviren: Semra Çelik)
KOVİD AŞISI GELİŞMELERİ: HERKES ÜSTÜNE DÜŞENİ YAPMALI
The Guardian
Başyazı
Erken sonuçları hastaların yüzde 90’ını korumakta başarılı olduğunu gösteren bir Pfızer/BioNtech kovid aşısının kullanıma girmesine çok yakın olmamız bilim insanlarının bu sene gösterdiği muazzam çabanın bir göstergesi. Bu aşının ve onu yakından takip eden diğerlerinin üretim hızı gerçekten olağanüstü. Detaylı veriler daha açıklanmadı; hastaların bağışıklık süresi, aşının enfeksiyon kapmaya engel olup olmadığı ve yaşlı nüfus arasında ne kadar etkili olacağına dair bilinmeyen birçok detay var. Üretim başlamış olmasına rağmen daha kullanılacağından bile emin değiliz. Her şeye rağmen bu önemli bir dönüm noktası.
Şimdi sıra bizde. Eğer bu aşı senenin sonundan itibaren hazır olacaksa -ki öyle görünüyor ve diğerleri de yakın takipte- dağıtımı da bulunuşu kadar önemli olacak. Bir bilim insanının söylediği gibi “Aşılar hayat kurtarmaz. Aşılama hayat kurtarır.”
Pfizer ve BioNTech bu sene 50 milyon doz üretmeyi planlıyor ve her hastanın iki doza ihtiyacı olacak; erken siparişte bulunan ABD, AB ve Birleşik Krallık ihtiyaçları olan dozların çok az bir bölümünü elde edecek. Üretim artırılacak olsa da talep yüksek olmaya devam edecek. Birleşik Krallık’ın planına göre öncelikli korunacak olanlar toplumun en yaşlıları ve onlara virüsü ulaştırma olasılığı yüksek olan bakıcıları olacak. Profesör John Bell gazetecilere yaptığı açıklamada toplum içinde en savunmasızların yüzde 70-80’inin Paskalya Bayramı’na kadar aşıya ulaşabileceğini söyledi ama “Dağıtımı yüzlerine bulaştırmazlarsa”. Geniş çaplı aşılama zor olacak; NHS haftada yedi gün aşılama planları yapıyor.
Ülkeler arası paylaşım da ülkeler içi dağıtım kadar önemli olacak. COVAX sistemi dozların uluslararası alanda eşit olarak dağıtılmasını sağlamak amacıyla kurulmuştu fakat hâlâ yeterince fona sahip değil ve birçok uzman yıllar boyunca gelişmekte olan ülke nüfuslarının çok azının korunacağından endişeleniyor. Bu aşının teknik yönden gereksinimleri (-80 derecede stoklanması gerekiyor) bazı bölgelerde daha büyük sorunlara yol açabilir.
İkinci bir sorun da inanılmaz ama aşıyı reddetme oranları. Birçok bölgede yayılan aşı karşıtlığına karşı etkin bir çalışma yürütülmesi gerekli. Diğerleri de, bu aşının hızla ve yeni üretilmiş olması nedeniyle haklı olarak endişe duyabilir. Açık, kapsamlı ve anlaşılır bir bilgilendirme en iyi cevap olacaktır; yararları öne çıkarılmalı, yanlış bilgilendirme giderilmeli ve aşının güvenliğine dahil güvence verilmeli. Aşı vurulan 40 bin kişi şu ana kadar hiçbir ciddi yan etki göstermedi. İnsanların endişelerinin ciddiye alınmaması sadece güvensizliği artıracaktır.
En büyük tehlike ise en acil olanı: Sihirli bu çözüm karşısında insanların ekonomi ve sağlıklarını derinden etkileyen sıkı koronavirüs önlemlerini dinlemek zorunda olmadıklarını düşünmeleri. Yaşlıların yakında korunacağını düşünüp o zamana kadar ortalıkta gezmemeleri gerektiğine karar verebilirler.
Bu birçok gereksiz ölüme ve gençlerin hayatlarına da büyük zarar verebilecek ölümcül bir hata olur. Aşı müjdesi çabalarımızı daha da sıkı bir şekilde devam ettirmemiz için bir sebep olmalı. Bu hükümetin test ve takip sistemini düzeltmesi; diğerleri için de sokağa çıkma kısıtlamaları ve diğer tedbirleri uygulamaları, maske takmaları ve sosyal mesafeyi korumaları anlamına gelmekte. Mevcut durumun sonsuza kadar sürmeyeceğini ve şimdi tutarlı davranmanın kendimiz ve diğerlerini korumamızı sağlayacağını gözden kaçırmamak çok önemli.
Bilimsel bir ilerlemenin gerektirdiği tecrübeden ya da bunu uygulayacak tıbbi becerilerden yoksun olabiliriz. Fakat sonunda bir çıkış yolu olduğu bilinciyle, hepimiz kendi rolümüzü uygulayacak yeti ve bilince sahibiz.
(Çeviren: Haldun Sonkaynar)
GLOBAL GÜVENLİK YASASININ 24. MADDESİ
HABER ALMA HAKKINI TEHDİT EDİYOR
Gazeteci ve redaktörler topluluğu
Liberation
“Bizleri koruyanları korumak”?
17 Kasım’da Ulusal Mecliste gündeme gelecek “Global bir güvenlik için” adlı yasa tasarısının 24. maddesinin savunucuları amaçlarını işte böyle öne sürüyorlar. Fakat söylenenlerden de öte, güvenlik güçlerinin görüntülerinin yayımlanmasını sınırlandıracak bu önlem ancak, gazetecilerin olduğu kadar daha genel anlamda tüm yurttaşların bilgilendirme hakkını tehdit edecektir. Hükümetin ilham kaynağı olduğu bu madde yeni bir suç yaratacak: Müdahale esnasında bir polis ya da jandarmanın yüzü ya da kimliği “Tespit etmeyi sağlayabilecek” sicil kayıt numarası -şu ünlü “RIO” numarası- hariç görüntüleri; polislerin fiziksel ve ruhsal sağlığını zedelemeyi amaçlayarak kullanan, yayan kişilere 1 yıl hapis ve 45 bin avro para cezası kesilecek.
Tasarının raportörleri böylesi bir önlemin ancak güvenlik güçlerine karşı şiddeti tahrik etmeyi hedefleyerek onlara açıktan zarar verme amacıyla yayımlanan görüntüler için kullanılacağını ve kesinlikle “Gazetecilerin çalışmasını engellemeyeceğini” ya da “Gazeteci ve yurttaşların haber alma hakkını” sınırlandırmayacağını belirtiyor. Fakat zaten mevcut yasalar tehdidi, özel hayatın gizliliğinin ihlalini ve sosyal medya aracılığıyla tahrik etmeyi cezalandırıyor. Hedeflenen ve çok muğlak olarak tarif edilen “Fiziksel ve ruhsal sağlığı zedeleme” aslında başka bir amaca kapıyı aralıyor. Meydanlarda, tamamen yasal olmasına rağmen zaten kamu alanında yaptıkları müdahalelerde kendi resim ve görüntülerinin çekilmesine, bazen şiddete başvurmak da dahil olmak üzere, izin vermeyen polislerin, bunu engellemeleri hiç bu kadar meşru olmamıştı. Böylesi bir metinle basın organları, engelleyici prosedürlerden korkarak, itiş kakışlı müdahale görüntüleri yayımlamaktan vazgeçebilirler. Peki emekçi mahallelerinde yurttaşlar şiddetli gösterileri, sert polis müdahalelerini canlı yayımlarsa ne olacak? Memurlara olası bir zarar verme niyetinden dolayı engellenecekler mi?
Yeniden vurgulamak gerekirse. Basın kartlı ya da kartsız gazeteciler, yurttaşlar, insan hakları derneklerinin üyeleri tarafından çekilen, güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen şiddeti gösteren videolar, bu konunun demokratik tartışmanın gündemine gelmesini sağladı. Bunların açıktan yayımlanması birçok gazeteci ve sivil toplum örgütlerinin anketlerini besledi. Bu görüntüler aynı zamanda, Başsavcı François Molins’in kısa bir süre önce sosyal basında çokça yaygınlaşan ve 2016’da Paris’te bir öğrenci gösterisi esnasında bir liseliye yumruk atan polis görüntüsüne dair meclisin başlattığı araştırma komisyonunda belirttiği gibi, davacı olmasa bile soruşturma başlatmaya yarayabilir. Bizzat içişleri bakanının bu konuda belirsizliği beslemesi ise kaygılarımızı kuşkusuz daha da arttırıyor, hatta tasarıda belirtilen zarar verme niyetini bile tamamen hiçe sayıyor. 2 Kasım’da BFMTV televizyon kanalında bakan şunları belirtiyordu: “Bir söz vermiştim, polis ve jandarma görüntülerinin sosyal medyada yayımlanmayacağı sözünü vermiştim, bu söz tutulacaktır zira yasa bu görüntülerin yayımlanmasını yasaklayacak”.
Aynı sırada “global güvenlik” yasa tasarısının 21. maddesi ise güvenlik güçlerinin kamera ile çekeceği görüntülerin “Kamuoyunu bilgilendirme” amaçlı yayımlanmasını mümkün kılıyor. LREM Partisinin Milletvekili ve Tasarının Raportörü Jean-Michel Fauvergue bu konuda amacını gizleme ihtiyacı bile hissetmiyor: “Görüntü savaşında gücü tekrar ele geçirme”.
Peki, bu yaya kameraların çektiği görüntüler güvenlik güçlerinin versiyonunun tersini kanıtlarsa ne olacak? Bir yandan haber alma hakkı engelleniyor, diğer yandan olayların kamuoyuna aktarılması ancak yetkililerin elinde olacak. Yasaya dair görüşlerini belirten Hak Savunucusu “kamuoyunun bilgilendirilmesi ve polislerin müdahalesine dair görüntülerin yayımlanması meşru ve demokratik işleyiş için bir gerekliliktir” diye belirtiyor. Bizler, gazeteci ve redaktör toplulukları, parlamenterlere bu temel demokratik hukuku unutmama ve bu metinden 24. maddeyi çıkarma çağrısında bulunuyoruz.
İmzalayanlar: AFP, Arte, BFMTV, Challenges, Courrier international, les Echos, Europe 1, le Figaro, France Culture, France Info, Franceinfo.fr, Franceinfo TV, France Inter, France 2, France 3 National, l’Humanité, le JDD, LCP, Libération, Marianne, le Média, Mediapart, Midi libre, le Monde, M6, l’Obs, le Parisien, Paris Match, le Point, Premières Lignes, RTL, Sud Ouest, Télérama, la Tribune televizyon, gazete ve dergilerin gazeteci, redaktör ve/veya personeli.
(Çeviren: Deniz Uztopal)