Prof. Kemal Bozay: Ülkücü hareketin karşıtlığı güçlü bir demokrasi hareketidir
Prof. Kemal Bozay, Avrupa'da Bozkurtlar hareketinin yasaklanması tartışmalarını yorumladı.
Kemal Bozay | Fotoğraf: Evrensel
Yücel ÖZDEMİR
Köln
Düsseldorf Uluslararası Üniversitesi (IUBH) Öğretim Üyesi Prof. Kemal Bozay, Avrupa’da Türk milliyetçisi hareketlerin yasaklanması üzerinde süren tartışmalar konusunda Evrensel'in sorularını yanıtladı.
“Sorun göç toplumunda nasıl oluyor da 3. ve 4. kuşak gençler, milliyetçi ve faşizan eğilimlerle bütünleşiyor sorusudur” diyen Bozay, özellikle Türkiye kökenli olup da, Türkçe konuşmasını bilmeyen gençlerin niye Türk milliyetçisi ve faşizan fikirlerle bütünleşebildiklerine bakılması gerektiğine dikkat çekti. Bozay, AKP-MHP yönetiminin izlediği göçmen politikasının da etkili olduğunu belirterek, “Özellikle ‘yurt dışındaki vatandaşlarımıza veya kardeşlerimize sahip çıkma’ eğilimi, bu toplulukların kendi etnik kimlikleri ve milliyetçi, faşizan-İslami eğilimler etrafında bir araya getirilmesini sağlamaktan başka bir şey değildir” dedi.
Bu tür hareketlere karşı yapılması gerekenin demokrasi hareketini güçlendirmek olduğunu belirten Bozay, “Bu aynı zamanda Avrupa’da ve Almanya’da göç toplumunda genç kuşakların toplumsal katılım hakkını daha fazla sağlamak demektir” yorumu yaptı.
Son günlerde en çok konuşulan konulardan biri Bozkurtlar hareketinin yasaklanması. Yıllar önce siz Bozkurt hareketi üzerine bir kitap yayımlamıştınız. Şimdi Fransa yasakladı. Bu yasağı nasıl değerlendiriyorsunuz? Benzer bir şekilde Almanya’da da adım atılabilir mi?
İki şeyi görmek lazım. Sadece Bozkurt değil, milliyetçi, şovenist, faşizan Türkiyeli örgütlerin buradaki gelişimi 1990’lı yıllara değil, 1960’lı yıllara tekabül ediyor. Göç hareketiyle birlikte değişik Türkiye kökenli milliyetçi faşizan örgütlenmeler oluştu. Bunlar başta Berlin, Münih, Frankfurt ve Köln’de şehirlerde faaliyetlerine başladılar. Bu örgütler hep Türkiye’nin bir koluymuş gibi hareket ettiler. Dolayısıyla ilk etapta marjinal kaldılar.
Son yıllarda ise şöyle bir realite var: ’90’lı yıllardan beri yeni bir organizasyona girdiler. Kendilerine “Diaspora Türkleri” ve ‘Avrupa Türkçülüğü’ kavramlarını yeniden reorganize ediyorlar. Bu kavramların arkasında göçmenlerin bu toplumla bütünleşmesi ya da yerli yabancı emekçilerin aynı potada hareket etmesinden öte, göçmenlerin değişik milliyetçi örgütlenmeler içerisine girmesi gibi bir olgu da yatmaktadır. Bu olgunun arkasında elbette AKP ve ortağı MHP’nin izlediği göçmen politikası var. Özellikle “Yurt dışındaki vatandaşlarımıza veya kardeşlerimize sahip çıkma” eğilimi arkasında, bu toplulukların kendi etnik kimlikleri ve milliyetçi, faşizan-İslami eğilimler etrafında bir araya getirilmesini sağlamaktan başka bir şey değildir.
Türk Federasyonu 1978’de MHP Avrupa Konseyinden oluşan bir yapılanmaydı. Türk Federasyonu bugün Almanya’da yaklaşık 200 dernek ve yapısıyla birlikte büyük bir propaganda aracı oldu. Bu yapılar genç kuşaklara “Siz burada Avrupa Türkçülüğünün bekçisiniz” fikrini ve görevini empoze ediyorlar.
Türk milliyetçi ve faşist yapılanmalara karşı ilk politik müdahale Fransa değil Avusturya tarafından yapıldı. Avusturya geçen yıl Türk milliyetçiliğine ait olan simgeleri yasakladı. Örneğin Bozkurt selamı ve milliyetçi simgelerin Avusturya’da okullarda ve kamu alanlarında taşınmasını yasakladı. Fransa bir adım daha attı. Türk milliyetçi ve faşistlerinin yapılarını ve örgütlenmelerini de yasaklama kararı aldı. Almanya da bu yönde Yeşiller Partisi ve Sol Partinin parlamentoya verdiği bir önergeyi tartışıyor.
Bir potansiyel iç tehlike algısı mı var? Sizce Bozkurtlar, radikal İslamcılarla aynı mı değerlendiriliyor?
Almanya’da milliyetçiliğe ve aşırı sağ eğilimlere karşı refleks daha güçlü. Bu tarihte yaşananlarla ilintili. Bu hassasiyet şimdiye kadar asıl olarak Alman faşistlerini kapsıyordu. Şimdi görüldü ki göç toplumu içerisinde de ırkçı ve faşizan eğilimler söz konusu. Sadece Türkiye boyutuyla değil. Mesela, Rus Almanları, Polonyalılar, Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar içinde de milliyetçi şovenist eğilimler var. Bu eğilimin içinde en güçlü kesimi Türkiyeliler oluşturuyor. Dolayısıyla MHP’ye ve BBP’ye yakın özellikle Bozkurt simgeleriyle burada örgütlenmelere giren yapılanmalar ilk etapta hedef konusu oldu.
Fransa son haftalarda Türkiye’nin Fransa’ya dönük izlediği tamamen provokatif tutum Fransa’da özellikle milliyetçi örgütlerin bu tutum sonrası radikal çıkışlar yapması, Fransız hükümetinin açıktan ‘Bozkurtlar’ adı altında toplanan yapılanmayı yasaklamasını gündeme getirdi. Bu elbette Fransa Türk Federasyonunun yasaklanmasını gündeme getirecek. Almanya’da Yeşiller ve Sol Partinin ortak verdiği önergeye, SPD ve CDU cephesinde olumlu bakılmakta, hatta kısmen gecikmiş bir girişim olarak adlandırılıyor. Bu yapılanmaların Almanya’da yasaklanması da söz konusu olabilir. Süreci beklemek gerekiyor.
Bu neye yol açar? Bu örgütler yasaklandığı taktirde tabanları yok olmaz. Özellikle Avrupa’da doğmuş büyümüş bir kesim destek veriyor. Kimlik ve aidat üzerinde bir destek söz konusu. Bu onları gelecekte nasıl etkiler?
Yasak yeterli bir adım değildir. Sorun göç toplumunda nasıl oluyor da 3. ve 4. kuşak gençler, milliyetçi ve faşizan eğilimlerle bütünleşiyor sorusudur. Özellikle Türkiye kökenli olup da, Türkçe konuşmasını bilmeyen gençler niye Türk milliyetçi ve faşizan fikirlerle bütünleşebiliyor. Göç toplumunda bu fenomen üzerine daha derin tartışmamız gerekiyor. Burada sorumluluğu elbette gençlerde görmemek lazım.
ÇÖZÜM DEMOKRASİ HAREKETİNİ GELİŞTİRMEK OLMALI
Tartışılan Türk milliyetçiliği Almanya’nın da sorunu diyorsunuz?
Evet. Nasıl Alman milliyetçiliği, Almanya’nın sorunuysa burada şekillenen ve genç kuşaklar üzerinde etkili olan ‘etnik kökenli’ bir milliyetçilik de Almanya’nın sorunu. Dolayısıyla demokrasi kültürü ve siyasal eğitim, okullar ve toplumsal kurumlar içerisinde ırkçılığa karşı mücadeleyi sadece Alman ırkçılığına değil, değişik ırkçılık biçimlerine karşı mücadele olarak da algılamamızı dayatıyor. Fransa, Almanya ve Avusturya’nın burada izleyecekleri politik hat sadece yasaklamakla yetinmek değil, demokratik kurumları ve demokratik aygıtları bütün milliyetçilik biçimlerine karşı duyarlı hale getirmek olmalıdır. Ülkücü hareketin karşıtlığı güçlü bir demokrasi hareketidir. Bu aynı zamanda Avrupa’da ve Almanya’da göç toplumunda genç kuşakların toplumsal katılım hakkını daha fazla sağlamak demektir. Bu toplumla bütünleşmesinin yollarını açmaktır. Onlara karşı yapılan ırkçılık biçimlerine karşı çıkıp, bu toplum içerisinde onların katılımını güçlendirmektir.
Milliyetçi Türkiyeli örgütlerin nemalandığı en büyük olgu özellikle ırkçılığa maruz kalmış ve mağdur olmuş Türkiyeli gençlere hitap etmektedir. Suni bir kimlik dayatmasıdır. Bu suni kimlik, Türk milliyetçiliği üzerinde şekillenmiş, onların bu toplumdan kopuşunu da hızlandıran onların etnik kökenlerine geri dönme felsefesini güçlendirmeye çalışıyor. Bu ayrımcı çizgi ile bu toplumla bütünleşme ve birlikte hareket etmenin önünde ciddi bir engel teşkil ettiklerini düşünüyorum. Alman ırkçılığına, milliyetçiliğine ve faşizmine cevap Türk milliyetçiliği, ırkçılığı ve faşizmi olamaz, olmamalıdır. Dolayısıyla ona karsı mücadelede daima ortaktır.
BİRBİRİNİ BESLEYEN İKİ HAREKET BİÇİMİ VAR
Bir de Avrupa’da İslami örgütlenmeler tartışması var. Erdoğan’ın Avrupa’daki İslam’a sahip çıkması, Alman polisinin Berlin’de Mevlana Camii’ne düzenlediği baskına tepki göstermesi, Avrupa’daki Müslümanların koruyucusunun Erdoğan olduğu gibi bir algı oluştu. Bu sahiplenme Avrupa’da yaşayan Müslümanları nasıl etkiliyor?
İslam dediğimizde, asıl olarak İslam’ın siyasal akımlarından söz ediyoruz. Heterojen İslam, değişik politik sosyolojik grupların bir araya getirdiği bir İslam anlayışı üzerine şekilleniyor. Almanya’da son yıllarda rastladığımız İslami akımlar ve örgütler içerisinde selefi gruplar ve selefi İslamizm güç kazandı.
Erdoğan’ın izlediği, “büyük Türkiye” yanı sıra “büyük İslam” vizyonu bu eğilimin güçlenmesinde katkı sağladı. Erdoğan, Avrupa’daki Müslümanların da ‘kurtarıcısı’ ve ‘koruyucusu’ misyonuna soyunuyor. Bu noktada agresif bir politika da izlediğini söylemek mümkün. Erdoğan’ın Avrupa’ya karşı izlediği çıkışların bu kesimlerde de radikalleşme eğilimini güçlendirdiği bir gerçek.
Avrupa ülkelerinin Müslümanlara, göçmen topluluklarına yönelik uygulamaları bu güçlere bir prim sağlamıyor mu?
Burada diyalektik bir bağ da söz konusu. Son yıllarda aşırı sağ hareketlerin güçlenmesi, dolayısıyla İslami ve gerici örgütlenmelerin göçmen boyutunda da güçlenmesini sağladı. Sadece bir kesim gelişmiyor. Birbirlerini besleyen ve etkileyen iki hareket biçimi var.
Avrupa ülkelerinde son yıllarda göçmen düşmanlığının yanı sıra bir Müslüman düşmanlığının da artış gösterdiğini görmek mümkün. Müslüman karşıtlığının arkasında aşırı sağ örgütler ve sağ popülist eğilimler; toplumun ortasına kadar varan bu hareketler ve anlayışlar söz konusu. Aslında İslam karşıtlığının arkasında daima bir göçmen karşıtlığı vardır. Soruna salt ‘Müslüman karşıtlığı’ veya ‘İslamofobi’ penceresinden bakmak 1990’lı yıllarda Samuel P. Huntington’un yaptığı gibi ‘medeniyetler çatışması’ tezine indirgemek anlamına geliyor.
Göç tartışmaları son yıllarda farklı bir ivme kazandı ve farklı nüvelerle gündemi belirledi. Bunun üzerine elitler uzun zaman şunu da tartıştı: Göçmenler değil de, belli başlı gruplar. Bu tartışma içerisinde kültüralist (kültürel) ırkçı bir yaklaşım öne çıktı. Kültüralist ırkçı yaklaşımda şu realiteden yola çıkıyor: Göçmenler değil de Müslümanlar sorun teşkil etmekte. Yani dini uzaklık kültürel uzaklığı da beraberinde getiriyor söylemi etrafında tartışmalar devam etti. Bundan dolayı tartışmalar kültürler ve dini çatışma etrafında yoğunlaşıyor. Bunu Huntington, “medeniyetler savaşı” diye tanımlıyordu. “Medeniyetler savaşı” ideolojisi, politik elitlerin “Toplum niye bir araya gelemiyor” mantığının bir argümentasyon zeminini de hazırladı. “Dini bütünlük olmadığı için bir kültürel uzaklaşma söz konusu” tezinden yola çıkarak tartışmalar sürdürüldü. Dolayısıyla ırkçı-faşizan tartışmaların boyutunda göçmen karşıtlığının yanında yeni bir kavram şekillendi: Müslüman karşıtlığı. Şu an Müslüman karşıtlığı büyük oranda göçmen karşıtlığını dengeleyen bir kavram oldu. Ama sorunun arkasında dediğim gibi ilk etapta göçmen karşıtlığı yatıyor.