Korona’ya rağmen ‘biz’i güçlendirmek!
Korona zamanı denebilecek türden “felaketler” zamanında bileşik-ortak-kolektif birikim-olanak ve ilişkilerin darbe yememesi için “Biz”in önemi daha da artar.
Fotoğraf: Beyza Nur Güler/DHA
A. Cihan SOYLU
Burada “Biz”, bir çoğulluk ifadesidir. Türkçe dilbilgisi ve TDK’nin kuralları çerçevesindeki ‘ben-sen-o’nun ‘biz-siz-onlar’ çoğul hallerindeki ‘Biz’i hem karşılar hem de ondan daha çok, daha farklı bir “Biz”i ifade eder. Buradaki anlamıyla biz, işçi ve emekçilerin bizdenliğinin yanı sıra örgütlü ‘Biz’in karşılığıdır, öyle alınmalıdır.
Biz, korona salgının en çok “vurduğu”; en çok etkilediği toplumsal kesimi oluşturuyoruz. Hem nüfusun en kalabalık kesimini oluşturan işçi ve emekçiler hem de örgütlü devrimci güçler olarak. Fabrika ve atölyelerde, sağlık kuruluşları-hastaneler ve okullarda çalışmayı sürdürmek zorunda bırakıldığımız/kaldığımız için salgının dolaysızca hedefleri arasında ilk sırada olduk. Salgın bu ve benzeri nedenlerle en çok “Biz”i vurdu. Onunla cepheden göğüs göğüse savaşan sağlık emekçileri en çok kayıp veren kesim arasındaydılar ve bizdendiler. Çok sayıdaki işyeri ve fabrikada testi pozitif çıkan-yani hastalığa yakalanmış durumda bulunan arkadaşlarımız çalışmaya zorunlu tutularak hem hastalığın yayılmasında fail hem de ölümle sınava giren birincil sıra adayları oldular. “Alın yazısı” değil kapitalizmin yasasıydı işleyen. Biz’den birileri-birçokları ölse bile yerine gelecekler sıradaydı. Sermaye çoğalabilsin diye işçiler çalışmalıydı; başka türlü çark dönmez, kapitalistler kâr etmez, sistem sarpa sarardı. Kim öldü, kim hasta, kim sakat kaldı, kaydı yoktu nasılsa, hastalığa yakalananlar ortalama 50 bin iken 3 bin gösteren bir yönetim için ölenlerin ve sakat kalanların sınıfsal kimliğinin açıklık kazanması sistemin kıyamet alameti olacağından, saklı-gizli kalması en iyisiydi! Kapanan işletmelerde çalışanlarımız kapı dışarı çıktığında, o güne dek olan imkânlardan da yoksun kaldı. Geçici-ücretsiz izinli sayılanlarımız günlük 39 TL. gibi toplamında açlık sınırının iki misli altındaki bir ödemeyle yaşam savaşına mahkûm bırakıldık. Bu bir vurgundu; gerekçe Kovid-19, sorumlusu kapitalistler ve politik temsilcileriydi.
Korona salgını, zorunlu olanlarıyla birlikte sermayenin çıkarlarınca belirlenen önlemler nedeniyle de en çok bizi etkiledi; darbeledi, vurdu: bırakalım gösteri-protesto-mitingler yoluyla haklarımızı savunmayı yan yana gelişi; “sosyal ilişki”yi tarumar etti. Zorunlu önlemlere uymak durumundaydık, uymaya çalıştık, uyduk. Ancak yaşam ve çalışmanın birbiriyle bağlandığı koşullarda tekelci sermaye yönetimlerinin çıkarlarınca belirlenen dayatmalara karşı koyma olanaklarımız da apaçık darbe yemekteydi. Biz işçi ve emekçiler, devrimci-demokrat ve sosyalist kesimler maddi koşullarımız ve olanaklarımız nedeniyle öldürücü yaygınlık gücü ve hızıyla bu salgının en çok etkileyeceği toplumsal kesimleri oluşturuyorduk. Bu nesnel olgusal bir durumdu. Hastalık sınıfsal karakterli değildi ama etkileri sınıfsaldı; sınıf ayrımını netlikle ortaya koyan sonuçlar doğurdu, doğurması kaçınılmazdı. Büyük sermaye sahipleri başta olmak üzere kapitalistlerle onların devlet yöneticilerinin sahip oldukları güç ve olanaklar; vücutlarının savunma gücü, korunma ve tedavi olanaklarıyla asgari ücretli, birkaç bin lira maaş alan, işsiz, yoksul insanların her yön ve bakımdan eşitsizliği apaçık iken, herhangi salgın hastalığın sınıfsallık kazanmaması mümkünsüzdür.
Korona örgütlülüğümüze, örgütlü mücadelemize darbe vurdu; ilişkilerimizi ve olanaklarımızı sınırladı, “Biz”den “Ben”e doğru bir yalnızlaştırıcı ve bireycileştirici etkide bulundu. “Ben” diyenlerin sayısı bir de “sosyal ilişkisizlik” ve yüz yüze görüşememezlik nedenli olarak çoğaldı. Nesnel yanı vardı ama genelleştirilmemek kaydıyla öznel seçişlerle de ilişkiliydi bu durum. Sorun birey olarak ben olmak değildi; insanlar bireyler olarak vardırlar ve olacaklardır. Toplumların yetenekli, birikimli, yaratıcı, inisiyatifli bireylerden çoğalması ileriye yol almada rol oynar. Ne ki toplumlar birey “ben”lerin birbirlerine eklenmiş toplamından oluşmazlar. Toplumsal ilişkileriyle varlık kazanır bireyler. Bu durum, sınıfsal karakterli örgütlenmeler söz konusu olduğunda daha farklı boyutlarda hem nesnellik kazanır hem de öznel ilişkilerin bilinçle kurulması dolayısıyla özel bir güce ulaşır. Kolektifin gücüdür bu. En belirgin biçimiyle işçi ve emekçilerin mesleki sendikal ve siyasal birliklerinde, sosyalist ve devrimci örgütlenmelerde vücut bulur. Birey olarak “ben”ler bu örgütlenmeler içinde de kişisel birikim, yetenek, enerji, ufuk ve kapasiteleriyle yer alırlar. Üstelik, kolektif birikim onlara, tekil olmaları durumundan çok daha zengin bir perspektif sunar. Korona zamanı denebilecek türden “felaketler” zamanında bu bileşik-ortak-kolektif birikim-olanak ve ilişkilerin darbe yememesi için “Biz”in önemi daha da artar. Böylesi zamanlar çünkü zor zamanlardır; dayanışmanın, örgütlü güç olarak zorlukların üstesinden gelme tutumunun, yoldaşça paylaşımın daha çok gerekli olduğu zamanlar! Kapitalist sömürü ilişkilerinden kaynaklanan sorunların korona etkisiyle işçi ve emekçileri daha ağır biçimde etkilediği; işsizliğin, yoksullaşmanın, açlığın arttığı bu gibi zamanlarda; bunlara karşın ve karşı mücadelenin, eldeki olanak ve araçları en yararlı biçimde kullanma becerisi göstererek direnmenin gerekliliği daha da artar.
Böylesi zamanlar da kuşkusuz günü gelir sona ererler. İnsan soyu tarihsel süreçte nice tehlikeli durumlardan, yıkımlardan, savaşlardan-ki kimilerinde 20-kimilerinde 50 milyon kişi ölmüş, onlarca milyon kişi sakat kalmıştır-geçerek bugüne geldiği gibi, bundan sonra da zorlukların üstesinden gele gele; düşe-kalka ileri doğru yürüyüşü sürdürecektir. Bu yaşamın sömürüsüz-sınıfsız bir dünyada gerçekleşmesini uğruna can bedeli savaşacak denli isteyen ve bunun mücadelesini veren “bizler”in kendi sınıfımızın örgütlü-bilinçli mücadele tarihinden edindiğimiz bir kazanımı da “Ben”i “Biz”de temsil ve ifade olunur hale getirebilecek bir gelecek tasavvuruna uygun bir yaşamı, olabildiğince bugünden var etmeye çalışmaktır. Bunu ne denli başarabilirsek, bugünkü gibi zor koşullardan güç alan dağıtıcı-bozuşturucu anlayış ve davranışlardan o denli az etkilenmiş oluruz.
Bu kuşkusuz salt bir istem sorunu değildir. Hayattan, toplumsal sınıfların mücadele tarihinden, bir unsuru olduğumuz örgütlü mücadele deneyimlerinden öğrendiklerimizle; insan soyunun tarih boyunca biriktirdiği kültürel zenginlikten neleri alıp neleri reddetmemiz gerektiği bilinciyle ve içinde bulunduğumuz durumda, akıp gitmekte olan yaşam biçimine verdiğimiz anlamla doğrudan bağlıdır. “Ben”lerin “Biz”de daha sıkı kenetlenmesiyle zorluklar daha kolay aşılacaktır. Bilinen tarihin göstererek tanıtladığı en önemli derslerden biri de budur.