Mafya ve politika…
Alaattin Çakıcı şimdi neden Kılıçdaroğlu’na yönelttiği tehditlerle gündemdedir? Çakıcı’nın ya da asıl olarak arkasındaki Bahçeli’nin esas hedefi Kılıçdaroğlu mudur?
Alaattin Çakıcı fotoğrafı kendi Twitter paylaşımından alınmıştır & Kemal Kılıçdaroğlu | Fotoğraf: DHA
Mustafa YALÇINER
Kemal Kılıçdaroğlu MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi “Saray’ın bekçisi” sözleriyle eleştirdiğinde yanıtı, Alaattin Çakıcı’dan aldı.
Eleştirilere yanıt, Bahçeli’den değil, bir siyasi parti formunda örgütlenmiş MHP’nin bir başka yöneticisinden de değil, ama Bahçeli’nin “dava arkadaşı” Çakıcı’dandı.
Kim bu Çakıcı?
Şimdilerde “organize suç örgütü” olarak nitelenen mafyanın bir şefi. Epeydir ortalıklarda yoktu. Mahkum olmuş, cezaevinde yatıyordu.
Bahçeli “dava arkadaşım” demektedir hakkında. Hem de AKP’yi sıkıştırıp Çakıcı’yı dışarı çıkaracak bir af yasasına ikna sürecinde değil. Kılıçdaroğlu’na tehdit dolu bir açıklama yapmasının hemen ardından, hukuk mukuk takmadan onu sahiplenirken. Çakıcı’nın nasıl bir “arkadaş” olduğu ortada ve herkes bu “arkadaşı” tanıyor. Bu koltuklama, olsa olsa Bahçeli’nin “dava”sının ne tür bir dava olduğu hakkında bir fikir verir, yoksa Çakıcı’ya bir paye değil.
Çakıcı, evet, 12 Eylül öncesinde İstanbul Sanayi Mahallesi taraflarından bir MHP militanıydı. Ancak ne MHP sıradan ve ortalama bir partidir, ne de bu partinin militanı Çakıcı sıradan bir politik militandır. Bahçeli’nin Çakıcı’yı sahiplenmesinden bellidir; MHP hem o günlerde hem günümüzde elinde kan olan bir örgüttür.
“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” diye bir laf vardır. Çakıcı’ya bakın, lideri onun hâlâ sırtını sıvazlayan bu parti hakkında fikriniz olacak; işçiler ya da grevleri hakkındaki tutumunu, savaş mı barış mı dediğini, halkın talepleri karşısında ne düşünüp yaptığını araştırmaya bile gerek kalmayacaktır.
Çakıcı “organize suç örgütü”nden mahkum olmuştur, çok sayıda silahlı saldırının faili ya da azmettiricisidir. Bunlardan biri ise özeldir ve ondan ayrıca mahkum olmuştur.
Çakıcı, kabadayı Dündar Kılıç’ın kızı Uğur Kılıç’la evlenip anlaşmazlığa düşerek ayrılmıştır. Dündar Kılıç’ın kendisi gibi kabadayı olan kızı, ayrılmasının ardından, Çakıcı tarafından son bir kez görüşmek için çağrıldığı Uludağ’da, hem de küçük oğlunun gözü önünde adamları tarafından vurulup öldürülmüştür. Aralarındaki anlaşmazlığın konusu, Semra Özal’ın getirdiği Selim Edes ve Engin Civan’dan bir tahsilat işidir.
*
Mafya ilk kez siyasete karışmıyor. Türkiye ve dünya mafya-siyaset ilişkilerine aşinadır. Mafya, ilk oluştuğunda Mussolini faşizmi tarafından dışlanıp tutuklamalar başlayınca çoğu üyesi ABD’ye kaçmış, daha sonra Mussolini tutumunu değiştirmiştir. Amerika’da 1930’larda hükümet-sermaye-mafya ilişkilerinin sermayenin çok işine yaradığı sendikal alanda mafya yöntemleri hemen tamamen egemen olmuş, çok sayıda işçi önderi ve sendikacı mafya tarafından öldürülmüştür. Al Pacino’nun da oynadığı filmi izlemişsinizdir. Robert De Niro, Kamyon Şoförleri Sendikası Başkanı J. Hoffa’yı oynamıştı. Tam mafyaydı bu “sendikacı”.
1996 kasımındaki Susurluk kazasını yaşı uygun olanlar ibretle hatırlayacaktır. Mercedes’ten tam bir siyaset-emniyet-mafya üçgeni fışkırmıştır. Sonradan İçişleri Bakanı olan zamanın Emniyet Genel Müdürü M. Ağar işin göbeğindedir. Arabadan faşist mafyacı Abdullah Çatlı, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ölü, iktidar milletvekili Sedat Bucak yaralı olarak çıkmıştır.
*
Peki, Çakıcı şimdi neden Kılıçdaroğlu’na yönelttiği tehditlerle gündemdedir? Çakıcı’nın ya da asıl olarak arkasındaki Bahçeli’nin esas hedefi Kılıçdaroğlu mudur?
Değildir. Hayret etmeye gerek yoktur, ama Bahçeli’nin Çakıcı aracılığıyla gönderdiği mesajın asıl hedefi, ortağı Erdoğan ve AKP’sidir.
Neden mi?
Erdoğan bir süredir bir manevra hazırlığında ve bu yönelim şüphesiz en başta ortağı Bahçeli tarafından saptandı.
Erdoğan neden durup dururken “hukuk reformu”ndan söz etti? Neden Erdoğan’ın TOBB Ekonomi Şûrasında “Yerli ve yabancı yatırımcılara desteğini” yineleyip “acı reçete”yi gündem ederek, “Düşük faizi savunuyorum, ama…” içerikli konuşmasının ardından daha geçtiğimiz perşembe Merkez Bankası faizleri 5 puana yakın yükseltti? Erdoğan’a rağmen mi, yoksa batılı emperyalistlere rüştünü ispatlamak ve “biz bağımsızız” ve “hukuk üstün” mesajı vermek için mi?
Erdoğan, Hazine tamtakırken çıkagelen Biden ve izleyeceği politikalara karşı hazırlık yapıyor. Tabii ki Erdoğan’dan ciddi bir reform beklemek aymazlıktır, ama Trump’tan farklı vurguları şimdiden bilinen Biden’la ilişkisini rahatlatacak görünüşte bir hukukseverlik yapmayacağı manevralardan değildir. Erdoğan, hakkında hiç ciddi niyetler beslemediği bilinen “barış süreci”ni yürütmüş kişidir ve kendisini ve tabii ki tekelci dayanaklarını dışarıda ve içeride rahatlatacak her tür manevrayı gündemine alacaktır. Hele uçan kuşa muhtaç olduğu şu dar günlerde manevrasız yönetmeyi sürdürmenin sadece “Allah’a mahsus olduğunu” en başta o bilir.
Daha damat görevdeyken attığı Londra turundan 5 kuruşluk kredi çıkaramamıştı. Ülkenin ekonomik ve mali durumu kötüleştikçe borç bulmak deveye hendek atlatmaktan zorlaşmıştır. Zora düşüldüğü bilgisine sahip olanların başında gelen emperyalistler, Erdoğan ve Türkiye’sinin kendilerine mahkum olduğunu ve örneğin Rusya ile ilişkilerini kendilerine karşı sadece bir koz olarak kullanabileceğini yoksa “eksen” falan değiştiremeyeceğini bildiklerinden, sertleştikçe sertleşmekte ve bunu öncelikle Erdoğan görmektedir.
Üstelik Erdoğan sorunun sadece yeni seçilen Biden olmadığını, ama Avrupalıların da ondan farklı davranmayacaklarını görmektedir. Alın size Alman ve Fransız dışişleri bakanlarının Le Monde, Washington Post ve Die Welt gazetelerinde yayınlanan Biden’e yönelik ortak kaleme aldıkları makale.
Biden’ı “Transatlantik birliği” güçlendirmeye çağıran Le Drian ve Heiko Maas, açıkça “Türk devletinin büyük sorun olduğunu” vurgulayarak şöyle dediler: “İçinde yaşadığımız dünya son dört yılda çok değişti, ne yazık ki bu değişim menfi yönde oldu. Ancak Biden ile daha büyük bir transatlantik birlik mümkün olacak; hem otokratlara hem de kendi gücünü uluslararası ve bölgesel düzenleri hiçe sayarak güçlendirmeye çalışan ülkelere karşı...
*
Ve Bahçeli şimdilik umduğunu bulamamış, AKP’yi sonu belirsiz manevralardan uzak durmaya yöneltme girişimi akim kalmıştır. Yanıt, AKP Grup Başkan Vekili B. Turan’dan gelmiştir: “Hakaret, tehdit, kötü söz kimden gelirse, kime karşı yapılırsa yanlıştır” diyen Turan, devam etmiştir: “Hukuk çerçevesinde gereği yapılmalıdır. Hukuk AK Parti’nin değişmez ilkesidir.”
Bülent Arınç da “hukuk reformu” konusunu açmıştır: “Kavala’nın tutuklu kalmasına hayret ediyorum. Demirtaş’ın da tahliyesi olabilir.” Sanki şimdiye kadar hakimler talimatla karar vermemiş gibi eklemiştir: “Biz adil yargılama istiyoruz. Ancak hakimler yanlış yapıyor.”
Erdoğan’ın böyle sürmeyeceğini gördüğü için kaçınamadığı manevrası tutar mı, göreceğiz. Ancak Cumhur İttifakı “gemisinin” perşembeden başlayarak su almakta olduğunu söyleyebiliriz. İki taraf da birliklerini kolay kolay bozmak istemeyeceklerdir, ama izlenecek taktiği eylemli olarak tartışmaya da başlamışlardır. Peşi sıra Erdoğan’dan yeni yönelim açıklamaları gelir mi, gelirse ne olur, onları da göreceğiz. Ancak en başından belli olan bir şeyi görmeye hiç gerek yoktur: Şimdiden taraf değiştirme arzusuyla ağzı sulananlar olabilir, ancak kesindir, Erdoğan ve hükümetinin halk karşıtı karakterinde hiç değişiklik yoktur ve olmayacaktır!