22 Kasım 2020 23:35
/
Güncelleme: 23 Kasım 2020 01:17

ABD seçimleri ve Türkiye-Suudi Arabistan yumuşaması

Geçen haftanın önemli gelişmelerinden biri Abu Dabi’de BAE, Bahreyn ve Ürdün’ün katılımıyla gerçekleşen üçlü zirve oldu. Bir diğeri ise Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşma sinyaliydi.

ABD seçimleri ve Türkiye-Suudi Arabistan yumuşaması

Fotoğraf: Pixabay

Ali KARATAŞ
Kays ABBAS

Ortadoğu her ne kadar değişmeyen bazı sabitleri olan bir coğrafya olsa da, değişen dengelere bağlı olarak ilişkilerin ve ittifakların sürekli güncellendiği de bir bölge. Bu çerçevede geçen hafta yeni gelişmelere tanık oldu. Bunlardan biri Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Başkenti Abu Dabi’de BAE, Bahreyn ve Ürdün’ün katılımıyla gerçekleşen üçlü zirve oldu. Bir diğeri ise Türkiye ve Suudi Arabistan arasındaki yakınlaşma sinyali.

Suudi Kralı Abdülaziz bin Selman, Riyad’da gerçekleşen G20 zirvesi gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla aradı. Halbuki Suudi Arabistan’da Türkiye mallarına karşı bir boykot kampanyası başlatılmış ve geçtiğimiz haftalarda bu kampanya genişleterek devam etmişti. Suudi Arabistan’a yakınlığıyla bilinen al Arab gazetesi, Kral Selman’ın bu adımını yeni seçilen Joe Biden liderliğindeki ABD yönetiminin bölgede en büyük hasım olarak gördüğü İran’a yönelik ambargoyu kaldırma ve Obama döneminde olduğu gibi yumuşama ihtimali nedeniyle attığı değerlendirmelerine yer verdi. Ayrıca Türkiye yönetiminin ekonomik durgunluktan çıkmak için acil bir Suudi dönüşüne ihtiyacı olduğu yorumu yapıldı.

Öte yandan bu durumun Türkiye’de Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Riyad’ın İstanbul Başkonsolosluğunda katledilmesine dair davayı nasıl etkileyeceği de merak konusu.

İSRAİL ZİRVESİ: YENİ EKSEN TARTIŞMASI

Abu Dabi’de BAE, Bahreyn ve Ürdün’ün katılımıyla gerçekleşen üçlü zirvenin ise özellikle BAE ve Bahreyn’in İsrail’le normalleşme anlaşması imzalaması sonrasında gerçekleşmesi ve bugünkü statükonun oluşmasında önemli bir yere sahip olan İsrail’in sınır komşusu Ürdün’ün varlığı nedeniyle dikkat çekti.

Rai al Youm gazetesi zirvenin sadece beklenmedik bir şekilde geldiği için değil aynı zamanda bölgede yeni bir eksenin ortaya çıkmasında adım olabileceği için sorular içerdiğini yazdı. Zirveyle ilgili Ürdün kraliyet kaynakları tarafından yapılan “Başta Filistin meselesi olmak üzere en son bölgesel ve uluslararası gelişmelerin tartışıldığı” açıklamasının, toplantıya Mısır ve Suudi Arabistan’ın katılmamış olması nedeniyle yeterince açık olmadığı yorumunu yaptı.  Zirvenin yeni seçilen ABD Başkanı Joe Biden yönetimine karşı üç ülkenin “ortak bir plan” geliştirme acıyla yapılmış olabileceği ifade edildi.

Katar’a yakınlığıyla bilinen al Araby al Cedid gazetesi zirveyi manşet haberiyle duyurdu. Haberde Haşimi Krallığı’nın yetkililerinin açıklamasına göre toplantıda, başta Filistin meselesi olmak üzere uluslararası ve bölgesel gelişmeler ile birlikte 4 Haziran 1967 sınırlarına baz alınarak bağımsız, egemen ve yaşayabilir bir Filistin devletinin kurulmasını garanti eden iki devletli çözüme dayalı adil ve kapsamlı bir barışa ulaşma ihtiyacının tartışıldığı ifade edildi. Zirvenin amacı kamuoyuna bu şekilde yansıtılırken ama aynı gazetenin bir başka haberinde, İsrail medyasına dayanılarak BAE yetkililerinin büyükelçiliği ve diplomatik misyonuna lüks mülkler bulmak için İsrail’deki emlak komisyoncularıyla iletişim kurduğunu yazdı.

Al Kuds al Arabi gazetesi İsrail’le atılan normalleşme adımlarının hem ülkenin yaşadığı ekonomik kriz, hem de işgal altındaki Filistin’le olan özel bağları nedeniyle Ürdün’ü yakından etkilediğine vurgu yaptı. Ürdün’ün siyasi çıkarları, demografik yapısı ve Körfez ülkeleriyle ilişkileri arasında kritik dengeler mevcut olduğuna dikkat çekti.

Geçtiğimiz hafta Suriye’nin ve Ortadoğu siyasetinin en önemli figürlerinden Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim vefat etti. Arapça yayın yapan Rus internet sitesi Rusya el Youm, Muallim için “Çetin geçen yılların dışişleri bakanı” dedi.  Haber sitesi, Muallim’in bakan olarak sessizliği ve diplomatik dili ile ön plana çıktığını ifade etti. Alwafd.news sitesi ise yayımladığı haberde Muallim’i özellikle 2011’de başlayan Suriye savaşı ışığında Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad iktidarının en önemli yüzlerinden biri” olarak nitelendirdi.


KRAL SELMAN, ERDOĞAN İLE UZLAŞMAK İÇİN KAPIYI AÇIYOR

Al Arab

Suudi Kralı Abdülaziz bin Selman’ın Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesi, iki ülke arasındaki gerginliğin medyada daha fazla tırmanmasını önleyen ateşkese kapıyı açtı. Bu gelişme Riyad ve Ankara’nın kendilerini yeni ABD başkanının politikalarının hedefinde bulabilecekleri bir zamanda gerçekleşti.

Suudi haber ajansı, cuma günü yaptığı açıklamada Kral Selman’ın cumartesi günü başlayan G20 zirvesi organizasyonu kapsamında yapılan çalışmaları koordine etmek için Türkiye Cumhurbaşkanını aradığını ve iki ülke arasındaki ilişkilerin de görüşüldüğünü söyledi. Türkiye Cumhurbaşkanlığı yaptığı açıklamada, Erdoğan ve Kral Selman’ın “İkili ilişkileri geliştirmek ve sorunları aşmak için diyalog kanallarını açık tutmayı” kabul ettiklerini söyledi.

Suudi meselelerinin takipçileri, Kral Selman’ın gelecekteki Suudi hesaplarında Erdoğan’la gerginliği azaltmaya çalıştığını kaydetti. Suudi Arabistan’ın, Beyaz Saray’a Demokrat Partili bir başkanın gelmesiyle, Eski Demokrat Partili Başkan Barack Obama’nın İran’ın nükleer programını destekleme ve bölgedeki kolları üzerindeki baskıyı hafifletme stratejisini benimsediği korkusuyla, bazı cepheleri soğutması gerekiyor.

Özellikle Erdoğan’ın Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile benimsediği düşmanlık biçimi kişisel olduğu için Suudi Hükümdarının iletişim girişimi, Riyad’da Erdoğan’ın sıkıntısını hafifletecek iletişim ve diyalog kapısını açmanın mümkün olduğunu ve taviz verilebileceği inancını yansıtıyor. Riyad, Türklerin gerginliği tırmandırmasına rağmen Erdoğan’ın pozisyonunun bir Türk projesini yansıtmadığına, düşmanlık yapma konusunda profesyonel olan ve Katar, İran ve Müslüman Kardeşler gibi bölgeye yatırım yapanların ruh hali olduğuna inanıyor. Suudi Arabistan’a yönelik Türk medyasının kampanyalarına rağmen Riyad, Ankara’ya karşı sakin kaldı ve Suudi Arabistan’ın herhangi bir resmi tepki eğilimi yoktu.

Ancak geçtiğimiz aylarda Suudi yetkililerin resmi olarak desteklememesine rağmen “Türk olan her şey”e yönelik bir boykot çerçevesinde ilişkilerin gerginleşmesine tanık olundu. Sosyal medyadaki Suudi tweeter ve blog yazarları, Türkiye’yi, liderlerini ve ülkelerini hedef aldığı için eleştirdiler.

Konuyu yakından takip eden bir Körfez analisti, al Arab gazetesine Suudi girişiminden söz ederken  “Riyad, Ankara ile bir ittifak arayışında değil ve Erdoğan’la dostluk  ilişkilerine girmiyor” dedi. “Ancak, çıkarları ve bölgesel ve uluslararası alanda siyasi bir rol oynama arzusu nedeniyle üzerine gelmesi beklenen baskılarla yüzleşmek için Türkiye’nin verebileceği zararları durdurma stratejisine yöneliyor” sözlerini ekledi. İsminin açıklanmasını istemeyen analist, Kral Selman’ın telefon görüşmesi sırasında Erdoğan’ın, Biden’ın yaklaşmakta olan politikaları tarafından tehdit edildiğinden haberdar olmasının pek olası olmadığını belirtti.

Son krizden önce Suudiler Türkiye’yi tercih edilen bir turizm destinasyonu haline getirdi. Türk gayrimenkulü satın alma kampanyasının ön saflarında yer aldılar. Bu durum, Türklerin ekonomilerini durgunluktan çıkarmaları için acil bir Suudi dönüşüne ihtiyaçlarını vurguluyor.


BAE, BAHREYN VE ÜRDÜN’DEN SÜRPRİZ ZİRVE

Rai al Youm
Başyazı

Abu Dabi’nin Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed’in davetiyle ve Ürdün Kralı II. Abdullah ve Bahreyn Kralı Hamad bin İsa el Halife’nin katılımıyla  geçtiğimiz çarşamba günü düzenlenen üçlü zirve, birçok soru işareti ortaya çıkarıyor. Sadece beklenmedik bir şekilde geldiği için değil, bölgede yeni bir eksen oluşturabileceği için de.

Ürdün kraliyet makamlarından yapılan açıklamada, bu zirvede başta Filistin meselesi olmak üzere en son bölgesel ve uluslararası gelişmelerin tartışıldığı belirtildi. Bu ifade çok genel bir ifade ve gerçek sebepleri araştıran bir gözlemci için bir şey ifade etmez.

Bölgesel ve uluslararası gelişmeleri ve Filistin meselesinin tartışıldığını varsayarsak, neden Mısır ve Suudi Arabistan gibi bölgedeki en önemli iki ülke buluşmada yok? İsrail işgal devleti ile ilişkilerde güvenlik koordinasyonunun yeniden başlaması da dahil olmak üzere önceki durumuna geri döndüğünü ilan eden Filistin Yönetiminden bahsetmiyoruz bile.

Bu zirveye çağrıda bulunan devlet yani BAE’nin ile hem Mısır hem de Suudi Arabistan Krallığı ile arasındaki ilişkilerin gücünün zirvesinde olduğu varsayılmaktadır. Suudi Arabistan, Yemen savaşında BAE’yi ortağı olarak görüyor. Mısır’a gelince BAE ve Bahreyn’e, Katar devleti ve Müslüman Kardeşler hareketine karşı stratejik bir ittifakla bağlı. Öyleyse bu  iki ülke neden bu zirvede yoktu?

Sızan bazı haber, normalleşme gerekçesiyle bir araya gelen ve Tel Aviv ile barış anlaşmaları imzalayan üç ülkenin, son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yenilgiye uğrayan Başkan Trump’ın yönetimiyle güçlü ilişkilere sahip olduğu ve Başkan Joe Biden’ın yönetimiyle bölgesel düzeyde nasıl ilişki kurulacağı konusunda bir “ortak plan” geliştirmek istediklerini söylüyor. Özellikle Trump yönetiminin çekildiği İran’la nükleer anlaşma ve taahhütlerine dönüş bu yönetim için en büyük öncelik olacağı beklentileri olduğundan bu, İran’a yönelik ekonomik yaptırımların kaldırılması ve uluslararası izolasyonun kırılması anlamına geliyor.

Zamanlaması ve ulaşmak istediği hedefler açısından “olağanüstü” bir zirve. Belirsizliği artıran şey, “yarı gizli” karakteri, katılanlardan yansıyan karmaşık hal ve buna ek olarak görüşmenin birkaç saati geçmemiş olması. Bu, içeriği yalnızca kapalı odalarda ve üç lider arasında yüz yüze açıklanabilen önemli bir mesaj olduğu anlamına gelir.


BAE’NİN FİLİSTİN SORUNUYLA İLGİLİ ÜRDÜN İLE GÖRÜŞECEĞİ NEDİR?

Al Kuds al Arabi
Başyazı

Ürdün Kralı II. Abdullah, geçen çarşamba günü Bahreynli mevkidaşı Hamad bin Isa ve BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed ile BAE’nin başkenti Abu Dabi’de  bir toplantıda bir araya geldi.

Arap liderlerinin toplanmaları siyasi olarak dışlanacak bir durum değil. Elbette BAE ve Bahreyn liderleri de toplanabilirler. Bununla birlikte Abu Dabi ve Manama, İsrail ile her türlü normalleşmeye yönelik çılgın adımlar atarken toplantının boyutlarını anlamak için dikkatli olmak gerekiyor.

Bahsi geçen iki başkentin adımları ister iç denklemler isterse de Ürdün makamlarını işgal altındaki Filistin toprakları ile bağlayan özel ilişkiler nedeniyle olsun, Ürdün ve Ürdünlüleri büyük ölçüde etkiliyor. Elbette Ürdün makamlarının siyasi pozisyonları konusunda büyük baskılara maruz kaldıkları biliniyor. Siyasi çıkarları, demografik yapısı ve Körfez ülkeleriyle ilişkileri arasında her zaman kritik dengeler mevcut. Bu hassas dengeler, BAE ve Bahreyn’in İsrail’e doğru itilmesinin ardından büyük bir iç baskıya maruz kaldı.

Bu kuduz normalleşme dalgası, korona salgınının yayılmasıyla şiddetlenen zorlu Ürdün koşullarıyla aynı zamana denk geldi. Amman’ın ekonomik ve mali sıkıntısı; Amerikan-İsrail, BAE ve komşusu Suudi Arabistan’ın baskısının etkisini ikiye katlamaya katkıda bulunduğu açıktır. Bu yeni dengeler, Ömer el Razzaz’ın kabinesinin istifasına ve Yeni Başbakan Beşir el-Hasavne’nin atanmasına katkıda bulunmuş olmalı. Son parlamento seçimlerinde aşiretlerin gücü artarken, Müslüman Kardeşler ve kadınların varlığı azaldı. Ürdün’ün mevcut koşullarında kendi içinde ve bölgesel seçeneklerinde büyük bir rahatlığa sahip olmasına izin vermediğini kabul edersek Ürdün, BAE ve Bahreyn’i kapsayan üçlü zirve, ek bir baskı biçimini yansıtıyor. Hükümet ve parlamento değişikliği, Ürdün’ün arzuladığı şeyin bir ifadesinden çok, bu acil koşulların iki yönüdür.


VELİD MUALLİM... ÇETİN GEÇEN YILLARDA DIŞİŞLERİ BAKANI

Rusia al Youm

Merhum  Suriye Dışişleri Bakanı Velid el Muallim, en karanlık koşullarda ülkesinin diplomasisine öncülük etti ve 2006 yılından ölümüne kadar görevinde kaldı.

Muallim, 1964’te Suriye Dışişleri Bakanlığına girdi. Ülkesinin çeşitli kıtalardaki birçok büyükelçiliğinde çalıştı. 1990-1999 yılları arasında ülkesinin Washington’daki diplomatik misyonuna başkanlık etti. 2000 yılında Dışişleri Bakanlığına asistan olarak atanırken 2005 yılında bakan yardımcısı ve bir sonraki yıl ise dışişleri bakanı oldu.

2011’den beri ülkesinin içinde bulunduğu zorlu koşullara rağmen merhum Suriye Dışişleri Bakanı, sessizliği ve diplomatik dille yaptığı açıklamalarla öne çıktı. Ağustos 2014’te Suriye’deki terörist grupları hedef alan herhangi bir askeri harekatta operasyonların Şam ile koordineli olarak yürütülmesi gerektiğini vurgulayarak Şam’ın politikalarını ifade etti. Aynı yılın başında o zamanki ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’e hitaben şunları söyledi: “Suriye halkı dışında dünyada hiç kimse Suriye’de bir liderin, hükümetin, anayasanın ya da yasanın meşruiyetini bitirmek ya da (onları) azletmek hakkına sahip değil. Bu, Suriyelilerin hakkıdır.”

Amerika’nın ülkesine yönelik Sezar yaptırımları için, asıl amacın 2011’de olduğu gibi terörizmin geri dönüş kapısını açmak olduğuna işaret etti. “1978’den beri çeşitli isimler altında bize dayatılan, sözde Sezar yasasına kadar Suriye’ye tek taraflı yaptırımlar yapmaya alışkınlar” dedi.

Aynı vesileyle ülkesinin Arap dünyası ile ilişkilerine de değindi ve bu konuda şunları söyledi: “Arap ilişkilerinde geleceğe bakıyoruz ve geçmişe bakmıyoruz. Ama onların kararlarının efendisi mi?  Biz Suriye’de kararlarımızın efendisiyiz ve Şam’ın kapıları herkese açık”.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

Sömürge madenciliği felaketinin yıl dönümünde İliç: Toprak zehirli, halk işsiz

İliç siyanür faciasının üzerinden 1 yıl geçti. Hava, toprak ve su zehirlendi; 9 işçi can verdi. Daha fazla altın için kuralsız çalışmanın önünü açanlar aklandı. Halk zehirlenmiş doğa ve işsizlikle baş başa. Facianın ana sorumlularından uluslararası maden tekeli SSR, hisse senedi değerlerinin yükselmesiyle felaket öncesine geri döndü. İliç’teki altın için de “iş birliği içinde olduğu iktidarla” pazarlıkta.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Grevdeki Çelikaslan Tekstil patronunun kardeşi: "Benim zenginliğimi Allah verdi."

Evrensel'i Takip Et