Cinsiyetçi dil ve anlayış yeni Mileva’lar üretmesin
“Ortada kadının yok sayıldığı bir şey varsa bunun üzerine gitmeli, bu düşünceyi değiştirmek için kelimelerimizle mücadele vermeliyiz.”
Kaynak: Pixabay
Melisa KAYA
ODTÜ
Cinsiyet eşitsizliği, yüzyıllardır var olsa da bugün gittikçe büyüyen bir direniş, başkaldırı ve mücadele ile ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Geçtiğimiz günlerde Covid-19 için yaptıkları aşı çalışmalarında kayda değer sonuç alan evli iki bilim insanı Özlem Türeci ve Uğur Şahin’den medya unsurlarınca “Uğur Şahin ve eşi” başlığı adı altında söz edilmesiyle cinsiyet eşitsizliği tekrar gözler önüne serildi. Bu durum çok büyük tepki çekmiş olsa da; her alanda cinsiyet eşitsizliğinin meşrulaştırılmasının bir örneği. ODTÜ Biyolojik Bilimlerden birkaç arkadaşımıza bu durumu nasıl değerlendirdiklerini, bu eşitsizliğin kaynağını ne olarak gördüklerini ve çözümün nerede ve nasıl bulunabileceğini sorduk:
MEDYA EŞİTSİZİLİĞİ YENİDEN ÜRETİYOR
Semanur YALÇIN: Geçmişten günümüze kadın-erkek eşitsizliği mevcut. Bizler bunu kaldırmaya çalışıyoruz. Fakat bunun bir de bilim alanında, insanların rasyonel ve objektif bir şekilde düşündüğü alanda bu eşitsizliğin yaşanması absürtlük. Bilim alanındaki bu ayrım medyaya da yansıyor. Kadınların toplum tarafından üzerine yüklenen görevler var bir de yapamayacağının düşünüldüğü görevler var. Ayrıca kadınların daha duygusal olduğu öne sürülerek rasyonel düşünme gerektiren görevler veya meslekleri kadınların yapamayacağı söyleniyor. Toplumda hâlâ varlığını sürdüren “bir yaştan sonra kadınların işini bırakıp çocuk sahibi olması gerektiği” düşüncesi kadınların üzerine yüklenilen bir rolden ibarettir. Çocuk sahibi olmak isteyen ve iş yerinde buna dair verilmesi gereken imkanların, izinlerin verilmeme durumu da kadını iş dünyasından ayıran bir sebeptir. Genel olarak baktığımızda kadınların yok sayılması onları güçsüz görme, kontrol edebilme isteğiyle ilgilidir. Bunu ortadan kaldırmalıyız! Günlük hayatta kullandığımız kelimeler, görmeye alıştığımız şeyler farkında olmadan kişilerin kafasına yerleşiyor. Bilim “adamı” deniyor ya da kadınların yaptığı keşifler yok sayılıyor bundan medyada söz edilmiyor. Bu durum gerçeğin aksine kadınların bilim yapmadığı, üretmediği algısı oluşturuyor. Bilimsel dergilere gönderilen makalelerin kabulü konusunda, işe alımlarda vb. birçok yerde bu ayrımcılık mevcut. Mesela jürinin adayları göremeyeceği şekilde düzenlenen bir elemede kadınlara yönelik ayrımcılığın azaldığı saptandı ve kadınların elemeleri geçme şansı arttı. Küçük sayılabilecek noktaları bile önemseyerek bu toplumsal rolleri yok etmeliyiz, her gün farkında olmadan kafamıza giren görselleri, yazıları; kulağımıza dolan sözleri fark etmeli, değiştirmeliyiz. En önemlilerinden biri de kadının yok sayıldığı bir şey varsa ortada bunun üzerine gitmeli, bu düşünceyi değiştirmek için kelimelerimizle mücadele vermeliyiz. Kadın bilim insanlarımız medyanın her noktasında öne çıkarılmalı, gençler için bir örnek olarak gösterilmeli. Duyulan her ses yenilerinin de eklenmesini sağlayacaktır.
SORUNUN EN BÜYÜK KAYNAĞI AİLE
Simay TEKİN: Kadın erkek eşitsizliğini günümüzde her platformda görmek maalesef mümkün. Hangi açıdan olursa olsun en temel referansın kadının merkezde olmasını veya o işte en az erkek kadar yeterli olmasını kaldıramama olduğunu düşünüyorum. Özlem Türeci’nin çalışmasının medyaya yansıma biçimi ne kadar tepki alsa da medyanın gücü yadsınamaz ve şüphesiz ki bu durum akıllara yanlış bilgi olarak kazındı. Ben genel anlamda bakıldığında da yine kadına karşı olumsuz bir medya gücünün uygulandığını düşünüyorum. Örneğin, bir yanlışı kadın da erkek de yapmış olsa, nedense kadının hatası daha çok göze çarptırılıp kadının her zaman daha temkinli olması gerektiği gibi çirkin algılar yaratılabiliyor. Özellikle bu durumun gelişme çağında olan her çocuğu kötü etkileyebilecek, onları yanlış yönlendirebilecek pozisyonda olduğuna inanıyorum. Ne yazık ki günümüzde durum öyle bir hâl ki bunun çözümü şunu yapmaktır diyebilmek kalıcı etki bırakmayabilir. Ama gelişim çağının ve anne/baba eğitiminin bu gibi eşitsizlikleri en aza indirmede, bireyi doğru yönlendirmede çok büyük öneminin olduğu yadsınmaz. Çünkü bu eşitsizliğin en büyük kaynaklarından biri bence aileden gelen eğitim ve genel anlamda süregelen eğitimin önemi; açıkçası bazı şeylerin aşılabilmesi için durumların bireylere alıştırılması gerektiği, bunun da bazı başarıların cinsiyetçi medyanın tam aksine güçte bir medya ortamı geliştirerek halka doğrusunu lanse edip eşitliği savunarak ilerlemenin büyük ve doğru etkisinin olabileceğini düşünüyorum.
MİLEVA’YI HATIRLAMIYORUZ
Aleyna ÇATAK: Geçmiş zamanlara bakarak, kadınların bilimdeki ilerleyişinin önündeki engellerin çoğu ortadan kalkmış gibi gözükse de, 21. Yüzyılda dahi bilimde kadınlar “erkeğin eşi”nden öteye geçememektedir. Asırlardır kadınlar eşleri ile yaptıkları çalışmalarda büyük çabalar sonucu bilimde bir yer edinmeye çalıştılar fakat daha sonra eşlerinin ismi hatırlanırken kendileri tarihe karıştı. Örneğin, Einstein’ı hepimiz biliyorken, Mileva her zaman arka planda dahi anılmayan bir karakter olmuştur. Özlem Türeci’nin de 21. Yüzyılda, 20. Yüzyılda yaşamış Mileva ile aynı kaderi paylaşmaması için, cinsiyetçi haber dili hiçbir koşulda kabul edilmemelidir.
ROSALİND’LER ARTMASIN
Sinem AKAR: Bizler kimsenin bir şeyi, objesi, tamamlayıcısı değiliz. Tanınacaksak adımızla anılmayı tercih ederiz, Özlem Türeci de bunu isterdi diye düşünüyorum. Sonuçta birinin eşi olarak dünyaya gelmedi, eşinden önce de hayatı olan biriydi şüphesiz. Yüzyıllar boyunca kadının toplumdaki yeri yadırganmış, becerileri ve fikirleri küçümsenmiştir. Medyanın ve toplumun kadınları ikinci plana atması, başarılarını göz ardı etmesi kabul edilemez. “Ne olacak eşi diye eklenmiş ya” gibi tepkiler bizler göz ardı ettikçe devam edecek, farkındalık oluşmayacaktır. Rosalind Franklin’ler daha da artmasın.