26 Kasım 2020 00:00

EMEP Başkanı Ercüment Akdeniz: Kurtuluş, sermaye programından ayrılan bir programda

Emek Partisinin 9'uncu kongresinde genel başkanlık görevine seçilen Ercüment Akdeniz, tüm işçi ve emekçi halk kesimlerine birlikte mücadele çağrısı yapıyor.

Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel

Paylaş

Şerif KARATAŞ

Emek Partisi 9. Olağan Kongresini “Sömürüye, salgına, savaşa karşı birlik, dayanışma, mücadele” sloganıyla gerçekleştirdi. Ekonomik kriz koşullarının ağırlaştığı, siyasal krizlerin yaşandığı bir Türkiye tablosu var önümüzde. İç ve dış siyasette yaşanan gerilimlerin faturasının emekçiye daha çok kesileceği bir süreçte Emek Partisi ne yapacak? Tek adam ittifakına karşı geniş halk kesimlerine yapılan birlik çağrıları ne anlama geliyor? Salgın ve kriz koşullarının ağırlaştığı şu günlerde Emek Partisinin nasıl bir yol haritası var?

Bu soruları, EMEP'in 9’uncu Kongresinde genel başkanlık görevine seçilen Ercüment Akdeniz'e yönelttik. Akdeniz, iktidarın birlikte hareket ettiği sermaye ile beraber toplumsal patlama dinamiklerini gördüğüne, buna çeşitli baskı yöntemleriyle önlem aldığına dikkat çekiyor ve tüm  işçi ve emekçi halk kesimlerine birlikte mücadele çağrısı yaparak ekliyor: "Kurtuluş, sermaye programından ayrılan bir mücadelede olacaktır. Halk Cumhur ya da Millet ittifaklarına mahkum değil."


Mültecilere yönelik yaptığınız kitap çalışmaları ve haberlerle kamuoyu sizi tanıyordu. Emek Partisinin 9’uncu Kongresinde sizi genel başkanlığa götüren süreç nasıl gelişti?
Mültecilerle ilgili yaptığımız haberler, araştırmalar, yazdığım kitaplar ve saha çalışmaları, akademi dünyasında olsun, göçmen derneklerinde olsun, sendikalarda olsun bir ilgi uyandırıyordu. Ve biz karşılıklı dayanışma halinde birbirimizi besliyorduk. Tabii, Emek Partisinde başkanlık görevini devraldıktan sonra, hem bir sevinç oldu, sözünü ettiğim kesimlerde hem de “Çok seviniyoruz, ama mülteci haberciliği ne olacak?​” diye sorular geldi. Böyle bir kaygı da oldu. Zaten Evrensel gazetesinde mültecilerin haberlerini yaparken kaynak Emek Partisi'ydi. Haberler, Emek Partisinin sanayi havzalarında yaptığı örgütlenme ve aydınlatma çalışmalarında sıklıkla Suriyeli ve Türkiyeli işçilerin beraber çalıştığı işyerlerinden geliyordu. Gazetemizin muhabirlerini onlarla buluşturuyordu. Beni de çok buluşturdular. Ben sonuçta parti üyesiyim. Partinin dışında biri olmadım. 9’uncu Konferans ve Kongre sürecinde zaten bir proje oluşturmuştuk. Başkanlık fikrinden önce de arkadaşlarla partide yaptığımız tartışmalarda nasıl bir rota çizebiliriz, diye konuşuyorduk. Onu da konferans sürecinde nihayetlendirdik.

Pandemiyle birlikte ekonomik krizin yükünü işçiler ve emekçiler ağır bir şekilde yaşıyorlar. Parti olarak pandemi sürecini işçiler ve emekçiler açısından değerlendirdiğinizde nasıl bir tablo ortaya çıkıyor? Pandemiye karşı sizin parti olarak öneriniz nedir?
Uzun süredir, işçiler ve emekçiler ekonomik krizin etkisini yaşıyordu. Pandemi süreci bunu katladı. Mart ayında Türkiye’de sarsıcı etkileri oldu. İlk etapta insanların canını kurtarma duygusu öne geçti. Bir süre de bu izolasyon tedbirleri kapsamında kendilerini eve kapadılar. Ekmek bulamayınca, geçim derdi başlayınca, kendilerini ve çocuklarını düşündüler. Ölüm riskine rağmen çalışmak zorunda bırakıldılar. Koronadan ölmekle, açlıktan ölmek arasında bir tercihe zorlandı Türkiyeli işçiler ve emekçiler.

Pandemide çalışan açısından iki kategori var. Bir, sigortası olan belirli bir işyerinde çalışan emekçiler, bir de kayıt dışı çalışanlar. Bu iki kesime baktığımızda, kayıt dışı çalışan milyonlar var. Dolayısıyla bunlar işsizlik ödeneği almadılar, kısa çalışma ödeneği bunlar için zaten söz konusu olmadı. Bunlar görünmeyen emek. Hastalıkları kayıt altına alınmadı, yeteri kadar bilinmiyor. Ölümleri de görünmeyen ölümler. Aynen, görünmeyen emekte olduğu gibi. Dolayısıyla, şu ana kadar açıklanan verilere zaten güven yok. O kayıt dışı alana mültecileri de kattığınız zaman, fersah fersah büyüklükte ağır bir tablo ile karşı karşıyayız.

Geldiğimiz nokta da şu: Pandemide 21 gün tam kapanma gerekiyor. Böyle bir karar alınması gerekiyor. TTB’nin de bu yönde bir önerisi var. Parti olarak bunun doğru olduğunu düşünüyoruz. Bu süre zarfında işçilere ve emekçilere, özellikle işsizlere, pandemide işsiz kalanlara küçük esnafa, öğrencilere, emeklilere, toplumun bütün sömürülen ve ezilen kesimlerine sosyal destek verilmesini istiyoruz. Kredi borçlarının faizsiz ertelenmesi, doğal gaz, elektrik, su ve telefon faturalarının devlet ve yerel yönetimler tarafından karşılanması gerektiğini savunuyoruz. Böyle bir tedbire acilen ihtiyaç var. Aşı gelene kadar bu sorunların halk sağlığını korumak ve işçi, emekçi halk kesimlerinin ihtiyaçlarını karşılamak anlayışıyla çözülmesi gerekiyor.

"İKİ İTTİFAK DA HALKA GELECEK SUNMUYOR"

Kongrede, geniş halk kitlelerinin siyaseten Cumhur ve Millet İttifakı arasına sıkıştırılmak istenmesine karşı halkın seçeneksiz olmadığını ifade ettiniz ve demokratik halk iktidarını dile getirdiniz. Bunu açar mısınız?
Türkiye’de siyasal oluşumlar, özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden sonra iki kutuplu blok halinde ortaya çıktı. Bu bloklardan bir tanesi AKP-MHP yani Cumhur İttifakı, diğeri de özellikle CHP, İyi Parti ve onlarla oy bazında hareket eden ve Millet İttifakı diye tarif edilen kesim. Üçüncü bir odak yokmuş gibi, emekçileri buna zorlayan siyasal seçim ve oluşum atmosferi var. Biz bunu reddediyoruz. Çünkü iki ittifak da tekelci sermayenin programına biat eden, onların vaatlerine, onların taleplerine yanıt bulmaya çalışan bir anlayışa sahip. Bu anlayışın Türkiye’de işçilere, emekçilere, halka gelecek sunma şansı yok.

Dolayısıyla acil olan, Türkiye’de sermaye programından ayrışmış, kendini bundan koparmış, işçi sınıfı ve emekçilerin acil taleplerini esas alan bir ortak mücadele ve ittifak merkezi oluşturmaktır. Biz buna üçüncü odak diyoruz. Biz buna alternatif odak diyoruz. Burada bir zayıflık var. Bu sadece ekonomik ve sınıfsal sorunlarla ilgili değil, demokrasi konusuyla da ilgili bir sorun.

Dış politika, Kürt sorunu, Ortadoğu ve diğer meselelerde böyle bir birliktelik olmalı. Geçmiş yıllarda barış sorunu, hükümetin ekonomik alandaki saldırıları, Filistin sorunu, Ortadoğu sorunu, 28 Şubat, tutum almak için sebep olurdu. EMEP, HDP, SOL Parti, Halkevleri ve meslek örgütleri bir araya gelirlerdi. Bunlar bir platform kurarlardı. Mitingler, kampanyalar örgütlerlerdi, seçim geldiğinde bir blok halinde seçime girmeyi düşünürlerdi. Bu dönem, burada bir basiret bağlanması var. Bunun değişmesi gerekiyor. Bunun için de emek ve demokrasi güçleri, siyasi partiler, meslek örgütleri, sendikalar, yöre dernekleri vb. en geniş kesimi toparlayacak merkezi ve yerel düzeylerde örgütlenmiş, yeni bir güç odağına ihtiyaç var.

Bu yönde çabanız ve oluşumunuz yoksa, Millet İttifakının ya da şu ittifakın yedek gücü muamelesi görürsünüz. Bu da işçi sınıfı ve emekçileri, halkı pasif hale getirir.

"REFORM, EMEKÇİLER İÇİN DEĞİL SERMAYE İÇİN"

Yargıda ‘reform’ tartışması yapılırken, hakkını arayan işçiler engelleniyor. Doğanın tahribatına karşı çıkanlar, kadınlar talepleri için alana çıktığında sürekli bir engelleme ve baskılama durumu söz konusu…
Gerek ekonomik kriz, gerek işsizlik ve yoksulluk gerekse pandemiyle ağırlaşan ekonomik tablo içerisinde halkı sürekli “sessiz kullar” olarak tutamazsanız. İnsanlar tabii ki bağıracaklar, seslerini duyuracaklar. Geçmişte yazar kasa atılınca iktidarlar değişiyordu. Şimdi insanlar kendini yakıyor. İnsanların o eylemini doğru düzgün haber yapmak, neredeyse gazetecinin içeri atılması demek. Böyle ağır bir tablo ile karşı karşıyayız. İktidar, birlikte hareket ettiği sermaye ile birlikte, toplumsal patlama dinamiklerini görüyor. Bunun kendiliğinden ve daha büyük toplumsal olaylara, toplumsal mücadeleye dönüşmemesi için daha başındayken ezmeye çalışıyor. Bu, uzun süre baskı altında tutulamaz. Ancak şiddetle yapılabilir. Devlet şiddeti artırılarak yapılabilir. Bugün yapılan da budur.

Birleşik Metal İş Sendikasının çağrısı vardı. Gebze’ye gittik. Metal işçileri Ankara’ya yürüyecekler. Yürüme nedenleri şu: Fabrikalarda koronavirüse karşı gerekli önlemler alınmıyor. İşçiler zorla çalıştırılıyor. İşçilerin canı burnunda. Öte yandan patronlar, işçileri önlem almadan zorla fabrikalara sokuyor, işçiyi sendikaya üye olduğunda hemen kapının önüne atmasını biliyor. Pandemide işçileri ve emekçileri ölümüne çalıştırırken, ücretsiz izne ayırırsanız tabii ki tepkilerini gösterecektir. Bu taleplerle yürümek isteyen sendika ve üyelerinin önüne polis barikatı kuruldu.

O zaman bu devlet kimin? Bu hükümet kimin? İşçinin en masum taleplerini, ekmek davası talebini geçtik. İşçi sağlığı ve iş güvenliği, hayatta kalma mücadelesinin sesini bile bastırmaya kalkıyorsa o zaman sermaye ile iç içe örgütlenmiş muazzam bir siyasal erkiyle karşı karşayız. Bütün bunlar, reform tartışmaları yapılırken oldu. Yukarıda allı pullu reform sözleri uçuyor. Erdoğan ve AKP sözcüleri de bunu tekrarlamaya başladı. Ama aşağıda alabildiğince emekçilere şiddet, işçilere olabildiğince zülüm görüyoruz. O zaman kimse kimseyi kandırmasın, bu reformun kendisi de işçiler ve emekçiler için bir reform değil, tam tersine, uluslararası sermayeyi Türkiye’ye çekmek ve önlerini açmak için iyileştirmeler yapmayı, onlarla iş birliği içinde olan yerli sermayeyi özellikle mülk konusunda ve başka konularda rahatlatmayı düşünen bir reform.

"EMEP, İŞÇİ SINIFININ ENTERNASYONAL BİRLİĞİNİ SAVUNAN VE MÜCADELE EDEN BİR PARTİ"

Mültecilere dair önemli bir kararınız var. Suriye iç savaşının önümüzdeki yıl 10’uncu yıl dönümü. Bu vesileyle bir kampanya yürüteceksiniz. Hem bu kampanya hem de Türkiye’de, özellikle Suriyeli mültecilerin durumuna ilişkin neler ifade edeceksiniz?
Emek Partisi, diğer partilerden farklı olarak işçi sınıfının enternasyonal birliğini, kardeşliğini ve mücadelesini savunan bir parti. Türkiye’de bulunan ve “yabancı” diye ifade edilen, aslında mülteci göçmen işçilerle yerli işçilerin birliğini savunan bir anlayışa sahibiz. Uluslararası işçi enternasyonalizmi budur. Dolayısıyla Emek Partisi, işçi sınıfının devrimci partisi olarak çok müstesna bir yerde duruyor.

Suriye savaşında 10 yıl geride kaldı. Artık şöyle bir noktadayız. Türkiye’de 83 milyon vatandaş yaşıyor ama onlarla birlikte 5 milyon mülteci ve göçmen yaşıyor. Böyle bir ülke olduk. Yerli ve yabancı ayırımı yapmadan bütün işçilerin ve emekçilerin ortak hak mücadelesini sermayeye karşı örgütlemeyi gerektiriyor. Bunu olabildiğince güçlendireceğiz. 9’uncu Kongremiz özellikle buna vurgu yaptı. Suriye göçünün 10’uncu yılında bu savaşın nedeni neydi, bu savaşa kimler dahil oldu? Sonuçları ne oldu? Siyasal açıdan Suriye savaşını uluslararası ve Ortadoğu denkleminde Türkiye’ye etkileri bakımından tartışmak; yine bunun parçası olarak özellikle en çok göç alan Türkiye’de mülteci ve göçmenlerin durumunu tartışmak üzere bir kampanya örgütleyeceğiz. Bu kampanyada esas konu mülteci hakları. Türkiyeli işçiler ile mülteci işçiler nasıl bir mücadele hattında buluşabilir bunları tartışacağız. Bununla ilgili merkezi ve yerel çalıştaylar, çeşitli konferanslarımız olacak. Bunu sadece birkaç göstermelik etkinlikle bırakmayacağız, yerel işçi havzalarında Suriyeli, Türkiyeli emekçilerin yaşadığı bazı semtlerde de yapacağız. Türkçe ve Arapça bildiriler dağıtan bir partiyiz. Bu çalışmamız en az iki dilde yürüyecek. Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde Kürtçe de olacak.

Parti merkezimize bağlı Göç ve Mülteciler Bürosunu da kurarak, süreci daha iyi izlemeye ve gündemde tutmaya çalışacağız.

"İNSANCA YAŞAYACAK BİR ASGARİ ÜCRET"

Pandemiyle birlikte giderek ağırlaşan ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde 2021 yılı bütçesi Mecliste görüşülüyor. Asgari ücretin belirleneceği dönemdeyiz. Hem bütçeye hem de asgari ücrete dair değerlendirmeniz nedir? İşçiler ve emekçiler nasıl bir tutum almalılar?
Şu an Mecliste görüşülen bütçeye baktığımız zaman ne görüyoruz? Diyanete ayrılan kaynağın haddi hesabı yok. Örtülü ödenekler var. Özellikle güvenlik adı altında militarizme, silahlanmaya ve savaş politikalarına ayrılan muazzam bir bütçe var. Sosyal politikalara, işçilere destek konusunda ise adım yok. Dolayısıyla bu bütçe, emekçi kesimleri, halkı temsil eden, onların çıkarına olan bir bütçe değil. Bütçe yapılanması böyle ele alınmıyor. Türkiye’de her doğan çocuk, otoyollardan geçen araçların borcunu ödemek zorunda olarak doğuyor. Kime gidiyor bu paralar? Oligarklara gidiyor. Hükümetin etrafında toplanmış, palazlanmış yandaş sermaye kliğine gidiyor. Bütçe de onları kurtarmak, onları ihya etmek için yapılıyor. Bu bütçeden işçilere emekçilere insanca yaşayabilecek bir asgari ücret çıkmaz. Geçmiş bütçelerde de böyle oldu. Bizim çağrımız şudur: İnsanca yaşayacak bir asgari ücret. Bugün Türkiye’de asgari ücret 2 bin 324 lira 70 kuruş. Açlık sınırı 3-4 bin lira bandında tartışılırken açlık sınırının da altında milyonlarca insanın yaşamasını reddediyoruz. En azından yoksulluk sınırına yaklaşan bir asgari ücret tartışmasının gündeme gelmesi gerekiyor. Parti olarak bunun çalışmasını yapıyoruz. Sendikalar bu tartışmanın ve çıtanın altında kalırlarsa zaten halk kesimleri ve emekçiler açısından dibe doğru giderler.

"KADINLARIN GÜÇLÜ, ÖZ GÜVENLİ VE ÖRGÜTLENEREK HAREKET ETMELERİ ÖNEMLİ"

Kadınların baskıya, şiddete karşı önemli mücadelesi söz konusu. Bu bağlamda neler söylemek istersiniz?
Kadınlar Türkiye’de gerek despotik baskıcı rejim bakımından gerekse ekonomik durum açısından sıkıntıları en katmerli şekilde yaşıyorlar. Çünkü evde mutfağı çeviren onlar ve çocukları kendileriyle beraber yaşatmak zorunda kalan da onlar. Fabrikada erkek işçilere nazaran katbekat sorun yaşayan yine onlar. En önemli sorulardan biri, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri. Türkiye’de sayılar korkunç düzeyde. Avrupa’da birinci sıradayız. Dolayısıyla, kadınların örgütlenmesi çok önemli bir ihtiyaç. Türkiye’nin demokratikleşmesi, özgürleşmesi ve emekçi sınıflarının belirli bir noktaya gelmesi için kadın örgütlenmesi çok önemli. Partimiz bu yönde yoğun çalışmalar yaptı, buna devam ediyor. Çalışmanın merkezine işçi kadınları alıyor. Geçtiğimiz üç yıl, hem dünyada kadın eylemlerinin, kadın örgütlenmelerinin yükselmesi hem de Türkiye’de bunun etkilerinin görülmesi bakımından umut veriyor. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü vesilesiyle şiddet meselesi, dünyanın her tarafında konuşulan bir mesele. Kadına yönelik şiddetle mücadelede öncelikle kadınların güçlü, öz güvenli ve örgütlenerek hareket etmeleri önemli. Bunun desteklenmesi önemli. Aynı zamanda emekçi sınıflar bakımından erkeklerin de en azından kadınlar kadar bu sorunu kendi sorunu olarak görmeleri ve bu mücadeleye destek vermeleri çok önemli. Mirabel Kardeşleri bir kez daha 25 Kasım vesilesiyle anmış olalım…

"GENÇLERE ÖRGÜTLENME ÇAĞRISI YAPIYORUZ"

Parti olarak gençliğin yaşadığı sorunları neler olarak görüyorsunuz? Bu sorunlar karşısında gençliğe çağrınız nedir?
Türkiye’de işsizlik özellikle özel üniversitelerin ve liselerin önünün açılmasıyla beraber yeni bir boyuta geldi. Uzun yıllar bu işsizlik meselesi ötelenmiş oldu. Milyonlarca öğrenci özel üniversitelere yönlendirildi. Burası özel bir kâr alanıydı. Özel üniversiteler, eskiden özel dershaneler, şimdi de özel lise baronları çıktı. Yeni bir sermaye türedi burada. Ve bu süreçte 4-5-6 yıl boyunca gençlerin işsizliği ötelenmiş oldu. Ama ne oldu? Şu an Türkiye diplomalı işsizler ordusu. Yeni bir durumla karşı karşıyayız ve bu, daha travmatik bir şey gençler için. Yıllarca okuyup iş bulamamak, 6-7 yıl işsiz kalıp bunalıma girmek... Gençler umudunu kesmiş durumda. Biz, özellikle çalışmamızı buradan yapacağız. Gençliğin temel, ekonomik, geleceğe dair kaygılarını ve demokratik taleplerini, özgürlük taleplerini içeren bir çalışma ve örgütlenme yapacağız. Elbette bunu Emek Gençliğiyle beraber ve gençliğin kendi öz örgütleriyle yani öğrenci örgütlerini, meslek örgütlerini de katarak yapacağız.

Gençlere çağrımız şu: Gençlik muazzam bir tepki biriktirmiş durumda. Özellikle Cumhur İttifakına karşı. Ama gençliğin tepkisi sadece oy bazında, oy vererek cezalandırma biçiminde olmamalı. Gençlik örgütlenmeden, yana yana gelmeden ne ülkeyi değiştirebilir ne geleceği değiştirebilir ne de geleceğine müdahale edebilir. Geçmiş kuşakların örgütlenme geleneğinden öğrenmesi gerekenler var ama kendi yaratıcılığını, dinamizmini ve enerjisini bu mücadeleye katması gerektiğini söylüyoruz. Hiç umutsuz olmasınlar. Gelsinler Emek Partisinde örgütlensinler, burası mücadele okulu. Emek Gençliği saflarına katılsınlar. Bulundukları her alanda kendi örgütlerini kursunlar. Bu ülkeye baksınlar. Bu ülkede milyonlarca işçi ve emekçi, fabrikalarda alınteri dökerek çocuklarını en zor koşullarda yetiştiriyorsa, milyonlarca köylü tarımın bitirilmesine rağmen hâlâ çocuklarına bakma gayreti gösteriyorsa, milyonlarca işsiz çöp konteynırlarını gezip oralardan atık, kağıt, plastik toplayarak gidip çocuklarını doyuruyorsa, bu alınterine, bu çabaya, dirayete bakıp, bu ülkede umut olduğunu görmeleri lazım. Ve kendileri örgütlendiği zaman, işçi sınıfı mücadelesine katıldıkları zaman bu ülkenin geleceğinin değişmemesi için hiçbir neden yok.

ÖNCEKİ HABER

Metal worker’s march on Ankara blocked by police

SONRAKİ HABER

Kayserili kadınlar: "Bir araya gelirsek güçlüyüz"

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa