Ölüm, adın kalleş olsun…
Enver Gökçe 40 kuşağı şairlerindendir. İnançlı ve inatçıdır yani. Şiirinin merkezine insanı koyar ve onun mücadelesiyle, direnişiyle harmanlar şiirini.

Fotoğraf: Wikipedia
19 Kasım 1981 günü ölmüştü Enver Gökçe. Yaşasaydı 100 yaşında olacaktı. Ölümünün üzerinden 39 yıl geçmiş. Enver Gökçe’nin ismini, dizelerini ilk ne zaman zihnime kazımıştım diye düşündüm. Oysa ben Enver Gökçe’nin isminden ya da dizelerinden önce şiirinin melodisi ile, daha doğrusu şiirinden bestelenen ezgilerle tanışmıştım. İlk aklıma gelenler Grup Barandan “Fakültenin Önü”, Ezginin Günlüğünden “Görüş Günü” ve Ahmet Kaya’nın “Katlime Ferman” adıyla söylediği “Turan Emeksiz”, “Gayrı Gider Oldum” adıyla söylediği “Hastir Lan” ve “Yusuf Yusuf” ezgileridir.
Şiirleri ezgilerle buluşmasaydı belki de eksik kalacaktı. Tıpkı “Eğin Türküleri”nin Enver Gökçe’siz öksüz kalacağı gibi.
Enver Gökçe 1920 yılında Erzincan’ın Eğin (Kemaliye) ilçesinin Çit köyünde doğmuştur. 9 yaşında Ankara’ya göç etmiştir. Yetimdir. Ancak Eğin, Enver Gökçe’yi son yıllarına kadar zor zamanlarında bir ana sıcaklığı ile bağrına basmıştır.
Gökçe’nin tüm eğitim yaşamı Ankara’da geçmiştir. Lise eğitimi sonrası Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne girer. Devrimci düşünceyle ve şiirle tanışıklığı da bu yıllara denk gelir. Fakültedeki ilk yıllarında Divan Edebiyatına ve masallara merak salar. Dede Korkut masallarını Türkçeleştirir. Ancak bir yandan devrimci düşünce bir yandan da Nazım Hikmet şiiri ile tanışması onu Toplumsal Gerçekçi bir şair olma yolunda kamçılar. Böylece Enver Gökçe halk şiirinden, divan edebiyatından ve masallardan aldığı sesi ve sözü toplumsal gerçekçi şiirlerinde harmanlar.
İlk şiirlerinden biri Ant Dergisinde yayımlanan “Köylülerime” dir. Dönemin ünlü edebiyatçılarından Ahmet Kutsi Tecer’in bu şiiri beğenmemesi ve Enver Gökçe’ye şiiri bırakıp düz yazıya geçmesini önermesi üzerine “Ben daha kötülerini de yazabilirim.” diyerek şiir yazmaya devam etmiştir.
Enver Gökçe’nin derdi sömürüyledir, derdi savaşladır, derdi yoksullukladır, derdi zulümledir. Bu dertlerin sebebi olan muktedirleri de “Onlar/Yoksul/Eti/Yerler/Ve/İçtikleri/Kandır.” dizeleri ile tanımlar.
Enver Gökçe 40 kuşağı şairlerindendir. İnançlı ve inatçıdır yani. Şiirinin merkezine insanı koyar ve onun mücadelesiyle, direnişiyle harmanlar şiirini.
“Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, ela göz
Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,
Ayın on beşi; / Biz olmasak Taşova'nın tütünü,
Kütahya’nın çinisi, / Yani bizsiz /Anne dizi, kardeş dizi, yâr dizi/Güzel değildir.”
Enver Gökçe'nin şiiri, Muzaffer İlhan Erdost’un tanımlaması ile güz ekini gibidir. İlkyazla birlikte, eriyen karın altından filizlenir. Soğuğa, kırağıya dayanıklıdır. Kurağa dayanıklıdır.
Açmaz/Açamaz/Deme/Hiç
Bir/Zaman/Bu/Nar Çiçeği/Açacaktır
Elbet/Bizim/Caddelerimizde de/Bayram/Olacak
Halkın/Üstüne/Böyle/Kalksa da/Faşist/Namlular
Namert/Ellerdir/En/Sonunda/Bir/Bir/Kırılacak!
40 kuşağı aynı zamanda acının da kuşağıdır. Elbet Enver Gökçe’nin de yolu geçmiştir tabutluklardan, hücrelerden, işkence hanelerden ve cezaevlerinden. İlk tutuklanışı kurucu üyeleri arasında yer aldığı Türkiye Gençler Derneği'nin etkinlikleri nedeniyle “komünizm propagandası yapmak” suçlamasıyla 1947 yılında olmuştur. 3 ay tutuklu kalmıştır. Duruşmada kendini “Türkçü ve Milliyetçi” olarak tanımlayan bir tanığın aleyhine verdiği ifadeye “Sayın yargıcım bu tanığa, bu Türkçü ve Milliyetçi tanığa lütfen sorun. Türk grameri dersinden dört defa sınıfta kaldığı için fakülteden kovulmuş mudur, kovulmamış mıdır?” cevabını vererek mahkeme salonunda gülüşmelere neden olduğu söylenir.
Enver Gökçe’nin yaşamının dönüm noktası 1951 Türkiye Komünist Partisi Tevkifatıdır. Tutuklanan 187 kişiden biridir Enver Gökçe. Toplam 10 yıl ceza alır ve yaklaşık 7 yıl tutuklu kalır. Tutuklu kaldığı sürenin 2 yılını İstanbul Emniyet Müdürlüğünün Birinci Şubesi (Siyasi Şube) olarak kullanılan Sirkeci’deki Sansaryan Hanı’nda geçirir.
Sansaryan Hanı’nda tabutluklar, hücreler ve işkence tezgâhları canından can, etinden et alır Enver Gökçe’nin; hatta sözünden söz de alarak Gökçe’yi sessizliğe mahkûm ettiği de iddia edilir.
Enver Gökçe’nin yolu Sansaryan Hanında fakülte yıllarından, birlikte Divan Edebiyatına gönül verdikleri, arkadaşı İlhan Başgöz’le çakışır. Başgöz o karşılaşmayı YAZKO Edebiyat Dergisinin Nisan 1982 tarihli sayısında şöyle anlatır:
“Enver ile 1953 yılında bir daha karşılaştım. Sansaryan Hanı’nın 3 numaralı odasında Enver, duvar yazıları olarak karşıma geldi. El yazısından hemen tanıdım. Eline nerden kalem geçirmiş de yazmış bilemem. Belki de ifadeni yaz diye vermişlerdir. O da fırsatı kaçırmamış yazmış duvara: ‘Bu dünyayı seninle sevmişim ben, benim sensiz bu dünya nemdir ey dost!’ Sonra İnce Memet türküsünden bir dörtlük ‘Yüce dağ başında bir koca kartal, / açmış kanadını dünyayı örter, / bazı yiğit vardır ölümden korkar, / ben korkmam ölümden er geç yolumdur.’ Enver orada olmalıydı. Kapıya failatün’le vurdum. Biraz sonra 12 numaradan da kapıya aynı ölçü ile vurdular. Enver’in 12 numaralı hücrede kaldığını böylece öğrendim. Bir de Divan Edebiyatının işlevi bitmiş derler.”
“Uğruna çekilen,/Derttir, mihnettir
Senden yana olduğumuz sebeptir/Kardeşçe hayat!”
Tutukluluk yıllarında da üretmeye devam eder Gökçe. Türkçe’ye ilk Pablo Neruda şiirlerini kazandırır ve 1959 yılında çevirileri yayımlanır, Ömer Hayyam’dan rubailer çevirir. Otuz şiirden oluşan “Yusuf ile Balaban Destanı”nı yazar, hatta tüm zorluklarına rağmen cezaevinden dışarı çıkarılmasını da sağlar.
Ancak 7 yıl tutukluluğun ardından Çorum Sungurlu sürgünü, peşini bırakmayan polis sorguları, işsizlik, yoksulluk, yoksunluk ve ilgisizlik zamanla takatini keser. Geçici işler bulabildiğinde Sirkeci’nin pansiyonlarında konaklar. Parası pulu kalmadığında da anasının “Eğin”ine sığınır. Bu ilgisizlik döngüsünde gittikçe erir, küçülür. Küçüldükçe sesini içine akıtır ve suskunluğu çoğalır.
Yaşamının son yıllarında yeniden hatırlanır Enver Gökçe. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın desteği ile cezaevinden kalma yaralarını tedavisi için Bulgaristan’a gönderilir. Yeni bir şiir kitabı çıkarması için destek verilir. Ancak cezaevi sonrasında ne sürekli bir yeri ne de yurdu olmuştur Enver Gökçe’nin. Bu nedenle yaşamı gibi şiirleri de savrulmuştur. Cezaevinden zor şartlarda dışarı çıkarttığı otuz şiirden oluşan “Yusuf ile Balaban Destanı” da kendisi gibi ilgisizliğe “mazhar olmuş” ve zihinlerde kalmış birkaç şiir dışında kaybolup gitmiştir. Eşten dosttan toplanan şiirleriyle 1977 yılında “Panzerler Üstümüze Kalkar” adıyla ikinci şiir kitabı yayınlanır.
Tam da bu dönemlerde içine akıttığı sesi yeniden duyulmaya başlar. İbram Erdem ve Celil Denktaş 1977 yılında Enver Gökçe ile yeğeninin evinde buluşur ve iki gün süren band kaydı ile yaşamını ve şiirlerini kendi sesinden kayda alır (www.envergokce.org). Enver Gökçe tüm yaşadıklarına rağmen bu ses kaydında genç sanatçılara öğüt olarak “İyi bir sanatçı olmak için önce, kendini halkını sevmesi daha doğrusu bu halkın içinden bu halkın en devrimci sınıfına bağlılık göstermesi içtenlikle bunu yapmak şarttır. Hayatı tüm yönleriyle seveceksiniz. İyilik kötülükleriyle, pisliğiyle, fakat seveceksiniz.” der.
Yaşamının son yıllarında yeniden ana “Eğin”ine döner. Tek göz odada yaşamaya çalışır. Ancak yükseköğrenim yapmış, başkentte yaşamış birinin bir köyde ve üstelik de in gibi bir evde yalnız yaşaması garipsenmiş, kuşkulanılmış. Hatta ihbar edilmiş, evi basılmış. Ana “Eğin”inde de huzuru bulamayan Gökçe muhtardan aldığı fakirlik kâğıdı ile Ankara’ya döner ve Seyranbağları Huzurevi’ne yerleşir. Tam da bu günlerde yazar Hastir Lan şiirini…
“…Lan kardaş/Bu nasıl yara/Kanar heryerimden
Döğülmüşüm/Söğülmüşüm /Kovulmuşum/Siktir çekilmişim yani
Kendi özyurdumdan/Bir meri keklik gibi /Çeker giderim”
Faruk Bildirici ve Havva Can’ın Enver Gökçe ile yaptıkları son söyleşide “Size karşı takınılan ilgisiz tavra ilişkin olarak neler söyleyeceksiniz?” diye sorarlar. Hem de buz gibi. Enver Gökçe sesini içine akıtır ve iki damla gözyaşı ile cevaplar bu soruyu.
Yapmak istediği son şey olarak: “Şimdi benim yapmak istediğim bir iş var. 951 Tevkifatını yazmak. Eğer sağlığım el verirse, ömrüm vefa ederse, 951 Tevkifatının destanını yazacağım. Bunun için kafamda bazı tasarılarım vardır. Eğer bu işi başarabilirsem çok mutlu olurum.” demişti Enver Gökçe.
Ama olmadı Gökçe çınar… Ne diyeyim ben şimdi…
“Ölüm, adın kalleş olsun…”
Evrensel'i Takip Et