Herkes borçlu, krediye bağımlı, yarından endişeli
Reçetesi acı, yaşamı asgari kadınlar isimli dosyamızın ikinci gününde “acı reçete”yi, pandemiyi, işsizliği ve asgari ücreti işsiz kadınlarla konuştuk.
Fotoğraf: DHA
Hazırlayan: Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği
Yasemin ÖZDURMAZ
Esenyalı’daki acı reçete ve asgari ücret dosyamıza bugün işsiz kadınlarla devam ediyoruz. Pandemi öncesi hayatta ekonomik kriz, işsizliği giderek kangrenleşen bir soruna çeviriyordu. Özellikle de kadın ve gençler arasında. Pandemiyle birlikte bir yandan ücretsiz izinlerin yarattığı fiili işsizlik artarken öte yandan işsiz kalma, çalışmama emekçiler için adeta bir “lüks” haline geldi. Öyle ki işsiz nüfusun büyük bir kısmı gündelik/yevmiyelik işlerle o günü atlatmaya çalışırken bir yandan da iş arıyor. Buna pandemi öncesi hayatta iş gücüne katılmayan ama pandeminin yarattığı yoksullukla iş aramaya başlayıp bulamayan kadınlar da eklendiğinde tablo tamamlanıyor. Adı: “Acı reçete.”
"EVLENİRSEM ANNEM BABAM GÜVENCESİZ KALACAK"
9 aydır işsiz olan 32 yaşındaki Serpil’in ailesi “çalışan işsizler” tanımına iyi bir örnek. Evdeki tek işsiz kendisi değil, baba da işsiz ama inşaata gidiyor. Anne resmi olarak iş gücüne katılmıyor görünüyor ama o da boş durmuyor: “Annem bu yaşından sonra örgüye başladı, kadıncağız sabahlara kadar lif patik örüyor. Pendik pazarında yaptıklarını 3-5 demeden satmaya çalışıyor.” Resmi tanımlara göre evde bir tek kendisinden 5 yaş küçük kardeşi çalışıyor. 5 kişilik ailenin sosyal güvenlik yükü de şimdilik onun sırtında. Güvencesizlik bağımsız bir hayat kurmanın önünde de engel: “Annem babam bizim sigortamızdan yararlanıyor. Hepimiz evlilik çağında olmamıza rağmen evlenemiyoruz. Çünkü biz evden gidersek onlar tamamen güvencesiz kalacaklar.”
İŞ ARAMAK DA BİR MALİYET
Serpil bir süredir parasızlık ve işsizlik döngüsünde. Parası olmadığı için iş arayamıyor, iş arayıp bulamadığı için parası olmuyor: “Yaklaşık 14 yıldır çalışıyorum. Birçok işte çalıştım ama pandemiyle beraber işsiz kaldım. Birçok iş başvurusu yapmama rağmen işe alınmadım. İşsizlik maaşı da bitti. Ne yapacağımı bilemiyorum artık. Yol parası bile bulamıyorum dışarı çıkıp iş arayayım. İnternetten başvurulara kimse geri dönmüyor. Artık ‘Ne iş olsa yaparım’ diyorum, o noktadayım. Şöyle düzgün maaşı olan bir yer bulabilirsem babamı çalıştırmamayı düşünüyorum. Ama nerdeee… Her şeyden vazgeçtim, günü kurtarmanın derdine düştük.”
Serpil yaşadığı mahallenin yakın tarihinin muhasebesini yapıyor, işsizler günü kurtarma derdindeyken çalışanların da kredilere yetişmeye çalıştığını gözlemliyor: “Ben bu mahallede doğdum büyüdüm. Herkesi iyi kötü tanırım. İnsanların hayatlarına bakıyorum, kimse eskisi gibi değil. Herkesin durumu çok kötü. Evine 3 maaş giren de aynı, girmeyen de aynı. Herkesi borçlandırdılar, kredilere bağımlı hale getirdiler. Ödemeyince hemen kapına dayanıyorlar.”
DOĞUM SONRASI KRONİK İŞSİZLİK SENDROMU
Çocuk doğurmak hâlâ kadınların kronik işsizlik sebebi. Üstelik eldeki diplomalar tek başına çözüm olmuyor. Ama kriz ve pandeminin yol açtığı yoksulluk ailede o zamana kadar hiç çalışmamış olanları ya da uzun zamandır çalışmayanları da iş aramaya itiyor. Tuzla tersanesinin yemekhanesinde çalışan Gıda Mühendisi Handan “doğum sonrası işe dönemeyen işsizler”den. Ekonominin şaha kalktığına hiçbir zaman inanmadığını ifade ediyor. “Orta ve alt sınıf için acı reçete hep vardı. Pandemiyle daha da kötüleşmiştir” diyor.
Gül de üniversite mezunu, 10 yıl özel sektörde farklı iş kollarında çalışmış. İşsizlik kariyeri ilk çocuğu doğduktan sonra başlamış; doğum iznindeyken çalıştığı özel okuldan tazminatı verilerek çıkartılmış. O dönem çocuğuna bakacak kimse olmadığı için evde kalmış, biraz büyüyünce çalışırım demiş ama bu sefer de ikinci çocuğuna hamile kalmış. Çalışmak ile kreş arasında astar-yüz hesabı yapıyor: “Tek maaşla geçinmeye çalışan 2 çocuklu bir aileyiz. Çalışmam için çocuklarıma birinin bakması gerekiyor ve bu bir maliyet. Asgari ücretin AGİ ile beraber 2 bin 500 TL civarı olduğu düşünülürse, çocuğa bakacak kişi anne ya da kayınvalide değilse maaş vermek zorundasınız. Tam güne en az 2 bin lira ya da asgari ücret isteyecek. Ona verince kendine bir şey kalmıyor.”
KADIN İŞSİZLİĞİNİN ‘GİZLİ’ NEDENİ: KREŞSİZLİK
Üstelik çocuklara bakılan onca yılın kadınları istihdamda sıranın sonlarına attığı da bir başka kronik gerçeklik. Gül’ün karşısına da bu engel çıkıyor: “İşsizlik azalıyor deniyor ama başvuru yapıyoruz, yaş sınırı çıkıyor karşımıza. Çocuklardan fırsat bulup çalışmadık. İş ararken kimse çocuklu kadınların koşullarını göz önüne bile almıyor. Maaşlar düşük, işyerlerinin birçoğunda kreş yok. En az 4 bin maaş alabilmeliyim ki evime destek olup çocuklarımı da gözüm arkada kalmadan bırakabileyim.”
Artan geçim maliyeti ile çocuklu bir kadının çalışma maliyeti arasına sıkışıp kalıyor Gül’ün hesapları: “Zamlara göre hesaplı yaşamaya çalışıyoruz. Eşim sabit maaşla çalışıyor, senede bir bile zam almıyor. 1500 TL de ev kredisi ödüyoruz. Çocukların masrafı, gıda gibi acil ertelenemeyecek giderler bitmiyor. Hem hijyeni hem sağlıklı beslenmeyi düşünmek zorunda olduğumuz bir dönemde olduğumuzu düşünürsek 4 kişilik bir aileye kredi ödendikten sonra kalan 3 bin 500 TL maaş. Malesef çoğu zaman sorun oluyor. Anne de çalışabilmeli, bunun önü açılmalı. Evden iş verilebilir kadınlara, bilgisayar üzerinden yapılacak işler çok. Başvuruyoruz birçok işe, hiçbir şekilde dönüş alamıyoruz.”
"ACI REÇETE ZATEN UYGULANIYOR"
İşsiz kadınların “acı reçete” açıklamasını ilk duyduklarında yoksulluk ve asgari ücret geliyor akıllarına. Handan biraz umutsuz; asgari ücretin yoksulluk sınırının (8 bin TL) üzerinde olması gerektiğini düşünüyor ama “Olmayacak biliyorum” diyor. Karamsarlığının sebebi Asgari Ücret Tespit Komisyonu ile ilgili. “Sendikalar işçinin değil hükümetin tarafında olduğu için doğru değil. Yani aslında belki çok minik bir istisna hariç 15 temsilcinin çoğu iktidarı temsil ediyor. Adil ve demokratik değil, iyi bir karar çıkmaz” diyor.
Serpil daha umutvar. O da umudunu emekçilerin ses çıkarması olasılığından alıyor: “Bu hükümet çok uyanık. Her krizi fırsata çevirmeyi iyi biliyor. Alttan alttan acı reçeteyi de bize çok rahat dayatacaklar. Benim acı reçeteyi duyunca aklıma direkt asgari ücret zammı geldi. Bunlar ‘Zam yapamayız, ülke zor durumda’ diyecekler diye endişelendim. Zaten ne zaman zam ayı gelse gündem acayip değişiyor. Asgari ücret de güme gidiyor. Çok güçlü ses çıkartmalıyız. Geçen sene işçiyi resmen sattılar. Zaten bize 1 yıldır acı reçete uygulanıyor. Bu yıl da bizi kandırmalarına izin vermemeliyiz. Kesinlikle asgari ücret 5 binden aşağı olmamalı”diyor.
DİLBÎRÎN: İŞÇİ-İŞSİZ ARASI BİR HAYAT
Her işsizlik oranı açıklamasıyla TÜİK’in güvenirliği yeniden tartışma konusu oluyor. Kime çalışan diyor, kime işsiz diyor, sanırız artık bunu TÜİK de bilmiyor. Zira yurttaş vergilerinden fonlanan devletin istatistik kurumu bugünlerde en önemli işlevi “şahlanan ekonomi” zevahirini kurtarmak. Bu nedenle kalıcı istihdam garantisi olmadan çalışanları da ‘çalışan’ sayıyor. Oysa bu ‘çalışanlar’ işe çağrılmadıkları zaman iş arıyorlar, yani işsizler. Tıpkı bilimin ‘virüs’ denen organizmayı canlı cansız arası bir form olarak tanımlaması gibi. İşte böyle bir organizma olan koronavirüs salgınında işçi-işsiz arası bir yaşam mücadelesi Dilbîrîn’inkisi.
EVLİLİK DENEN HAPİSHANEDE 8 YIL
Dilbîrîn 29 yaşında, 3 çocuk annesi. İki yıl öncesine kadar memleketi Mardin’de yaşıyormuş. Çok genç yaşta nişanlanıp 21’inde evlenmiş. “Ondan sonra hep hapis hayatı yaşadım” diyerek anlatmaya başlıyor: “Evlendiğimin ilk haftası şiddet başladı. Başkalarına sinirlenip benden çıkarıyordu. Bazen yatarken bir bakıyordum, yüzüme yumruklar geliyor uykudayken. Bir aylık evliyken hamile kaldım. Oğlum dokuz aylıkken yine, kızım iki buçuk aylıkken yine. Üç baharım hamile geçti.” Aslında evlenmeden önce de kıskançlık bahanesiyle psikolojik şiddete maruz kalmış. “Bizim oralarda öyledir, bir kez nişanlandın mı bırakamazsın.”
Dilbîrîn evliyken hiç çalışmamış. Bir dönem eşinin ailesinin topraklarından gelen geçimlikle, bir dönem açtıkları kadın giyim mağazasıyla geçinmişler. Bu dönemde eşi tefecilere bulaşmış ve tefecilerin tehditleri yüzünden her şeyi satıp 2 yıl önce Adana’ya yerleşmişler. Ama burada evin ve çocukların tüm sorumluluğunu Dilbîrîn’e bırakıp Antalya’ya gitmiş eşi. Hamamda kesecilik yaparak kazandığı paranın bir kısmını eve gönderiyormuş. Geçtiğimiz mart ayında da Rusya’ya gitmiş, bir hafta sonra pandemi yüzünden her yer kapanınca da orada kalmış. Sonrasında zaten kabus gibi olan her şey daha da kötüleşmiş: “Bütün altınlarımı yedi, hayvanlarımız vardı, keçilerimiz ineklerimiz vardı, hepsini yemiş. Haberimiz yoktu. Ben her şeyi başkalarından öğrendim. İki dairemiz vardı, hepsini aldı. Ondan sonra o yurt dışındayken gittim köyden eşyalarımı aldım. Rusya’dayken kavga ettik.” Eşi ‘Birini bulur seni ona kurban ederim’ diye Dilbîrîn’i aldatmakla tehdit etmeye başlamış. “Zaten hep aldatıyordu” diyor genç kadın, en sonunda da “Boşanacağım, kardeşimsin bundan sonra, namusum değilsin” demiş.
Bunun üzerine çocuklarıyla baş başa kalan Dilbîrîn, bir yıldır geçim için göç ettikleri İstanbul’da yaşayan kendi anne babasının yanına gelmiş 8 ay önce. O sırada eşi boşanmak için türlü bahaneler bulma arayışına girmiş. Zorla Dilbîrîn’in sosyal medya hesaplarına girip oradaki mesajlaşmalarını kullanarak hakaret, tehdit ve şantaja başlamış. Mardin ve Adana’da bulunan dayıları Dilbîrîn’i öldürmekle tehdit ediyor. Her iki kente de dönemiyor. Gönlü Adana’da yaşamaktan yana aslında, “Orada hiç değilse yıllık kira 5 bin. Ama hem dayısı orada hem de benim çalışmam lazım. Orada çocuklara bakacak kimsem yok. Burada annem var” diyor.
TAŞERONDA BÜTÜN KADINLAR BOŞANMIŞ
8 aydır 10 nüfuslu 2 odalı bir evde yaşıyorlar. Kirası 750 lira. Elli yaşındaki babası pandemide yaşlı olduğu için işten çıkarılmış. Erkek kardeşi çalışıyor. “2 erkek bir odada, biz 8 kişi salonda” diye anlatıyor. Son 4-5 aydır İstanbul’da iş arıyor, aynı zamanda lojistik firmalarına depo elemanı sağlayan bir taşeron firmada çalışıyor. Gözü sürekli elindeki telefon ekranında. Yarın işe çağrılıp çağrılmayacağını bir mesajla öğreniyor. Günde gündüz vardiyasında 9 buçuk saat (8.30-18.00), gece vardiyasında 9 saat (18.00-03.00) çalışıyor. Günlük yevmiye 77.5 TL. Ayda ortalama 10-11 gün çalışıyor. Eline en fazla aylık 1000 lira geçmiş şimdiye dek. “Terminal (Barkod okutma) kullanmayı öğrendim aslında. Kalıcı bir iş bulurum diye birkaç firmaya başvurdum ama geri dönen olmadı” diyor ve ekliyor: “Yevmiyeci olduğun için illa ki eziliyorsun, kadrolular gibi değilsin. Mesela dün kadrolularla ben tek çalıştım, onların artıklarını hep bana toplatıyorlar. Kadrolular asgari ücretle çalışıyor, fazla mesaiye kaldıkları için 3 bin-3 bin 500 lirayı buluyor onların aldığı. Erkeklerin yevmiyesi daha fazla, 85 TL. Ağır şeyler taşıyorlar, yük, koli. Onlar palet çekiyor, makine filan kullanıyorlar, jet diye. Aslında kadrolu kadınlar da kullanıyor jet makinesini. Bazı lojistik depolarında bu ağır işleri de biz yapıyoruz.” Kadrolu-taşeron ayrımı kadar kadınların boşanmışlıklarından da kâr devşiriyor kapitalizm; “İşe gittiğim taşeronda bütün kadınlar hep boşanmış, çocuklarıyla evde tek yaşıyor” diye anlatıyor.
Yoklukta çocukların bakımı ve eğitimi büyük dert. Dilbîrîn, büyük oğlunu okula yazdırmış. Evde internet var ama bilgisayar ve tablet yok. Telefondan bağlanıyorlar. Dilbîrîn işteyken ders göremiyorlar. Üstelik ev içi şiddetin yaraları da henüz sarılmış değil: “Geçen gün caminin önünden geçiyorduk. Ezan okundu. Büyük oğlum elini açtı ‘Allah’ım n’olur bizi babamızdan kurtar’ diye dua etti. Ben çok kötü oldum.”
Eğitimini evlilik için yarıda bırakmış, evlilik öncesi flört şiddetine, evliliği boyunca da fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kalmış ve kocasının ortak yaşamlarındaki tüm mali birikimi tükettiği bir kadın Dilbîrîn. İstanbul’a bir aylığına gelmiş ama pandemi çıkınca kalmış. En iyi bildiği iki kente Mardin ve Adana’ya gidemiyor, ölüm tehditi altında. Acilen boşanması gerek ama avukat tutacak parası yok. Pandemi yoğunluğunda baronun Adli Yardım Bürosu üzerinden alabildiği en erken avukat randevusu 28 Ocak’ta. Pandemi, şiddet ve işsizlik hep birlikte bu 29 yaşındaki kadını 10 nüfuslu 2 odalı bir hane ile bugün var yarın yok bir işe sıkıştırmış durumda. İlk hedefi ayrı bir yere taşınmak: “8 senedir hep böyle başkalarının emri altında yaşadığım için kendime ait bir hayatım olsun istiyorum. Şimdi de baskı altındayım, boşanacak kadın bir şey yapamaz, erkek arkadaşı olamaz… Erkekler yapınca normal, kadınlar yapınca suç.” Bağımsız yaşayabilmek için ne kadar gelirinin olması gerektiğini soruyoruz. “En az 5 bin” diyor. Asgari ücret ne kadar olmalı diye sorduğumuzda ise “3 bin-3 bin 500 olsa iyi” diye cevap veriyor.