Maradona’nın bıraktığı miras
Eşi benzeri olmayan bilekleri, Buenos Aires’in gecekondu sokaklarında şekillenen karakteriyle birleştiğinde Napolililer için Maradona gerçek bir kahramana dönüşüyordu.
Fotoğraf: Wikimedia Commons
Burak BAĞÇECİ
Yıldız Teknik Üniversitesi
Dünya futbol tarihinin en büyük isimlerinden biri hayatını kaybetti. En iyi, en başarılı, en yetenekli gibi kavramlar, spor tarihinde her zaman tartışmalı olmuştur ve hemen her branş için tarihte öne çıkan birkaç isim arasında en iyinin kim olduğu konusunda hayranlar tarafından bitmek bilmeyen tartışmalar yapılmıştır. Sporun her branşı da dünyayla birlikte değiştiği için, farklı dönemlerde oynayan sporcular arasında yetenek ve başarı kıyaslamaları yapmak çözülemeyecek bir sorundur çünkü. Ancak, bu en yetenekliler arasından biri ya da birkaçı bazen tarihte öyle büyük bir etki yaratmıştır, kendi döneminde öyle bir fenomen haline gelmiştir ki, onun için konuşmak sporun kendisiyle ilgili kavram ve kıyaslamaların ötesine geçmeyi gerektirir. İşte Maradona, oyunun kendisinin ötesinde, belki de futbolcular arasında tarihe en büyük etkiyi bırakan isimdi.
“DİNİM BOCA, TANRIM MARADONA, MABEDİM LA BOMBONERA”
Arjantin’in yoksul bir gecekondu mahallesinde doğan Diego Armando Maradona’nın hayatı, kendi sözleriyle, futbol topuyla değişmişti. Argentinos Juniors’la başlayan kariyeri, efsanesi olacağı Boca Juniors’la devam etti. Uzun soluklu bir Boca kariyeri olmamasına rağmen Boca’nın efsanesi olmasının alameti farikası belki de kulübün kültürüyle onun sporcu karakterindeki uyumdu. Ailesi bir İtalyan göçmeni olan ve yoksul bir mahallede büyüyen Maradona’nın futbol topuyla yaptığı sihir, İtalyan göçmenlerin kurduğu ve ezeli rakipleri olan River Plate’in aksine emekçilerin takımı olarak bilinen Boca Juniors tribünleri için daha da anlamlı hale geliyordu. Boca’nın meşhur stadyumu La Bombonera stadyumunun girişinde yazan “Dinim Boca, tanrım Maradona, mabedim La Bombonera” sloganı, taraftarlarla kulüp arasında olduğu kadar bir kulüple bir futbolcu arasında kurulan bağın da sadece saha içinde olan bitenle alakalı olmadığının en büyük örneklerinden biriydi.
Doğup büyüdüğü Arjantin’in çok uzağında, Maradona’ya tapılan bir başka coğrafya daha var. Tesadüf değil ki, Maradona’nın tanrıların statüsünde görüldüğü diğer kent de kendi ülkesinde aşağılanan, hor görülen, ötekileştirilen Güney İtalya’nın Napoli’siydi. Maradona, dünyanın en iyisi olarak görüldüğü bir dönemde, Barcelona’dan Napoli’ye transfer oluyor ve kendisine ait olan tarihin en pahalı futbolcusu rekorunu yine kendisi kırıyordu. Napoli, İtalya’nın sıradan takımlarından biriyken Maradona liderliğinde başarıdan başarıya koşuyor, tarihinin en başarılı dönemini yaşıyordu. Kuzeylilerin hakir gördüğü bu kentin halkının bir futbolcuda görmek isteyeceği her şey onda vardı: Adanmışlık, hırs, tutku, inatçılık. Eşi benzeri olmayan bilekleri, Buenos Aires’in gecekondu sokaklarında şekillenen karakteriyle birleştiğinde Napolililer için Maradona gerçek bir kahramana dönüşüyordu.
HERŞEYİYLE GERÇEKTİ,BİZİM GİBİ
Kimilerine göre Maradona’nın bu kadar sevilmesinin sebebi, tek başına, bu dünyadan olmayan yeteneğinin milyonlara verdiği ilham değildi. Yetenekleri ve başarılarının yanında hataları ve başarısızlıkları, emekçilerin onunla kurduğu özel bağın motivasyonuydu. Kahramanlarının da kendileri gibi hatalar yaptığını görmek onunla empati yapmalarını kolaylaştırıyordu belki de. Nitekim Maradona’nın kariyeri kupalar ve gollerden ibaret değildi. Uyuşturucu bağımlılığı, mafyayla ilişkileri hep tartışıldı. Kariyeri inişler ve çıkışlarla doluydu, dipler ve zirveler peş peşe geliyordu. Onun hayatı, sermaye dünyasında pazarlanan, kişisel gelişim hikayelerine meze edilen ünlülerin yarattığı illüzyondan farklıydı. Her şeyiyle gerçekti, bizim gibiydi.
Kariyerinin zirvesindeyken oynadığı 86 Dünya Kupası’ndaki meşhur İngiltere maçı, Maradona’nın hikayesinin bir özeti gibiydi. Falkland Savaşı’nın etkilerinin gölgesinde yapılan maçta Maradona’nın eliyle attığı golle Arjantin öne geçiyordu. Ardından Maradona bu kez İngiltere savunmasını tek başına ipe dizerek ikinci golünü atıyor, Arjantin İngiltere’yi eliyordu. Maradona’nın “O el benim değil, Tanrı’nın eliydi” açıklaması tarihe geçerken Maradona aynı maçta, hem futbol tarihinin en büyük skandallarının hem de en güzel gollerinin birinin başrolündeydi. Her zamanki gibi…
BAŞ EĞMEYEN KARAKTERİ EGEMENLERİN HOŞUNA GİTMEDİ
Maradona milyonların kahramanıydı ama kuşkusuz her yönüyle örnek alınabilecek biri değildi. Ancak onun egemenler tarafından kötü adam olarak gösterilmesinin, medyanın bu kadar üstüne gitmesinin başka sebepleri de vardı. Üstüne gidilmesinde kendi hatalarının payı elbette vardı, ama gecekondu sokaklarında şekillenen baş eğmeyen karakteri de egemenlerin hoşuna gitmiyordu. Bu yüzden medyayla da arası hiç iyi olmadı. Öyle ki Maradona, futbolun “patronu” FIFA’nın en büyük düşmanlarındandı. Futbolcuların haklarının güvence altına alınması gerektiğini her fırsatta dile getiriyordu. Sporu şekillendirmeye başlayan ticari kaygıları eleştiriyor, sporun içinde dönen büyük paraları ve bunun yol açtığı sorunları sorguluyordu. Sahadaki isyankâr tavrı, saha dışına da yansıyordu. İşçi ve emekçilere şükretmeleri yönünde telkinlerde bulunan Vatikan’ın altın çatılarını eleştiriyordu. Bir Güney Amerikalı olarak, ömrünün sonuna kadar Amerikan emperyalizmine karşı çıktı. Güney Amerika’nın anti-emperyalist, halkçı yönetimlerini desteklemekten hiç çekinmedi. Bir röportajında Amerikalıların kendisine ödül vermek istediğini söylerken “Onlara diyorum ki ödülünüz sizin olsun! Ben Kübalıların verdiği ödülü alacağım” diyordu.
87 yılında Fidel Castro ile tanıştığını ve ona aşık olduğunu anlatan Maradona, babam dediği Castro’nun ölümünden 4 yıl sonra, aynı gün hayatını kaybetti. Arkasında bıraktığı miras, futbol topunun çizgiyi geçip geçmediğiyle belirlenen oyunun çok ötesinde.