Araftakiler: Mülteciler
Tüm zamanlarda olduğu gibi burjuvazinin ve kapitalistlerin karı için hareket eden devletin bu hayal dışında mültecileri ucuz işçi rezervi olarak görmesi de mültecilerin ülkeye giriş iznini hızlandırdı
Arşiv | Fotoğraf: Pixabay
Kerem ÖZDAMAR
Ufuk Üniversitesi
Mültecilere yönelik nefret söylemi ve şiddet tüm Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de hızla artmaya devam ediyor. Bu şiddet zinciri iş arkadaşları tarafından darp edilen mülteciden, polis kurşununa hedef olan Ali El Hamdan’a kadar uzanıyor. Daha iyi şartlar için, geride bıraktıkları ailelerine bakmak için ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan mülteciler Türkiye’de de aradıklarını bulamadılar. Bir yıl içerisinde birçok mülteci, kapitalist birikimin kayıt dışı çarkında iş cinayetinin kurbanı oldu. Bu olaylar arasında en yürek yakanı ise ocak ayında Ankara Mobilyacılar Sitesi’nde çıkan yangında beş Suriyeli mültecinin hayatını kaybetmesiydi. Zorlu şartlar altında, ölüm tehlikesi ile burun buruna bir yaşam savaşı veren mültecilerin başında Suriyeliler gelse de Afganlar ve Tacikler de aynı koşullar altında eziliyor.
Başta İstanbul olmak üzere bulundukları şehirlerde yoksul mahallelerde yaşamaya mecbur bırakılıyorlar. Kömürlükten bozma izbe evlere fahiş kira bedelleri ödeyen mülteciler, kapitalist sömürünün altında yerli işçilerle birlikte yaşam savaşı veriyor. Patronların işçileri işten çıkarmasının sorumlusu olarak mülteciler hedef gösteriliyor. Yerlisi, yabancısı fark etmeksizin işçi sınıfının kanını sömüren kapitalistler, mültecileri sürükledikleri yaşam savaşı yetmezmiş gibi ırkçılığı da körükleyerek nefret söylemine ve şiddete maruz kalmalarına da sebep oluyorlar. Hrant Dink Vakfı’nın yayınlamış olduğu “2019 yılı Nefret Söylemi ve Ayrımcı Söylem” raporuna göre Suriyeliler, 2019 yılında 760 kez nefret söylemine maruz bırakıldı. 68 kez de mülteciler nefret söyleminin konusu oldu. Nefret söylemleri medyada da yer bulurken haberlerde Suriyeliler ve mülteciler güvenlik sorunları ile bağdaştırıldı, ekonomik sıkıntılardan ve işsizlikten sorumlu tutuldu. Demografik yapıya tehdit oluşturdukları iddia edildi.
IRKÇI SİYASETİN HALKA ETKİSİ
Irkçı siyasetin başını çektiği düşmanlık, yalan haberler ve sürekli hedef göstermeyle artıyor. Ekonomik şartların da bu duruma yol açtığı aşikâr. Mülteciler işsizlik ve ekonomik krizle boğuşan öfkeli genç nüfus tarafından suçlanırken, milliyetçi partilere mensup milletvekillerinin ırkçılık kokan açıklamaları bu ortamı körüklüyor ve bu öfke fiziksel şiddete dönüşüyor. Yayılmaya devam eden “1000 TL yardım alıyorlar”, “en iyi üniversitelere sınavsız giriyorlar” gibi haberler sürekli yalanlansa da galat-ı meşhur lügat-fasihten evladır tabirinin iyice yer bulduğu bu dönemde faydalı olmuyor.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE MÜLTECİLER
Yeni Osmanlı hayali ile Şam’da namaz kılma politikasının popüler olduğu zamanlarda iç savaştan ve IŞİD teröründen kaçan birçok mülteci Türkiye’ye sığındı. Tüm zamanlarda olduğu gibi burjuvazinin ve kapitalistlerin karı için hareket eden devletin bu hayal dışında mültecileri ucuz işçi rezervi olarak görmesi de mültecilerin ülkeye giriş iznini oldukça hızlandırdı. Batı’nın da ikiyüzlülüğü ile “Avrupa’ya göndermeyin, ihtiyaçları için ödeme yapalım” kisvesi altında yardım alan devlet, Avrupa ile fikir ayrılığına düştüğü her durumda mültecileri bir koz olarak kullandı. Mart 2020’de mülteciler otobüslerle taşınıp sınıra bırakıldı. Sınırı geçebilenleri vahşi Yunan polisi şiddeti karşıladı. Mülteciler uzun bir süre iki sınır arasında adeta arafta kaldı. Suriyeliler dışında apartman bodrumlarında hayat mücadelesi veren diğer mültecilerin durumu ise değişmedi. İş cinayetine kurban gittiler, sınır dışı edilme korkusu yaşadılar ve insanlık dışı muamele altında çalışıp çok az ücret aldılar. Tacikler ve Afganların başı çektiği mülteci gruplar, evlerine ekmek götürebilmek ya da Avrupa’ya gidebilmek uğruna insan tacirlerinin kurbanı oldular. Ege Denizi’nde ve Van Gölü’nde birçok mülteci hayatını kaybetti.
Bu şartlar altında yaşamaya devam eden mültecilerin gelecekleri ise belirsiz bir durumda. Çoğu mülteci iyi bir yaşam umudunu kaybetmiş halde yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Tek başlarına verdikleri mücadele, patronlar ve patronlar iktidarının sömürüsü ve baskıları karşısında yok oluyor. Bu nedenle durumlarının iyileşmesi zor görünüyor. Fakat insanca bir yaşam için mülteci işçi sınıfı ve yerli işçi sınıfının birlikte olup sömürü düzenini yıkmaktan başka çaresi yok. Ancak bu şartlar dahilinde güzel günlere ulaşacaklar.