Pandemide hak ihlalleri arttı, salgın bahane haline getirildi
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü vesilesiyle açıklama yapan hak örgütü, sendika ve meslek odaları temsilcileri, pandemi bahane edilerek insan haklarının ayaklar altına alındığına dikkat çekti
Hülya Ulaşoğlu | Fotoğraf: Eda Aktaş/Evrensel
Buse VURDU
Eylem NAZLIER
Ankara-İstanbul
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edildiği gün olan 10 Aralık’ta Dünya İnsan Hakları Günü 1948 yılından bu yana her yıl kutlanıyor. Bu yıl kovid-19 pandemisinin gölgesinde kutlanan Dünya İnsan Hakları Günü’ne, beyannamenin “Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır” denilen 3. maddesinin salgın yönetimi nedeniyle birçok alanda ihlal edildiği bir süreçte giriliyor.
Bir yanda iktidarın “Çarklar dönecek” inadı yüzünden kapatılmayan fabrika ve işyerlerinde çalışmaya zorlanan; yangın yerine dönen fabrikalarda ya açılıktan ya da pandemiden ölüm arasında seçime zorlanan işçi ve emekçilerin, bir yanda da pandemi yönetiminin iyi idare edilmemesi ve gerekli koruyucu önlemlerin alınmaması nedeniyle hastanelerde hayatını kaybeden, Kovid-19’a yakalanan sağlık emekçilerinin yaşam hakkı ihlal ediliyor. Cezaevlerinde tahliye edilmeyen yüzlerce ağır hasta tutuklu ölümle burun buruna bırakıldı. Eğitimde, yüz yüze ya da uzaktan eğitimde yaşanan alt yapı yetersizlikleri ve yoksulluk nedeniyle milyonlarca öğrencinin eğitim hakkı gasbedildi.
Salgın bir güvenlik sorunu olarak ele alındığı için tüm alanlarda insan hakkı ihlalleri yaşanırken pandemi bahane edilerek birçok demokratik hak talebinin de önüne geçilerek yaşam, hürriyet ve kişi emniyeti hakkı ihlal edildi.
Pandemi ile geçen son bir yıldaki insan hakları ihlallerini değerlendiren İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konsey Başkanı Şebnem Korur Fincancı, DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, pandemi sürecinde yaşanan insan hakkı ihlallerine dikkat çekti.
‘İNSAN HAKLARININ TÜMÜNDE İHLALLER YAŞANDI’
İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, dernek olarak bu yılki İnsan Hakları Haftası’nda “Kovid-19 Pandemisinde İnsan Hakları Nefes Aldırır” diyeceklerini söyledi. İnsan haklarının kişisel, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel haklar ve dayanışma hakları olarak bir bütün olduğunu ifade eden Türkdoğan, pandemi sürecinde bu hakların neredeyse tümünde ihlaller ile karşılaşıldığını dile getirdi. Türkdoğan, pandemi sürecinde özellikle ülkelerin sağlık altyapılarının eksikliğinin ve yurttaşların sağlık haklarının güvencede olmadığının ortaya çıktığına dikkat çekerek, “Bu aslında ciddi bir hak ihlali; çünkü yurttaşlar devlete vergi ödüyor ve devletin birincil görevi onları korumak. Fakat devletler bugün artık bir güvenlik devletine dönüşmüş durumda. Ekonomik kaynaklar yurttaşları korumak yerine silahlanmaya, güvenlik harcamalarına ayrılıyor” dedi.
‘EĞİTİM HAKKI EN BÜYÜK DARBELERDEN BİRİNİ ALDI’
Bu süreçte en büyük darbeyi alan haklardan birinin de eğitim hakkı olduğunu ifade eden Türkdoğan, “Eğitimde fırsat eşitliği zaten yoktu, eşitsizlik giderek arttı. Uzaktan eğitime erişim çok ciddi bir sorun haline geldi. Yoksul ailelerin çocukları, teknolojik imkanı olmayan ailelerin çocukları eğitime erişemediler. Bu durum bir kuşağı çok ciddi anlamda olumsuz etkileyecek. İmkanı olan bu haktan yararlanabildi, imkanı olmayan yararlanamadı ve bir uçurum oluştu” dedi.
‘DAHA FAZLA HAK SİYASETİNİN YAPILMASI GEREKİYOR’
Yurttaşların ekonomik haklar bakımından da ciddi ihlallerle karşılaştığını dile getiren Türkdoğan, işçilere dayatılan zorla çalışma ve kısa çalışma ödeneğinin bunun en açık örneği olduğunu ifade etti. Türkdoğan, kapitalist sistemin insanların asgari bir yaşam standardında yaşamasını sağlayamadığına dikkat çekerek “Şu an pandemi sürecindeyiz, geçecek belki ama şunu konuşmak gerekiyor: ‘Bu devletler bizim sağlık hakkımızı, eğitim hakkımızı, sosyal güvenlik hakkımızı ve çalışma hakkımızı ne kadar yerine getirebildi?’ Bundan sonraki iktidarlar için de bu soruyu sormak gerekiyor. Yani ‘Bir kriz halinde bizim haklarımızı ne kadar savunacaksın?’ dememiz gerekiyor. Tam da bu noktada kapitalizmin eleştirisini yapmadan insan haklarını konuşmak yeterli olmuyor. Daha iyi bir sistem nasıl kurulur bunun tartışılması gerekiyor. Bu nedenle de daha fazla hak siyasetinin yapılması gerekiyor.” diye konuştu.
'SALGIN BİR GÜVENLİK SORUNU GİBİ ALGILANDI’
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı ise pandemi sürecinde tüm alanlara yayılan hak ihlallerini görmenin mümkün olduğunu ifade etti. Salgının bir güvenlik sorunu gibi algılanıp İçişleri genelgeleriyle kontrol edilebileceği yanılsamasına girildiğini dile getiren Fincancı, bu süreçte pandemi kötüye kullanılarak birçok demokratik hak talebinin de önüne geçildiğine dikkat çekti.
‘KOCAMAN BİR YALANLA KARŞI KARŞIYA OLDUĞUMUZ ORTADA’
Salgın sürecinde özellikle yaşam hakkı, sağlığa erişim hakkı ve hakikati bilme hakkında ciddi sorunlar yaşandığını ifade eden Fincancı, “Önlenebilir ölümlerle karşı karşıya kalındı. Zamanında alınmayan tedbirler nedeniyle insanların kaybedilmesiyle karşı karşıya kaldık. Salgının uygun şekilde yönetilememesi nedeniyle hastaneler ciddi bir yük altında kaldı. Farklı nedenlerle sağlık hizmeti alma ihtiyacı duyan insanlar sağlığa erişim hakkından yoksun kaldı ve bazı durumlarda hayatlarını kaybetti. Bizim bu süreçte hakikati bilme hakkımız da ihlal edildi. Gerek ölüm sayıları, gerek vaka ve hasta sayılarıyla ilgili kocaman bir yalanla karşı karşıya olduğumuz ortada” diye konuştu.
‘YARATILAN GÜVENSİZLİK AŞIDA DA ŞÜPHEYE NEDEN OLUYOR’
Sağlık Bakanlığının pandemi sürecinde yarattığı güvensizlik nedeniyle bugün insanların aşılama çalışmalarına da şüpheyle yaklaşabildiğini dile getiren Fincancı, bunun ortadan kaldırılabilmesi için Bakanlığın adım atması gerektiğini anlattı: “Ortaya çıkan bu güven eksikliğini mutlaka onarmak zorundalar. Yoksa bütün toplumun aşılamayla ilgili görüşünde ciddi sıkıntılar olacak. Oysa biz biliyoruz ki aşı candır, bağışıklama hayat kurtarır. Sağlık Bakanlığı’nın bütün verilerini, yaptığı işleri ve attığı adımları şeffaflıkla toplumla paylaşma sorumluluğu vardır. Ama onun ötesinde sağlık emek-meslek örgütleriyle, bağımsız bilimsel yapılarla paylaşma sorumluluğu vardır ki toplum doğru ve bağımsız bir değerlendirmenin yapılabildiğine güven duysun ve aşılama konusunda gerekli doğru adımlar atılabilsin” dedi.
‘KİŞİSEL KORUYUCU DONANIMA ERİŞİMDE SORUNLAR ÇÖZÜLMEDİ’
Pandemi sürecinde sağlık emekçilerinin yaşam ve çalışma koşullarının da oldukça ağırlaştığını hatırlatan Fincancı, salgının başından itibaren kişisel koruyucu donanıma (KKD) erişim ve malzemelerin niteliği konusunda sıkıntılar yaşandığını dile getirdi. Fincancı, sağlık emekçilerine verilen maskelerin bir kısmının standartlara uygun olmaması nedeniyle bugün kimi sağlık emekçilerinin bu malzemeleri kendilerinin karşılamaya çalıştığını söyledi.
‘SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN YÜKÜ ARTTI’
Sağlık emekçilerinin çalışma saatleriyle ilgili de büyük sorunların olduğunu ifade eden Fincancı, “Çalışma süreleri çok uzun tutulduğu için viral yükün arttığını gördük. Dönüşümlü çalışma sistemine geçilmesi gerekiyor ancak oluşan yük nedeniyle hastaneler dönüşümlü çalışmaya geçemediler. Hatta eğitim-araştırma hastanelerinde farklı alanlarda uzmanlık eğitimi alan tıpta uzmanlık öğrencileri, Kovid-19 servislerinde çalıştırıldılar, çalıştırılmaya devam ediyorlar. Yeni bir düzenlemeyle bir yıl içinde iki kez üçer ay görevlendirme yapılabileceğine dair bir durum ortaya çıktı. Bu da ayrıca eğitim hakkının ihlali anlamına geliyor ve toplumun sağlık hakkına yönelik de ihlal edici niteliği de var” diye konuştu.
‘CEZAEVLERİNDE UYGUN KOŞULLAR YARATILMADI’
Pandemi sürecinde cezaevlerinde de ciddi hak ihlalleriyle karşı karşıya kalındığına dikkat çeken Fincancı, “Sağlığa erişim hakkıyla ilgili ciddi kısıtlamalar söz konusu oldu. Örneğin herhangi bir sağlık sorunu nedeniyle hastaneye gitmesi gereken pek çok olguda, 14 günlük karantina süreçleri nedeniyle hastaneye gitme oranlarının düştüğünü gördük. Bu insanların bir kısmı ciddi sağlık problemleri olan ve bakımlarını tek başlarına sağlayamayacak insanlardı” dedi.
‘DEVLET VATANDAŞINI NE İÇERİDE NE DIŞARIDA KORUDU’
Yurttaşların maske ve dezenfektana erişimi noktasında da ciddi sorunlar yaşandığını dile getiren Fincancı, bu malzemelere erişemeyecek kesimler açısından pandemi sürecinin oldukça zorlu geçtiğini dile getirdi. Fincancı, devletin karşılaması gereken bu malzemelerin yurttaşlar tarafından karşılanmaya çalışıldığını ifade ederek, “Ama devlet bunu başaramadı. Yani vatandaşını ne içeride ne dışarıda koruyamadı” diye konuştu.
'İKTİDAR VE SERMAYE PANDEMİYİ FIRSATA ÇEVİRDİ'
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Türkiye'de pandemi döneminde de bütün ekonomik krizlerde olduğu gibi iktidarın bütün politikalarının sermayeden yana olduğuna dikkat çekerek, "Pandemi döneminde iktidarın politikaları işçilerin, emekçilerin, işsizlerin, halkın haklarını koruyan, işini, gelirini güvence altına alan politikalar olarak değil, sermayeyi korumaya yönelik şekillendi. Hatta iktidar sermaye açısından pandemiyi fırsata çevirmeyi hedefleyen politikalar hayata geçirmeyi hedefledi. Bunun sonucunda Türkiye tarihinde en büyük istihdam kaybını yaşıyoruz. Binlerce işyeri kapandı. İşsizlikte olumsuz tablo çok daha derinleşti, gelir dağılımındaki adaletsizlik daha da derinleşti Türkiye'de. Sendikal haklar başta olmak üzere çok ciddi bir biçimde baskı altında olan sosyal haklar pandemi gerekçesiyle daha da fazla iktidar tarafından baskılanmaya çalışıldı. Hak aramanın, grev yapmanın, sendikalaşmanın her türlü baskı aracıyla önüne engeller çekildiği bir dönemi yaşıyoruz ama aynı zamanda da işsizlik ve istihdam kaybı başta olmak üzere emekçilerin çok ciddi bir biçimde yoksullaştığı, alım gücünün düştüğü bir süreci yaşıyoruz. Tam böylesi dönemde asgari ücret konuşuyoruz. 2021 asgari ücretini bu koşullarda konuşuyoruz. Yine pandemi gerekçe yapılarak ücretlerini daha fazla baskı altına alınması, aşağı çekilmesi yönünde bir düşüncenin aracı haline getiriliyor. Tam tersine böylesi bir süreçte daha fazla sosyal devlet, daha fazla sosyal hak işçiyi, işsizi, emekçiyi koruyacak politikalara ihtiyaç olduğunu savunuyoruz, bunu mücadelesini veriyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
‘EMEKÇİLERİN HAKLARI HEDEFE KONDU’
Çerkezoğlu, Türkiye'de ve Dünya'da özellikle işçi sınıfı eşitlik, özgürlük, adalet, barış, insan onuruna yarışır bir yaşam için ve bütün bunların güvencesi olacak demokrasi için mücadeleye devam ettiğinin altını çizdi. Çerkezoğlu son olarak şunları söyledi: "İnsan hakları dediğimizde onun bir parçası da sosyal haklarıdır, sosyo-ekonomik haklarıdır, işçi haklarıdır. Özellikle çalışma hakkı, sendikalaşma hakkı, insan onuruna yarışır bir ücret, sosyal güvenlik hakkı, emeklilik hakkı gibi temel haklar sosyo ekonomik haklar, işçi hakları yıllardır işçi sınıfının temel talepleridir. Ve onun sonucundan bütün dünyada sosyal hakların, insan haklarının bir parçası olduğu kabul edilmiştir. Özellikle neoliberalizmle beraber aslında bu sosyal haklar çok ciddi bir biçimde tehdit altında. Ekonomik krizler ve son olarak da yaşanan pandemi emekçilerin haklarını çok ciddi bir biçimde ortadan kaldırmayı hedefledi ve bu süreçte pandemiyle birlikte hak kayıplarının daha da net bir biçimde görünür olduğu bir süreçi yaşıyoruz. Ekonomik kriz ve pandemi süreci bir kez daha göstermiştir ki işçi sınıfının, emekçilerin daha fazla sosyal hakka ihtiyacı var. Sosyal haklarında daha fazla güvenceye ihtiyacı var. Bu nedenle o haklar talebinde eşitlik, özgürlük, adalet, barış ve kardeşlik mücadelesine ve tabiki emeğin hak ettiği değeri gördüğü, ürettiğimiz değerin hakça paylaşıldığı bir emeğin Türkiye'si ve emeğin dünyası mücadelesini omuz omuza büyütüyoruz."
‘ÖRGÜTLENMENİN ENGELLENDİĞİ YARGININ SİYASALLAŞTIĞI SÜREÇTE İNSAN HAKLARINDAN BAHSEDİLEMEZ’
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, ülkede adı konmamış OHAL rejimi olduğuna dikkat çekti. Koramaz, "İlan edilmemiş bir sıkıyönetim düzeni fiilen işletiliyor. Yargının tamamen siyasallaşırıldığı, iktidarın cezalandırılma aracına dönüştüğü, parlamentonun etkisizleştirildiği tek adam rejimi ile idare ediliyor ülke. Böylesi bir rejim içerisinde devlette, yeniden yapılandırıldı. Mahkemeler hukukun gereklerini yerine getirmiyor. Tüm toplumsal kesimler gibi mühendisler, mimarlar da baskı rejiminden etkileniyor" diye konuştu.
Koramaz, "Örgütlenme hakkının her türlü önüne engel konulduğu, basın açıklamalarının yasaklandığı, sendikalara üye olan işçilerin, işten atıldığı, yargının da tamamen siyasallaştığı bir süreç içerisinde temel insan haklarından bahsetmek mümkün değil. Biz de insanca yaşanacak bir ülke istiyoruz, demokratik bir ülke istiyoruz, barış içinde yaşayacağımız bir ülke istiyoruz. Çevreye doğaya karşı işlenen suçlara son verilmesidir, geleceğe güvenle bakabileceğimiz bir ülke için tüm toplumsal kesimler gibi dünya insan hakları gününde bir meslek kuruluşu olarak üzerimize düşen görevleri yerine getireceğimize, bu çerçevede mücadele edeceğimize kamuoyu ile paylaşırız" dedi.
‘MADENCİLİK, ÜLKENİN GELECEĞİNE YÖNELİK TEHDİT’
Ülke ekonomisinin, rant ekonomisi ile yürütüldüğünü söyleyen Koramaz şu ifadeleri kullandı; "Ülkemizin doğal varlıkları, çevresel değerler bir ticari alanı olarak görülüyor. Türkiye'nin birçok yerinde özellikle altın madenciliğin ülkenin geleceğine, ormanlarına yönelik yarattığı tehdidi hep beraber görüyoruz. Bizler bunlara yönelik hukuki davalar açıyoruz, dava süreçlerini takip ediyoruz. Pek çok kazanılan davanın gerekenlerin yapılmadığını, hukuksuz bir şekilde ruhsat sürelerinin, arama izinlerinin uzatıldığını görüyoruz. Tekil örnekler değil ülkenin hemen hemen her tarafında yaşanıyor bu gelişmeler. Çünkü ülke ekonomisi böylesi bir tercih üzerine konulmuş durumda. Çevrenin doğal kaynakların hepimizin ortak mekanlarını ranta çevrilmesi üzerine kurgulanmış bir ekonomi modelinin sonuçları ülkemizde yaşananlar. Bizler her zaman olduğu gibi geçmişten bugüne savunduğumuz ülkenin kaynaklarının ülke halkının bu ülkede yaşayan insanların yararına yönelik planlamacı, kalkınmacı bir anlayışla değerlendirmesine. Ülkedeki zenginlikleri de bu ülkede yaşayan yurttaşlara adil bir biçimde paylaşılmasını istiyoruz. Biz mühendisleri mimarlara bu emek karşıtı politikalardan etkileniyoruz" değerlendirmesinde bulundu.
TÜRKİYE İNSAN HAKLARININ İHLAL EDİLDİĞİNE İNANANLARIN YÜZDESİ 82,3
Uluslararası Af Örgütü insan hakları algısı araştırmasına göre Türkiye'de toplumun yüzde 34,6'sı insan haklarının sık ihlal edildiğini, yüzde 47,7’si bazen ihlal edildiğini düşünüyor. Yüzde 9,8’i ise hiç ihlal edilmediğini düşünüyor.
Türkiye'de toplumun yüzde 81,10'u temel hakların tüm insanlar için geçerli olduğunu düşünüyor. Her 100 kişiden 11’i, temel hakların tüm insanlar için geçerli olmadığını düşünüyor.
Türkiye'de toplumun yüzde 46,7'si "Polisin gözaltına aldığı kişilere şiddet uygulama hakkı vardır." ifadesine kesinlikle katılmadıklarını dile getirirken yüzde 28.9’sı katılmadığını belirtiyor. Toplamda yüzde 75,6'sı ise polisin gözaltına aldığı kişilere şiddet uygulama hakkı olmadığını düşünüyor. 15,6’sı ise bu ifadeye katılıyor
Uluslararası Af Örgütü'nün araştırmasına göre kişilerin %43,4'ü sosyal medyada düşüncelerini rahatça ifade edemediklerini dile getirdi. Yüzde 38,4’ü ise düşüncelerini rahatça ifade ettiğini belirtti.
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI ENDEKSİNDE SON SIRADA
Friedrich Naumann Vakfının İnsan Hakkı Endeksine göre Türkiye 31 Avrupa ülkesi arasında 3,77'lik indeks puanıyla insan haklarında son sırada yer alıyor. Türkiye endeksin son üç sırasını Azerbaycan ve Rusya ile paylaşıyor. Endiksin ilk üç sırasında ise İzlanda, Finlandiye ve İsveç var.