Pis değil mis: Feramuz Pis!
Kübra Yeter; Tiyatro Dea'nın "Feramuz Pis!" oyununu yazdı.
Fotoğraf: Emre Durmuş
Kübra YETER
2020 tiyatrolar için çok çetin geçti, geçmeye de devam ediyor. Fakat yılın karmaşasına inat “İçlerine düşen bir fikrin peşinden” gitmek isteyenler de oldu. Tiyatro Dea, tiyatro yapmanın “deli işi” görüldüğü 2020’de kurulan bu ekiplerden biri. Oyun sanatına gönül veren bir grup insan tarafından kurulan Tiyatro Dea, ilk oyunları Feramuz Pis!’le seyircisine “merhaba” dedi. 29 Kasım’da prömiyerini Fişekhane’de gerçekleştiren ve henüz iki defa sahnelenen oyun, ocak ayında seyircisiyle buluşmayı planlıyor. Feramuz Pis! şimdilik koronavirüs engeline takılsa da sahnelerde temsiline az rastladığımız özel kahramanı Feramuz’la birlikte önümüzdeki günlerde sıkça karşımıza çıkacak.
Oyun bizi, Mardin’den göçüp İstanbul Feriköy’de yaşamaya başlayan Süryani bir ailenin evine konuk ediyor. Beş kişilik mütevazı bu ailenin yaşam telaşesine kah eğlenerek kah iç çekerek ortak oluyoruz. Kimilerinin karşılaştıklarında sahte bir acımayla üstlerinden kendini olumladığı o aile karşımızda duruyor. Evin “güneş yüzlüsü”, doğuştan özel gereksinimli bir genç olan Feramuz, bize kendi gözüyle dünyayı nasıl da anlamlandıracağımızın ipuçlarını veriyor. Sema Elcim’in yazdığı Oğuz Utku Güneş’in yönettiği Feramuz Pis!’te karakterlere Çiçek Dilligil, Çağdaş Tekin, Aybanu Aykut, Batur Belirdi, Melisa Berberoğlu ve Burak Uyanık hayat veriyor.
GÖRMÜYORUZ, DUYMUYORUZ, BİLMİYORUZ
Oyunda Feriköy’de, aile yadigarı bir evde yaşayan ve ne olursa olsun hayata karşı bir arada durmaya çalışan insanlarla tanışıyoruz. Canını dişine takan ve kendini yavrularına adayan çilekeş bir anne Zahide ve evin belki de en etkisiz elemanı baba Nebil. Diğer tarafta ebeveynlerinden ilgi beklerken çocukluklarını sandığa gizlemiş Can ile kız kardeşi Emel. Yaşam koşulları her birinin karakterini başka başka şekillendirmiş. Hepsinin ayrı bir derdi ayrı bir sorumluluğu var. Fakat yine çoğu yük annenin omuzunda toplanıyor. Türkiye’de kadına atfedilen ne varsa Zahide’nin üstünde. Çocuklarla ilgilen Zahide, evi çevir Zahide, aileyi düşün, eski komşun Bahriye’nin ağzına laf verme; yürekten sev, çok sev… Babanın ruhu tükeneli yıllar olmuş. Evlatlarıyla tek iletişim aracı loto için sorduğu rakamlar. Feramuz ise evin büyüyememiş ilk çocuğu. Mental retardasyonla dünyaya gelmiş çocuklardan sadece biri. Otizmli değil fakat otizm spektrum bozukluğuna sahip. Bu bozukluğun nedeni tam manasıyla bilinmese de daha çok akraba evliliğinde veya fetüsün gelişimi sırasında meydana geldiği düşünülüyor. Feramuz’un özel bakıma ve dikkate ihtiyacı bu yüzden. Oyun özel bir çocuğa sahip ailenin iç dünyasını bizlere tam da bu dönemde açtığı için kıymeti hak ediyor. Çünkü engelli bireyler başka ülkelerin olduğu gibi coğrafyamızın da bir gerçeği. Her ne kadar sadece özel günlerde isimleri anılsa da gün sonunda şenlik dağıldığında bu bireyler ve aileleri yalnızlıklarıyla baş başa bırakılıyor. Pandemi koşullarında bile yetkililer üç maymun oynamaya devam ediyor. Feramuz, kendi düş gözünden, dünyalarına uzak olduğumuz o hayatları yeniden hatırlatıyor.
Öte yandan hikayenin arka planında bu topraklarda uzun yıllar yaşamış fakat hem inançları hem de kimliklerinden dolayı ötekileştirilen ve her yanı dökülen bir evde yoksullukla baş etmeye çalışan bir aileyi görüyoruz. Özellikle evin diğer oğlu Can’ın Müslüman ve zengin bir kıza aşık olmasıyla başlayan olaylarda gericiliğin içimize gizlice işlenmiş boyutu gözler önüne seriliyor. Can’ın aşık olduğu kızın annesi Bahriye “El alem ne der” vurgusundaki cismi bilinen ama kendisi görünmeyen el alemlerden biri. “Biz eski dostuz” diyerek Zahide’yi bu birlikteliğin olmaması gerektiğine ikna etme çabası seyirciye ötekileştirmenin “iyi niyet taşlarının” altına gizlenmiş yüzünü açık ediyor.
ÇAĞDAŞ BİR TRAGEDYA
Sema Elcim, metinde çok katmanlı bir dramatik yapı kurguluyor. Bize iki ayrı gözün ortaklaşmış bir birlikteliğini sunuyor. Birbirinin içine geçirilmiş gerçek ile düş arasında ilerleyen akışta izleyiciye açık sonlu hikaye parçaları bırakılıyor. İlk olarak 8. Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali’nde karşımıza çıkan metin, reji dokunuşlarıyla “Komedyanın sarsıcı esintilerini bağrında taşıyan çağdaş bir tragedya”ya dönüşüyor. Reji, 39 Basamak, Empatopya ve Teftişör gibi oyunlardan bildiğimiz Oğuz Utku Güneş’e ait. Oğuz Utku Güneş, hayal dünyasına sınır koymayı sevmeyen yönetmenlerden. Önceki oyunlarında olduğu gibi Feramuz Pis!’te de seyirciyle sahne arasındaki sınırları kaldırıyor. Kulis sahnede. Antresini bekleyen oyuncu, karakterini yaşatmaya devam ediyor. Herkes eşit, ne bir önde ne bir geride. Güneş’in seyirciye, izlediklerinin bir oyun olduğunu zaman zaman hatırlatması da akışı rahatlatan dokunuşlardan. Oyunda düş dünyasına geçiş yaptığımız slow motion bir dövüş kısmı var. Filmlerde görmeye alışık olduğumuz bu hareket biçimini sahnede görmek keyifli fakat oyuncuların buradaki çekingenliği görüntüyle ufak bir tezatlık oluşturuyor. Müziklerini Vehbi Can Uyaroğlu’nun tasarladığı bu sahne daha güvenle oynandığında en sevilen kısım olabilir. Ayşe Sedef Ayter, oyunun ışık tasarımında. Gün geçişlerini sıcak soğuk dengesiyle sağlayan Ayter, hikaye Feramuz’un dünyasına döndüğünde tercih ettiği ışık kullanımıyla büyülü ve fantastik bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Diğer yandan oyunda Çiçek Dilligil ile Çağdaş Tekin’in uyumu anne-çocuk ilişkisinin inandırıcılığını kuvvetlendiriyor. Aybanu Aykut ise sırası geldiğinde seyirciden aldığı reaksiyonla sevilen bir antikarakter rolünde.
Ekip çalışmasının net bir şekilde hissedildiği Feramuz Pis!, “öteki” ve “ötekileşme” kavramına farklı bir perspektiften yaklaşıyor. Beden algısının tek tipleştirilmeye çalışılmasına inat “Biz de varız” diyenlerin sesini sahneden yükseltiyor. Hikayeyi farklı anlatım biçimleriyle harmanlayan büyülü gerçekçi bir tarza sahip olan oyun, koronavirüsün getirdiği mesafeler uğurlandığında izlenecek işler arasında… Seyircilerin oyunla yeniden buluşabilecekleri en yakın tarih şimdilik ocak ayı gibi gözüküyor.