11 Aralık 2020 14:50

Bir savunma eylemi: İfşa

Twitter’da “Uykularınız Kaçsın” etiketiyle patlayan tepki, yaşadıklarını yıllardır saklamak zorunda kalan, kimseye anlatamayan kadınların artık bastırılamaz hale gelen isyanıdır.

Fotoğraf: Freepik

Paylaş

Nuray Sancar

Bugün twitter’da kadınların ifşa eyleminin üçüncü günü.

Yazar Hasan Ali Toptaş’ın kendisini taciz ettiğini yazan Pelin Buzluk’un ardından başka birçok kadın da kendi deneyimlerini anlatmaya başlayınca faş edilenlerin listesi kabardı. İşleri kelimelere biçim vermek olan, olguları ve duyguları daha önce hiç anlatılmadığı şekilde anlatabilme becerisi ödüllerle kanıtlanmış; kendi çapında usta, duayen, artık akla ne gelirse öyle bilinen; okurlarının hayranlığını, edebiyat dünyasındaki en iyi koltukları paylaşmış bir dizi yazar ve şairin parlak ifadelerinin/dizelerinin aslında vasat bir benliği örttüğü de görülmüş oldu.

Kadın ruhunda onulmaz yaralar açan taciz ve tecavüzün başkaları tarafından biliniyor olması da normalde ayrı bir travma konusudur. Makbul bir kadınlık haline asla bulaşamayacağı varsayılan lekenin kadının kendisine dair bir eksikliğin, kusurun, hak ediyor olmanın ilanı olduğuna ilişkin ön kabul, çok küçük yaşlardan itibaren öğrenilmiş/öğretilmiş bir bilgidir sonuçta ve maruz kalınan felaket bunun kanıtıdır. Oysa makbul kadınlık hali, Platon’un mağarasındaki gölgelerin olmayan aslı gibidir; ne yaparsanız yapın, kendisinin değil sizdeki yokluğunu hatırlatmaktan başka bir işe yaramaz. Bu kadınların belleğine ve kimliğine kazınmış ketleyici bilginin dışına çıkmak, olan bitenle kendinden utanç duymadan yüzleşmek, zedelenmiş bir kimliği yeniden inşa etmek, her şeyden önce kendisiyle barışık yaşayabilmek o kadar kolay değildir.  Travma hep ardından gidecektir kadının.  

Twitter’da “Uykularınız Kaçsın” etiketiyle patlayan tepki, yaşadıklarını yıllardır saklamak zorunda kalan, kimseye anlatamayan kadınların artık bastırılamaz hale gelen isyanıdır. Edebiyat alanındaki ünlerini ve yerlerini tacizin piyasası haline getiren aristokratlarla hesaplaşan taciz mağduru kadınlar Hasan Ali Toptaş’ı da özür dilemek zorunda bıraktılar. Yayınevleri bu yazarlarla ilişkilerini kestiklerini açıkladı. Toptaş’ın “İnsan eril failliğin ne olduğunu anlayana kadar karşı tarafta ne büyük yaralar açtığını bilmeden, fark etmeden, düşünmeden hatalar yapabiliyor” diye başlayan açıklamasıyla kırdığı, yaraladığı kadınlardan özür dilerken bile şefkat bahşeden kibrinin gizleyemediği ‘eril’ sefalet yazarın özrünü de geçersiz kıldı.

Şimdiye kadar bir dizi ifşa yapıldı. Birçok kadın yazdı, sayısız belge ve bilgi paylaşıldı. Geçmiş yaraları elbirliğiyle tedavi etmeye çalışan kadınların gerçekleşmemiş ve gerçekleşmesi mümkün olmayan bir adaleti önceden sözleşilmemiş bir biçimde ve bir sosyal medya infilakı halinde gerçekleştirmeye çalışmaları bir sonuçtur elbette. En başta karşılıksız kalmış yakınmaların ve şikayetlerin, çare olamamış mahkemelerin, caydırıcı bir hukuk sisteminin yokluğunun, kadın çığlıklarının duyulmamasının bir sonucudur. Ama edebiyat, sinema, medya, akademi gibi sektörlerde çöreklenmiş  entelektüel kastların, alanında varlık göstermek isteyen kadınların geçmesi gereken merhalelerden biri olarak tacizi sözleşme kuralı olarak dayattığı  sistem, “Rejisörün yatak odası”nı “eril failler”in hakkı kabul etmiştir ki bunun için artık bir yatak odasının konforuna bile gerek duyulmadığı da anlaşılmıştır.

Bir kadını pornografik ifadeler kullanarak mesaj yoluyla taciz ettiği ortaya çıkınca, ‘karımın çocuklarımın yüzüne nasıl bakarım’ notuyla intihar eden İbrahim Çolak’ın ölüm haberinin yarattığı gerilimin arkasından başlayan, ifşa eyleminin sınırları, hedefleri, vicdani sonuçları vs. üzerine süren tartışma sırasında intiharı bir özür olarak kabul etmeyen kadınların öfkesi, kimilerinin tüylerini diken diken etse de, Çavuş Musa Orhan’ın kesintisiz tecavüzleri sonucunda intihar eden genç kadının; betona gömülerek öldürülen; çocuğunun önünde katledilen kadınların faillerine genellikle hiçbir şey olmamasından beslenir.

Çokça zamandır cinsel şiddet faillerini cesaretlendiren bir sinyal var. Bu sinyal yüksek yerlerden geliyor kadınlarla erkeklerin arasındaki ilişkiyi olduğu kadar toplumun kodlarını da yeniden düzenliyor. Cinsel şiddet sanki bu işin aracıymış gibi, kesintisiz biteviye çalışıyor.

Charles Dickens’ın Fransız İhtilali dönemini anlattığı İki Şehrin Hikayesi adlı enfes eserinde, roman boyunca sürekli örgü ören bir karakter vardır.  Dünyadan temizlenmesi gerektiğini düşündüğü aristokratların aile armalarını tek tek örgüsüne işleyen Bayan Defarge şişleriyle aslında suç dökümü yaparak bir tarih kaydı tutar. Onun örgüsüne işlediği aristokrat ailelerin armaları, ezilen halkın nezdinde giyotinin istikametinin ne olduğunu da göstermektedir. İfşa eyleminde tutulan listeler de bir bakıma buna benzer; büyük değişimlerin hesap sorulamadan birikmiş küçük hınçlara çok şey borçlu olduğunu haber verir. Dünyanın bir daha eskisi gibi olmayacağına, eski hayatların yaşanmayacağına dair bir arzunun, hedefin de kaydıdır bu.

PEKİ ŞİMDİ NEREYE?

Önce ABD’de başlayan ve sinemanın, edebiyatın krallarının kafasını alan “me too” hareketi İngiltere kraliyet ailesinden daha küçük düzeydeki lordlara, oradan Nobel komitesine, sanat simsarlarıyla lobicilere kadar köşe başını tutan irili ufaklı alan aristokratlarına kadar genişledi. Bu kayıt tutma işleminden kimler kimler nasibini almadı ki? Her birinin künyesi ve arması günümüzün Bayan Defarge’larının örgüsünde tek tek işlendi. Bu uluslararası ifşa hareketi sayesinde metaforik şatolar, fildişi kuleler, malikaneler yıkıldı; anlı şanlı sanat aristokrasisinin ipliği pazara çıktı.

Bu bir değişimin başlaması bakımından çok kıymetli bir eşik. Bizde de twitter’da başlayan ifşa hareketinin gayet açık dile getirmiş olduğu talep, ilk tiviti atanın şahsından bağımsız olarak, gerçekleşmesinin artık zorunlu hale geldiği bir eşikte durduğunu ilan ediyor.

Faş edilen, listesi çıkarılan isimler kuşkusuz irinin boşaltıldığı uzuvlar. Daha fazlası değil. Bunlar ve buna ek olarak çıkarılması mümkün isimler kadınların bunca zamandır yaşadığı ve artık patlayan sorunlarının ismi konulmuş temsilcileri. Söylemeye gerek yok, sorun bunlardan ibaret değil; pervasız ve saldırgan her bir ismi birbirine bağlarken kadınları da ‘eril fail’in her türlü muamelesine açarak incitilebilir kılan mülkiyet ilişkileri, daha geniş bir sorgulama yapılmadığı taktirde elbette yenilerini üretir.

Dışa vuran öfke, gücünü Özgecan yürüyüşlerinde, kız çocuklarını istismarcısıyla evlenmeye zorlayan yasa tasarısını geri çektirme eylemlerinde, kürtaj direnişlerinde, Flormar kadınlarının örgütlenme hakkı için mücadelesinde, 8 Mart eylemlerinde sınayarak bir sonraki beraberliğe aktaran dip dalgasının ürünüdür tabii ki. Bu eylemler ve diğerleri acısını içe gömen, travmalarıyla kendi kendine baş etmeye çalışan tek tek kadınların yerini onların sözüyle kurulan bir sosyal duruma bıraktı. Kadınlar bunun farkında; çünkü her şeyin yıkık dökük, ayak basacak sağlam bir yerin, dayanacak bir kriterin olmadığı yerde dişleriyle tırnaklarıyla tutundular oraya. Kadınların şimdi toplu ifşası bu bakımdan önemlidir.

Ne var ki ifşanın, yokluğunu zaten hatırlattığı adaletin kriter gözetmeyen bir tecellisinden kadınların umacağı bir yarar yok. Suçun ve cezalandırmanın orantısızlığı, neyin taciz neyin olmadığı, müebbet ile mühlet’in farkı vb. bütün bunların yeniden tanımlanmaya ihtiyacı var. Dünyada güvenli olmasa da bildik bütün çatılar yıkılırken bunun kadınlar için de bir fırsata çevrilmesi heba edilmeyecek bir fırsattır belki de.

Bu süreçten kendi kendini damıtacak örgütlü bilgi, ilk feveranlardan, sınırsız öfkeden, yıkıcı nefretten de çıkabilir kim bilir. İtidalle inşa edilecek bir kadınlık ve erkeklik durumu için hesaplaşmalara, örgü örmeye, kayıt tutmaya olduğu kadar bu bilgiye de ihtiyacımız var.

Son bir not; tacizciler listesinde adı geçen erkek edebiyatçıların eserlerinin akıbeti bu süreçte çok konuşuldu. Kimisi eserleri almayacağını, okumayacağını söyledi, kimisi boykot teklif etti. Bu sanatın eski bir sorusu ve sorunudur aslında. Faşist, ırkçı, nefret suçu işleyen, tecavüzcü ve tacizci yazar ve sanatçıların eserleri caiz midir, mekruh mudur sorusunun yanıtı, erkek egemen bir dünyada eserle üreticisi ayırarak verildi. Bunun en başta kadınların içine sinmediği çok açık. Tacizin ve tecavüzün olduğu bir dünyada yaşamaya devam ettikçe de bu soruların meşruiyeti vardır. Bu iki durumu yani eserle yaratıcısını birleştirecek bir kültür ve etik böyle bir soruyu anlamsızlaştırabilir. Daha doğrusu gereksizleştirebilir.

ÖNCEKİ HABER

Kroman’da iş cinayeti, bir işçi hayatını kaybetti

SONRAKİ HABER

Denizli'de esnafın isyanı: Hükümet 'dükkanını kapat' diyor, üstüne para istiyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa