DİSK Yöneticisi Seyit Aslan: Milyonlarca işçinin çıkarı, sadece masada savunulmaz
Asgari ücret için üç konfederasyonun bir araya gelmesi önemli bir adım. Ama bununla yetinilirse kuşkusuz sonuç alınamayacaktır. Bunun işyerlerine, sanayi sitelerine yansıması gerekiyor.
Fotoğraf: Özcan Yaman/Evrensel
Serpil İLGÜN
Geçtiğimiz günlerde gazetemize çalışma şartlarını yazan bir Ford Otosan işçisi şöyle söylüyordu: “Yaşamak için çalışmıyoruz, çalışmak için yaşıyoruz!” Pek çok sorunu içinde barındıran bu anlamlı tespit, yalnızca Ford Otosan’daki değil, milyonlarca işçi ve emekçinin içinde bulundukları ağır koşulları da özetliyor.
İlk toplantısını 4 Aralık’ta gerçekleştiren Asgari Ücret Tespit Komisyonu masasında işte bu tablo var. Beklenti, asgari ücretin insan onuruna yaraşır bir orana yükseltilmesi. Ancak üç konfederasyonun, yayınladıkları ortak metnin altını dolduracak birlikteliği sağlamamış olmaları, beklentilerin zayıflamasına neden oluyor.
Peki, birlikte mücadelenin önündeki engeller ne, nasıl aşılabilir? Komisyonun yapısı demokratik mi? Asgari ücretin ne kadar olması gerektiğine dair neden farklı rakamlar telaffuz ediliyor? Toplantıya katılan TİSK temsilcisinin, asgari ücretin gerçek enflasyon üzerinden belirlenmesi taleplerine karşılık “Üretim azalır, işsizlik artar” sözleri ne anlama geliyor? DİSK Yönetim Kurulu Üyesi ve Gıda-İş Genel Başkanı Seyit Aslan yanıtladı.
Altını çizmek için önce, ‘Asgari ücret milyonlarca işçi ve emekçinin hayatına nasıl dokunuyor?’ sorusuyla başlayalım…
Asgari ücret her geçen yıl daha fazla işçiyi ilgilendiren bir temel ücret haline geldi, yani milyonlarca işçinin taban ücretini belirliyor. İşçilerin sosyal güvenlik primleri de, işsizlik ödeneği de, emeklilik aylığı ya da kıdem tazminatı hakkı da asgari ücret üzerinden belirleniyor. Hatta şimdi uygulamada olan kısa çalışma ödeneği de asgari ücrete göre belirleniyor. Asgari ücret sınırında ya da altında veya çok az üstünde ücret alan 10 milyona yakın işçiyi ilgilendiren bir meseleden bahsediyoruz. Yani adı konmasa da en büyük toplu iş sözleşmesi durumunda.
Eskiden işçilerin ocak ve temmuz zamları denilen kazanılmış hakları vardı, asgari ücretin dışında işyerlerinde ücretlerde iyileştirmeler yapılırdı, bu da artık ortadan kaldırıldı. Asgari ücret bu nedenle de daha fazla işçi kitlesini ilgilendirir hale geldi. Bir diğer boyutu da elbette salgın döneminin olumsuz etkileri. Salgın süresince işçi ve emekçiler gelir kaybına uğradı. 1168 TL ile geçinmeye zorlanmaları ya da ücretsiz izinli sayılmaları gibi... Özellikle 2020 başından beri, her ne kadar Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) gerçekleri açıklamasa da, çarşıda pazarda, markette işçiler ekonomik olarak ne kadar geriye gittiklerini yaşayarak görüyorlar. Temel tüketim mallarına gelen zamları düşününce 2021 yılı için belirlenecek olan asgari ücret daha önemli hale geldi.
Bu arada asgari ücreti en büyük toplu iş sözleşmesi diye tarif ediyoruz ama, bu toplu iş sözleşmesinin taraflarının sürece katılması önünde çok ciddi siyasal ve hukuki engeller var ya da mücadelenin kendi içinde yaşadığı sorunlardan kaynaklı engeller var.
Nasıl engeller?
Mesela hükümetin belirlediği asgari ücreti kabul etmiyorsanız ne olacak? Evet, 10 milyona yakın işçiyi ilgilendiriyor ama grev hakkın yok. Emek örgütleri, sendikalar birlikte hareket etmiyorlar ve asgari ücretin belirlenmesi yılın son bir ayına sıkıştırılıyor vb. birçok sorun sayabiliriz.
Komisyon toplantısı öncesi Türk-İş, Hak-İş ve DİSK bir araya geldi ve birlikte mücadele, taleplerde ortaklık gibi ifadeler kullanıldı. Ancak bunun pratiğe yansımasını göremiyoruz. Neden?
Üç konfederasyonun bir araya gelmesi önemli bir adım, talebi ortaklaştırma konusunda çaba gösterilmesi doğru bir tutum. Ama bununla yetinilirse kuşkusuz sonuç alınamayacaktır. Konfederasyonların işçi sınıfının çıkarları ve talepleri noktasında birlikte hareket etmesi gerekirken, her seferinde ne yazık ki başka saikler öne çıkarılıyor.
Ne gibi saikler?
İçine bulunduğumuz koşullarda, kriz ve pandemi gerekçeleriyle işçi sınıfının haklarına yönelik saldırıların yoğunlaşması, işsizlik ve yoksulluğun giderek artması, işçilerin kitlesel olarak salgınla yüz yüze bırakılması hoşnutsuzluğun, öfkenin büyümesine neden oluyor. Bu sürecin önümüzdeki dönemde başka sonuçlar da ortaya çıkaracağını gördükleri için Türk-İş ve Hak-İş yöneticileri “Biz de bu işin karşısındayız” diyerek en azından asgari ücret meselesinde bir araya gelip ortak açıklama yaptılar. Ancak bunun işyerlerine, sanayi sitelerine, emekçi semtlerine yansıması gerekiyor. Asgari ücretle ilgili ortak taleplerimiz varsa, ortak eylemleri de örgütlemenin yol ve yöntemlerini bulmalıyız. İstanbul’daki, Gebze’deki, Bursa’daki, Ankara’daki, Diyarbakır’daki, Eskişehir’deki bütün sendikaların üyeleri asgari ücret konusunda ortak tutum almalı, ortak eylemler yapmalıdır, yapabilmeliyiz. İşçi ve emekçilerin yerelde ortak hareketinin yollarının açılması, imkanlarının yaratılması, bunun için ortak kararlar almaları gerekiyor. Aksi durumda ortaya çıkacak tablo yine aynı olacaktır; hükümet patronlarla birlikte asgari ücreti belirleyecek, Türk-İş şerh koyduğunu söyleyecek, sonuç olarak işçiler yine yoksullukla, açlıkla, hastalıkla yüz yüze kalacaktır.
Söylediğiniz çalışma ve yaşam koşullarına karşı öfke ve hoşnutsuzluğun artması gibi bir zemin varken, ek olarak fabrika ve işyerlerinde hak talepleri, eylem ve direnişler yükselirken işçi konfederasyonlarının bu tutumu nasıl aşılabilir? Örneğin yerellerde ne yapılabilir?
Sendikaların, emek örgütlerinin il-ilçe bazında birbiriyle diyalog kurmaları, salgın süreci de dahil olmak üzere asgari ücretin belirlenmesi ve bu yöndeki taleplerin savunulması gibi meseleleri tartışmaları gerekiyor. Her il, her bölge kendine özgü yapılar oluşturabilir. Örneğin Gebze Sendikalar Birliği, yıllardır bir biçimde varlığını sürdürüyor. İçinde Türk-İş’e, Hak-İş’e, DİSK’e bağlı sendikalar var; dönem dönem işyeri temsilcileriyle toplantılar yapıyorlar. Bu örneklerin çoğaltılmasına ihtiyacımız var mücadelenin birleşmesi açısından. Ya da İstanbul, Eskişehir, Bursa, İzmir gibi illerde farklı isimlerle kurulan platformlar var. Bunlar aracılığıyla yerel düzeyde politikalar üretilebilir, işyeri temsilcilerinin de katıldığı ortak tartışmalar sonucu alınacak kararlarla eylemler, açıklamalar, fabrika içlerinde bildiriler okumak gibi birçok şey yapılabilir. İşçi sınıfının çıkarları için, sermayenin saldırılarına karşı mücadele için merkezleri beklemeye, merkezlerden icazet almaya gerek yok. Konfederasyon-sendika ayrımı yapmadan, sendikalı-sendikasız ayrımı yapmadan işçileri asgari ücretin insan onuruna yaraşır bir düzeye yükseltilmesi mücadelesinde ortaklaştırmak gerekiyor. Herhalde buna hiçbir merkez “Siz ne yapıyorsunuz?” demez, diyeni de eleştirmek lazım.
Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, asgari ücret belirleme toplantısıyla ilgili, “Toplumun bir kısmı bunu anlamıyor; 'Sendikalar isterse belirli bir noktaya getirir' diyor. Kamu sözleşmelerinde ya da özel sektör sözleşmesinde bir sürü yaptırım hakkımız var ama asgari ücrette böyle bir yaptırım hakkımız yok” şeklinde konuştu. Bu cümlelerden, komisyonda yer alan patron ve hükümet temsilcilerinin iradesine daha baştan teslim olma çıkarımı yapabilir miyiz?
Söylediğiniz doğru. Başından böyle yaklaşırsanız, cumhurbaşkanıdır, bakanlardır, patronlardır, “Ülkenin milli çıkarları gereğidir”, “Ekonomik kriz var, pandemi var, bu dönemde böyle” derler. Milyonlarca işçi ve emekçilerin çıkarları sadece masada savunulmaz. Dönersiniz işyerlerine, bu işin nasıl ele alınması gerektiğini, nasıl mücadele edilmesi gerektiğini, grev hakkını kullanmak dahil olmak üzere her şeyi açıklıkla işçi sınıfıyla ve sendikalarla paylaşırsınız ve elinizden geleni yapmaya çalışırsınız. Aksi, sadece “Biz gittik, elimizden geleni yaptık”a dönüşüyor. Oysa elinden gelen bu değil, bunun altının çizilmesi lazım. Milyonlarca işçinin birlikte hareket edebileceği, mücadele edebileceği bir talep asgari ücret ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi. O yüzden üç beş sendika yöneticisinin gidip komisyonda pazarlık edeceği bir mesele olmaktan çıkarılması için özel bir çaba sarf etmek, diğer emek örgütleriyle ortak davranılacak olanakları yaratmak gerek. Bu da sermaye ve iktidarlardan bağımsız bir politika sürdürmekle olabilecek şeydir.
ÖRGÜTLÜ OLDUĞUMUZ HER YERDE EYLEMDE OLACAĞIZ
Siz de belirttiniz, konfederasyonlar, asgari ücret toplantıları başlamak üzereyken ses vermeye başladılar. Bu kadar önemli bir konu için neden aylar öncesinden hazırlıklar yapılmıyor?
Asgari ücret çalışmalarına bu yıl, önceki yıllara göre daha geç başlandığını söylemek gerekir, evet. Bu hepimiz açısından bir eksiklik. DİSK Yönetim Kurulumuzun diğer konfederasyonlarla ortak hareket edilmesi yönünde bir iradesi var. Türk-İş ve Hak-İş’in de katılımını önemsediğimiz için ve görüşmeler sürdüğü için asgari ücret konusunda mücadele takvimi geç başlamış oldu. Konfederasyonların bu sürece katılımını önemsediğimiz için gecikmeler yaşandı. Ortak bir metin çıkarma yönünde de bayağı bir zaman tükettiğimizi söyleyebilirim.
Peki, DİSK’in nasıl bir eylem planı var?
DİSK-AR’ın hazırlamış olduğu bir rapor var. Geçmişten bugüne asgari ücret meselesi, dünyadaki tartışmalar ve örnekler, işçi ve emekçilerin nasıl hak kayıplarına uğradıklarına dair geniş bir rapor hazırlandı. Bu raporu geçtiğimiz günlerde açıkladık. Bugün (çarşamba) 10 ilde vergi dairelerinin önünde eylem yaparak asgari ücretin vergiden muaf tutulmasını talep ettik. Önümüzdeki hafta da pazartesinden cumaya kadar örgütlü olduğumuz bütün işyerlerinde bildiri okuma da dahil çeşitli etkinlikler yapacağız. Bir sonraki hafta bütün sosyal güvenlik kurumları önünde, yine DİSK’in örgütlü olduğu yerlerde eylemler yapacağız ve en sonunda Ankara’da Çalışma Bakanlığı önünde taleplerimizi ileteceğiz. Onun dışında toplantılar yapmak, bildiriler dağıtmak, afişler asmak gibi eylem ve etkinliklerimize devam edeceğiz. Bu süreci meslek örgütleriyle de olabildiğince ortaklaştırmaya çalışıyoruz.
KOMİSYONA HER İŞ KOLUNDAN TEMSİLCİLER KATILMALI
Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun yapısına baktığımızda beş hükümet, beş patron, beş işçi temsilcisi var. Uzaktan bakıldığında eşit bir temsiliyet varmış gibi görünüyor. Öyle midir?
Hayır. Bu komisyonun yapısı da yasası da demokratik değil. Bir kere Türkiye’nin en büyük kapitalistleri doğrudan kendi kurumlarının temsilcileriyle komisyonda yer alıyorlar. Yani Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK), TÜSİAD’ın da MÜSİAD’ın da TOBB’un da görüşleri üzerinden bu komisyonda yer alıyor. İkincisi, hükümet açısından Çalışma Bakanlığının başkanlığında Maliye, Hazine gibi kurumların temsilcileri var. Asgari ücreti belirleyecek bu 10 kişi kapitalistlerin isteklerini esas alan, onların çıkarları koruyan ve onların önlerine koyduğu politikaları uygulayan bir yapı. Üstelik artık asgari ücret komisyonu da cumhurbaşkanlığına bağlı, son tahlilde cumhurbaşkanı ne derse o oluyor. Diğer tarafta işçileri temsilen sadece Türk-İş var ve işçileri yeterince temsil ettiğini söylemek de mümkün değil.
Biz Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun yapısının demokratikleştirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Tüm konfederasyonlar üye sayılarından bağımsız, eşit düzeyde katılmalı. İkincisi metaldir, tekstildir, limandır, gıdadır, organize sanayi bölgeleridir, her iş kolunun temsilcilerinin katılımı sağlanabilir.
O halde Türk-İş’in katılımı görüntüyü kurtarmaya mı dönüyor?
Kesinlikle. Türk-İş şunu diyebilir, “Biz bütün konfederasyonlar olarak eşit temsille ve iş kollarından temsilcilerle katılmak istiyoruz!” Ama komisyona gidip talepleri sıralayıp, sonunda da “Ne yapalım, elimizden geleni yaptık ama bizim dediğimiz olmadı” diyerek zevahiri kurtarma noktasına geliyor. Bu, başlı başına bir problem.
3 BİN 800 TL’NİN NET OLARAK ÖDENMESİ GÜVENCE ALTINA ALINMALI
Ortalıkta asgari ücretin ne kadar olması gerektiğiyle ilgili bir rakam enflasyonu var. Mesela DİSK 3.800 TL, Gıda-İş olarak siz 4 bin 82 TL talep ettiniz. Neden bu kadar farklı rakamlar telaffuz ediliyor? Gıda-İş olarak 4 bin 82 TL’yi neyin üzerinden belirlediniz?
En düşük memur maaşı üzerinden belirledik. Yani devlet kendi memuruna diyor ki, “ülkenin koşullarını hesaba kattığımızda işe başlarken sana taban ücret olarak 4 bin 82 TL veriyorum.” Kıdemine göre, yaptığı işe göre, terfilerine göre de ücretleri farklılaştırıyor. Devlet en düşük maaş olarak memura ne veriyorsa işçinin asgari ücretinin bunun altında olmaması gerektiğini savunuyoruz Gıda İş olarak.
Konfederasyonumuzun 3 bin 800 TL talebini, geçtiğimiz ocak ayından itibaren yaşanan ücret kayıplarını düşündüğümüzde, en az ücret olarak görmek gerekir. Bir kere bunun altında bir ücret olmamalı. Vergiden arındırılmış, aynı zamanda pandemi süresince de desteklenmesi gereken bir ücret. Yani zor durumda olan ailelerin doğalgaz, elektrik, su faturalarının ödenmesi, temel gıda harcamalarında destek olunması da dahil olmak üzere sosyal bir korunmanın olması koşuluyla net 3 bin 800 TL talep ediliyor. Ve bu ücretin de işçi tarafından alınmasını sağlayacak önlemlerin alınmasını gerekiyor. Yani patronun insafına bırakmadan, bu ücretin işçiye ödenmesini güvenceye alacak denetim ve yaptırım mekanizmalarının yaratılması gerekiyor. Sendikaların ve emek örgütlerinin işin içinde olduğu, devletin de bütün imkanları seferber ettiği bir çalışmayla bu mümkün olabilir.
ASGARİ ÜCRET, HEDEFLENEN ENFLASYON ÜZERİNDEN BELİRLENİYOR; ÇÜNKÜ SERMAYENİN İSTEĞİ BU!
Komisyonun ilk toplantısında TİSK Genel Sekreteri Akansel Koç, ‘enflasyonun üzerinde belirlenen asgari ücretin işletmeleri zor durumda bıraktığını, bu olumsuzluğun istihdamı olumsuz yönde etkilediğini ve kayıtdışı işçiliği artırdığını’ öne sürdü. Bu sözler, istihdam silahını kullanarak komisyonu daha baştan baskı altına almak olarak yorumlandı. Katılır mısınız?
Zaten her yıl bu tür söylemleri kullanırlar. Patronların işçi çıkarmak konusunda elleri zaten serbest. Türkiye’de gerçek anlamda bir iş güvencesi yok. Pandemi döneminde sözüm ona işten çıkarma yasağı vardı ama bakıyoruz ki son dört beş ay içinde İŞKUR’a müracaat ederek işsizlik ödeneği almak isteyenlerin sayısı 1 milyon 200 bine çıkmış. Hani nerede işten çıkarma yasağı? Dolayısıyla Akansel’in söyledikleri bir tehdit içeriyor ama bu tehdidi iktidarın olduğu bir ortamda yapıyor ve hem iktidarın, hem oraya katılanların bir sözünün olmaması büyük bir sorun taşıyor. İktidarın “ortayı bularak uzlaşı içinde çözeriz” mesajının da aslında TİSK’ten yana bir tutum olduğunu görmek lazım.
Zaten hükümet başından beri asgari ücreti belirlerken önüne koymuş olduğu enflasyon hedefi var. Sermayenin, kapitalistlerin istediği de bu. Yani gerçekleşmiş enflasyon değil, 2021’in hedeflenen enflasyonu baz alınıyor. Peki, aradaki kayıplar ne olacak? Biliyoruz ki bu ülkede işçinin emekçinin enflasyonu TÜİK’in belirlediği enflasyon değil. Yüzde 30’lar, yüzde 40’lar gibi bir gerçeklikle yüz yüzeyiz. Hatırlarsınız, Cumhurbaşkanı “Pandemiyi fırsata çevireceğiz ve bölgenin Çin’i olacağız!” demişti. Bu şu anlama geliyor, daha düşük ücret, daha ağır çalışma koşulları ve daha fazla kayıt dışı çalışma.
BU SOYGUN DÜZENİNİN ACI REÇETESİNE KARŞI MÜCADELE ETMELİYİZ
Malumunuz, önümüzde bir de ‘acı reçete’ var. Asgari ücreti bu acı reçeteyle birlikte ele alırsak ne söylersiniz?
Evet, Cumhurbaşkanı ifade etti; “Acı da olsa bu ilacı içeceğiz!” Ama aslında kendisi içmiyor. Acı ilaç denen şeyi işçilere, emekçilere, yoksullara içirmenin adımları, onun planları yapılıyor. Her kriz dönemi faturayı zamlarla, vergilerle, pandemide bile halka IBAN göndermeyle işçi ve emekçiler ödüyor. 2021 bütçesinde çalışanlardan toplanacak olan vergi 195 milyar. Kapitalist işletmelerden kurumlar vergisi olarak ifade edilen rakam ise 150 milyar. Yani Türkiye’nin gayri safi hasılasının büyük payına sahip olan patronlar çalışanlardan daha az vergi verecek. Ki, bu vergi aynı zamanda yıl sonunda mahsuplaşarak veriliyor ve vergi olarak paylarına düşeni de ödemiyorlar. “Ben mal aldım, yatırım yaptım” diyerek vergilerini vermiyorlar. Bu yetmiyor işçi ve emekçilerden toplanan 195 milyar liralık vergi de başka adlar altında yeniden bu işverenlere aktarılıyor. Burada bir soygun düzeni söz konusu. Dolayısıyla acı reçetenin bir parçası da bu. Ödediğimiz vergiler sağlık, eğitim, insanca yaşanacak ücret, güvenli konutlar olarak bize harcanması gerekirken, bunların hiçbiri olmuyor. Dolayısıyla AKP iktidarının 18 yıl sonra gelip dayandığı nokta acı reçeteyi işçi ve emekçilere içirmek. Daha fazla yoksullaşma, daha fazla işsizlik, KDV’nin, ÖTV’nin daha artırıldığı bir süreç karşımıza çıkıyor. Bu da acı reçeteye karşı da mücadeleyi örgütlemek gerektiğini gösteriyor.
ASGARİ ÜCRET KOMİSYONUNDA KADIN TEMSİLİYETİNİN DE OLMASI GEREKİR
Sürecin en yoksullaşan, en önce işten çıkarılan, kayıt dışılığa daha fazla itilen kesimi kadınlar oldu. Talepler içine kadın emekçileri daha koruyucu maddeler alınamaz mı?
Tabii biz komisyonun yapısı demokratik değil derken, kadın erkek eşitliği açısından da demokratik olmadığını söylüyoruz. Komisyonda kadınların sorunlarını ve taleplerini masaya getirecek bir kadın temsiliyetinin de olması gerekir. DİSK-AR raporu kadınların asgari ücrete bile erişemediklerini ortaya koydu. Her alanda kadınlar erkeklerden daha az ücrete mahkûm ediliyor. Kamu ve özel işyerleri dahil olmak üzere kadınların istihdamda güvenceli çalışabilecekleri imkanların yaratılması gerekiyor. Kreş, cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldıracak düzenlemeler, işyerinde şiddet ve ayrımcılığa karşı yaptırımlar, eşit işe eşit ücretin güvence altına alınması gerekiyor. Asgari ücretin kadın ve erkek için insan onuruna yaraşır bir ücret olmasını talep ederken, kadınların daha fazla ezildiği, daha az iş güvencesine sahip olduklarını gözeterek, komisyonda kadın temsiliyeti sağlanmasını, kadınların iş yaşamına katılmasının önündeki yasal ve fiili engellerin ortadan kaldırılmasını ve çalışma yaşamındaki eşitsizlikleri gidermek için somut adımların atılmasını da istiyoruz.