14 Aralık 2020 23:30

Adnan Özyalçıner: Mürekkebimi emekçinin alın terinden doldurdum

Adnan Özyalçıner “Yok Olan İstanbul” kitabını anlattı: "Mürekkebimi işçi olan babamdan da gelen bir dürtüyle olsa gerek emekçinin alın terinden doldurdum."

Adnan Özyalçıner | Fotoğraf: Özcan Yaman

Paylaş

İsmail AFACAN
İstanbul

Edebiyatımızın Usta Kalemi Adnan Özyalçıner’in “Yok Olan İstanbul” kitabı okurla buluştu. Kaleme aldığı yazılarda İstanbul’un tarihi dokusunu ve kültürel yapısını genç kuşaklara aktaran Özyalçıner; merceğini emekçi semtlerine odaklıyor, mürekkebini onların yaşantısından dolduruyor.

Adnan Özyalçıner’le “Yok Olan İstanbul”u konuştuk. Özyalçıner; “Bütün olan biteni acısıyla tatlısıyla bilip gören ancak ifade edemeyen bu yoksul, sıradan insanların yaşadıklarıdır yazdıklarım. Onlara yaşatılan/dayatılanlardır. Hepimizle birlikte. İstanbul’a, öteki İstanbul’a tuttuğum bir ayna.” diyor.

İstanbul sizin yazarlığınızda nasıl bir etki yarattı? Biraz daha ilerletirsek İstanbul’a  neler borçlusunuz?

İstanbul beni başta caddeleri, sokakları,  yaşayan insanıyla etkiledi. Sonrasında kuleleri, köprüleri, camilerinin yer aldığı kültürel, tarihsel yapısıyla. Okul yolum olan Kapalıçarşı, Sahaflar, Bit pazarı (şimdi yok) en sevdiğim yerlerdi. Bir zamanların kültür hazinesi Cağaloğlu ile Babıali’yi de eklemeliyim. Bir de semt pazarlarını, pazar yerlerini. Çocukluğumda saklambaç oynadığımız Bizans kalıntısı dehlizlerle surlardır beni etkileyen. En çok da surlar sanırım. Çevresi, çevresinde yaşayanlarıyla.

Bana yazdırdıklarını borçlu olmalıyım. Karşılıklı alışveriş içinde oluşumuzu. Kenar mahalleden başlayıp Haliç’ten Suriçi’ye Suriçi’den Boğaz’a, Boğaz’dan Adalar’a bütünüyle mahallem oluşunu. Bütün yazdıklarımı/yazacaklarımı.

Yahya Kemal İstanbul’a yüksek bir tepeden bakarak yazıyor, imparatorluğun şaşaalı günlerini hayal ediyor. Adnan Özyalçıner, öykü ya da makalelerinde İstanbul’a dair yazarken merceğini nereye odaklıyor, kaleminin mürekkebini nereden dolduruyor?

Yahya Kemal “Hayal Şehir” şiirinde bir gurup vakti gene bir tepeden (Cihangir) kente baktığında fakir Üsküdar’dan da söz eder. Dıştan biraz da güzelleyen bir bakıştır bu. Bense kente, semtlerine, evlerine içinden baktım. Kendimin de içinde yaşadığım kenar mahalleden. Aralarında doğup büyüdüğüm insanlarından. Bütün olan biteni acısıyla tatlısıyla bilip gören ancak ifade edemeyen bu yoksul, sıradan insanların yaşadıklarıdır yazdıklarım. Onlara yaşatılan/dayatılanlardır. Hepimizle birlikte. İstanbul’a, öteki İstanbul’a tuttuğum bir ayna. Mürekkebimi işçi olan babamdan da gelen bir dürtüyle olsa gerek emekçinin alın terinden doldurdum.

İstanbul’un son 86 yıllık tarihine tanıklık ettiniz. Bu süreçte İstanbul’un en büyük kaybı sizce nedir?

İstanbul’un en büyük kaybı, mahalleler, mahalle yaşamının yok oluşu. Yerini çok katlı apartmanlar, siteler aldı. Böylece insanlar arasındaki dayanışmayla yardımlaşmadan geçtim, herhangi bir ilişki kalmadı. Semtler arasındaki özellikler yok edildi. Çok katlı beton yapılarla bir örneklik sağlandı.

Eski günlerin İstanbul’una dair en çok özlediğiniz şeyler nedir? Keşke gençler bunları görseydi dediğiniz şeyler var mı?

Kahvelerle kıraathaneler. Cafe’ye dönüştü hemen hepsi. Eski aşevleri, aşçı dükkanları. Restoran ya da lokanta oldu. Berber dükkanları. Hepsi kuaför şimdi. Bugüne hiçbiri kalmayan ünlü mesire yerleriyle yola giden, kapanan eski plajlarımızı gençlerin görmelerini çok isterdim. Özgürce gezip dolaşmaları, neşe içinde yüzebilmeleri için.

Yakın dönem tarihimize baktığımızda kentsel dönüşümler yaşandığında kültürel dokunun da yok edildiğini görüyoruz. Kitaptaki yazılarda bunu yakından gözlemleme imkanı buluyoruz. Kentsel dönüşümün aynı zamanda tarihi ve kültürel dokuyu yok etmesini nasıl açıklarsınız? Ya da kültürel dokuyu koruyan kentsel dönüşümler yapılamamasının nedenlerini nasıl yorumlarsınız?

Kentsel dönüşümle İstanbul’un yalnız tarihiyle coğrafyası bozguna uğratılmıyor. Yanı sıra o mahallelerdeki, o semtlerdeki yaşama biçimi de ortadan kalkıyor. Yoksul insanlar yerlerinden edilirken varlıklı kesim yerleşiyor/yerleştiriliyor oralara. Yerlilik/yerellikler yok oluyor. Yapsatçıların cebinin dolması/doldurulması pahasına.

Artık ne Cağaloğlu, ne Çamlıca, ne de Karagümrük eskisi gibi… Eskiye dönmek mümkün değil, yok olanı taklit etmek de çözüm değil… İstanbul’un son yüzyılına tanıklık etmiş bir yazar olarak yeni İstanbul nasıl olmalı… Bu konudaki ütopyanızı öğrenebilir miyiz?

Dünyanın hemen her yerinde yayınevleri, kitapçılar, gazeteler belli yerlerde kümelenmiştir. Cağaloğlu’yla Babıali bizde de öyleydi. Ortadan kaldırıldı. Yerine yenileri konmadan. Oysa İstanbul’un merkezinde bir toplu kitapçılar sokağı, yayınevlerinin bulunduğu bir alan, gazetelerin sıralandığı bir cadde bir de okuma parkı olsaydı kötü mü olurdu?

ÖNCEKİ HABER

ERAGEM'in geliştirdiği Kovid-19 aşısının faz-1 ikinci dozlaması tamamlandı

SONRAKİ HABER

Birleşmiş Markalar Derneği Başkanı Öncel: Birçok marka baharı göremeyebilir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa