Akademisyen Cuma Çiçek: Siyasette Erdoğan’ı da aşan bir arayış olabilir
Türkiye'nin Kürt meselesi tek başına partiler arası bir rekabet meselesi değil. Yeri geldiğinde bu mesele çok rahat araçsallaştırılıyor. Bazen barış, bazen şiddet söylemiyle.
Fotoğraf: Evrensel
Serpil İLGÜN
Türkiye siyaseti, bir paradoks olarak parti kapatmayla, “yeni bir çözüm süreci” konusunu aynı anda tartışıyor. MHP Lideri Devlet Bahçeli, ülkenin üçüncü büyük partisi için “HDP bir terör sorunudur, bölücülük yuvasıdır... HDP’nin kapısına açılmamak üzere kilit vurulmalıdır” demiş, yardımcısı Semih Yalçın da “HDP/PKK acilen itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsüdür” diyerek hakaret dozunu yükseltmişti. Bahçeli, hafta içinde yine ağır cümleler kullanarak sözlerinin arkasında dururken, “Parti kapatma çözüm değil” diyen AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a da ayar vermeyi ihmal etmedi. HDP’nin kapatılması talebi, yandaş medyada HDP logolarının üzerine kırmızı mühürler vurularak karşılık bulurken, mesele Kürt sorunu olduğunda hâkim siyasette sağlanan konsensüs değişmedi. Zira, ana omurgasını CHP’nin oluşturduğu Millet İttifakı için bu hakaret dozu yüksek kapatma talebi, cılız birkaç sözle geçiştirildi.
HDP’nin “kapısına kilit vurulması” neden talep ediliyor? ‘Parti kapatmaları kaldırdık’ diyen Erdoğan bu konuda neden sessiz? Yeni bir çözüm sürecinin zemini var mı? HDP’yi kapatmanın “seçimi hangi aritmetikle kazanırım” hesaplarıyla ilgisi ne? Kürt sorunu, Kürt İslamcılığı, dil politikaları, yönetim modelleri üzerine çalışan, konuyla ilgili kitaplar da yayınlayan Akademisyen Cuma Çiçek yanıtladı.
Bahçeli ve Yardımcısının HDP’ye yönelik ‘Kapatılmalıdır!’, ‘İtlafı gereken haşere sürüsü’ gibi son derece kaba ifadelerle şeytanlaştırılmasının hedefi ne? Ve bu, iktidar bloku içindeki krizle ne kadar ilişkili?
Önce, HDP’ye dönük bu ifadelerin kabul edilemez olduğunu belirtmem gerekiyor. Siyasi partiler toplumu temsil ederler. Siyasi partilere dönük bu dilin hem toplum hem de siyasi aktörler tarafından reddedilmesi gerekir. Kürt meselesi devletin kalıcı bir krizi. Hem iç hem dış siyasette Türkiye’nin formasyonunu belirleyen ana dinamiklerden bir tanesi. MHP devletin bu meseleyi şiddetle çözme eğiliminde olan yüzü ve zaten bu konuda uzun yıllardır süregelen bir tepkisi var. Bir yönüyle bu tepkinin devamı olarak görmek gerekiyor. Öte yandan, bu yakın zaman tepkilerini şu anki iktidar bloku içindeki çatışmaların yansıması olarak okumak gerekiyor. Mevcut iktidar bloku meseleye dair tıkanmış durumda ve bu tıkanmaya dair birtakım arayışlar var. Bu arayışların sahibi tek başına Erdoğan mı, iktidar blokunun tamamı mı ya da iktidar blokunun bir kanadının yeni bir iktidar bloku inşa etme çabası mı, bunları tartışabiliriz ama somut durumda bir kriz olduğu çok açık. Bahçeli’nin söylemlerini, MHP cephesinden olası yeni iktidar bloku kurma eğilimine bir müdahale olarak da değerlendirebiliriz.
Yani ‘yeni çözüm süreci’ söylemlerini, biraz da Erdoğan’ın yeni arayışlar içinde olması mı tetikliyor?
Tek başına Ak Parti’nin arayışına indirgeyebilir miyiz, emin değilim açıkçası. Çünkü elde fazla veri yok, şu an spekülasyonlar yapıyoruz sınırlı bilgilerle. Arayış içindekilerin bir tanesi Ak Parti, çünkü Ak Parti tabanında ciddi bir erime yaşıyor. Bu erime Kürtler içinde daha yoğun. Şuradan biliyoruz; örneğin Deva ve Gelecek partilerinin Türkiye’nin batısında gördüğü ilgiyle Kürt coğrafyasından gördüğü ilgi arasında çok bariz bir fark var. Burada daha fazla destek alıyorlar çünkü Ak Parti’ye destek veren Kürtlerin Ak Parti’den umutları her geçen gün tükeniyor. Dolayısıyla bunun Ak Parti’ye maliyeti daha yüksek olacak. Son 4-5 yıl içinde Kürt meselesini şiddetle, geleneksel terör ve güvenlik söylemiyle yönetme eğiliminin Kürt sokağında bir karşılığı yok. Çatışma çözümlerinde bir soru vardır, “Taraflar ne zaman masaya oturur” diye. Esas olarak cevap şudur; “Ne zamanki taraflar barışı savaşa/çatışmaya göre daha kârlı bir seçenek olarak algılarsa!” Mevcut durumda siyaseten Erdoğan’ın sıkışmışlığı çok açık. Bu sıkışmayı aşmaya dair bir B planı, C planı, D planı arayışları muhtemelen vardır ve bugün kamuoyunun yoklanması olarak değerlendirebileceğimiz tartışmalar da bunun bir parçası. Ama bundan öteye de olabilir. Nasıl?Yani sadece Erdoğan’la sınırlı olmayan, Türkiye’deki iktidar bloku bileşenlerinin bazılarının yeni bir koalisyon arayışı da olabilir. Erdoğan’ın da içinde olduğu ama onu aşan bir arayış da olabilir. Onun temel sebebi şu; Türkiye’nin Kürt meselesi tek başına partiler arası bir rekabet meselesi değil. Yeri geldiğinde evet bu mesele çok rahat araçsallaştırılıyor. Bazen barış, bazen şiddet söylemiyle. Ama temel mesele Ankara’daki iktidar blokunun yeniden şekillenmesi. Kişisel kanaatim, burada da tamamen araçsallaştırılıyor. 99’dan bu yana bütün barış süreçlerini bu araçsallaştırma aklı üzerinden de okuyabiliriz. Ama öte yandan bu mesele bir devlet meselesi ve son yıllarda aldığı şekil partilerden öteye bir devlet siyasetini gerektiriyor. Söz konusu arayışlar bununla da ilişkili olabilir.
İktidar bloku içindeki diğer kanatlar içinde örneğin Susurluk’tan tanıdığımız isimlerin öne çıkmasını, yine mafya liderlerinin söylemlerine sahip çıkılmasını anımsadığımızda, bu kanatların Kürt sorununa zor kullanma dışında bir seçenekle yaklaşabileceklerini düşünebilir miyiz?
Yaklaşabilirler, bu konuda teorik olarak antidemokratik yönetimler kimlik temelli çatışmaları çözemezler yaklaşımı doğru değil. Örneğin Kolombiya’da barış anlaşmasını imzalayan Santos, sertlik, şiddet yanlısı kanadın temsilcisiydi ve en sert savaşı yürüten aktördü ama barış masasına oturdu. Yani teorik olarak demokratik yönetimler olmazsa kimlik temelli çatışmalar çözülmez yaklaşımı doğru bir yaklaşım değil. Çünkü bu, Kürt meselesini ülkenin genel demokrasi meselesine indirgeyen bir yaklaşım olur ki, Türkiye’de Kürt meselesi Türkiye’nin demokrasi meselesine indirgenmeyecek kadar büyük ve onu aşan bir mesele. Yani olmazsa olmaz değil. Bunun ikinci bir yanlış varsayımı da meseleleri tamamen normatif bir çerçeveden okuyan yaklaşımlar.İktidar blokunu tek başına MHP ve Ak Parti’ye indirgememek gerekiyor. Ak Parti kendi içinde çok homojen bir parti değil. Yine, bu işin sivil ve askeri bürokrasi tarafı var, bu işin bir sermaye camiası var, bunların da her biri içinde farklı gruplar, yapılar var. ‘
Taraflar barış, çatışmadan daha kârlı bir seçenekse masaya otururlar’ tezi içinde, Türkiye’nin sermayesinin pozisyonunu nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye’deki sermaye için, burjuvazi için Kürt barışı daha kârlıysa barışa oturabilirler. Kârdan kastım hem sembolik hem de maddi. Sembolik anlamdan kastım, çok daha büyük bir maliyettense daha küçük bir maliyetle meseleyi kapatmayı düşünebilirler. Örneğin “10 sene sonra federasyonu konuşacağımıza, bugün yerelleşmeyle meseleyi çözelim” diyebilirler. Veya “Maddi olarak Türkiye ekonomisinin büyümesi için bu meselenin önümüzde bir engel olmaktan çıkması lazım” diyebilirler.
Devlet Bahçeli, sosyal medya üzerinden yeni açıklamalar yaparak, HDP’nin kapatılmasını ağır sözlerle savunmayı sürdürdü ve muhalefetle birlikte isim vermeden, ‘Parti kapatmak çözüm değil’ diyen AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’a da sert çıktı. Bahçeli kapatmayı bu kadar gündemde tutarken Erdoğan’ın sessizliğini nasıl okumak lazım?
Bence Numan Kurtulmuş zaten o açıklamayı Erdoğan’ın bilgisi dışında yapmadı. Burada Erdoğan’ın doğrudan cevap vermektense Numan Kurtulmuş üzerinden daha alt kademe bir düzeyde cevap vermesi meseleyi büyütmekten kaçınma ve yönetme arayışıyla ilgili. Belli ki Ak Parti, MHP ile bu konuda sert bir tartışmaya girmek istemiyor, mevcut ilişkileri dengede tutmak istiyor. Zira, arayışlar olmakla birlikte henüz yeni bir yol çizilebilmiş değil. Bununla birlikte Bahçeli’nin bu konudaki ısrarı, söz konusu arayışları yönetmenin kolay olmayacağını gösteriyor.
TABANINDAKİ İKİ AYRI EĞİLİM HDP İÇİNDE TARTIŞMA YARATACAKTIR
HDP içinde de çeşitli tartışmaların yaşandığını biliyoruz. Diyarbakır’da HDP tabanının eğilimlerine dair neler gözlemliyorsunuz?
HDP tabanında benim görebildiğim şöyle bir tartışma var; bu işi Türkiye’nin demokratikleşmesi üzerinden çözmeye çalışan bir eğilim var. “Barış ve demokrasi” ilişkisinde birinci eğilim, “önce demokrasi sonra barış” diyor. Demokrasiyi merkeze alıyor. İkincisi ise, barış ve Kürt meselesinin çözümünü merkeze alıp, demokrasiyi buna endeksliyor. Tabanda ikinci eğilim daha güçlü. Taban içindeki bu iki ayrı pozisyon muhtemelen HDP içinde bir tartışma yaratacaktır. Türkiye’nin Kürt meselesinin büyümesinde, Kürt hareketinin ya da Kürt siyasetlerinin “siyasi ya da politik beceri ve kapasitesinden” çok daha belirleyici bir dinamik var, o da devletin şiddet yüzü. Devlet Kürt meselesini terör ve güvenlik söylemi ve şiddet araçlarıyla çözmeye çalıştıkça Kürt itirazını büyütüyor. Hem içeride hem dışarda. Bunu parti kapatma için de kayyumlar için de değerlendirebiliriz. HDP fiilen kapatılmış bir durumda ama buna rağmen yüzde 12 gücünü nasıl koruyor? Bu büyük oranda devlet şiddetinin Kürt sokağında yarattığı tepki. Kapatma meselesini konuşurken bunu düşünmek lazım. Bu siyaset Kürt sokağındaki itirazı küçültmüyor büyütüyor. Bence Erdoğan bunun farkında. Ayrıca, parti kapatma kapısının açılmasının maliyeti tek başına HDP’ye çıkmayabilir.
Gelecek ve Deva partilerine nasıl yaklaşılıyor?
CHP’nin, İyİ Parti’nin pozisyonuna bakıldığında, açıkçası Kürt sokağında bu partilere umut bağlayan bir pozisyon yok. Tam tersine “buradan da bir şey çıkmayacak” eğilimi daha baskın. Buna karşın, daha önce Ak Parti etrafında mobilize olmuş Kürtlerin Gelecek ve Deva partilerine gözle görülür bir ilgisi var.
Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemeyeceğinin nice deneyimleri yaşandı. Erdoğan da farkında dediniz. Aynı zamanda ‘bu yapılmaz’ eşiğinin de çoktan aşmış bir iktidarla karşı karşıyayken HDP kapatılamaz denebilir mi?
Açıkçası kapatılamaz diyemem. Asgari bir rasyonalite varsa devlet içinde bu olmaz diye düşünüyorum. Ama Kürt meselesi bağlamında baktığımızda devletin ve Türk siyasetinin tamamen irrasyonel davrandığı çok fazla vaka var. Ama biraz kendi deneyiminden öğrenme becerisi olan bir siyasetin HDP’yi kapatmaması gerekir diyeyim.
SERT SİYASET DEVAM ETTİRİLİP BİR YANDAN KÜÇÜK ADIMLAR GELEBİLİR
Kendisi de başlarda ‘yeni bir çözüm süreci’ tezine yakın duran Erdoğan’a yakın kalemlerden Abdülkadir Selvi, reformların yeni bir çözüm sürecini kapsamadığını, bu kez dinamikleri farklı olan, yeni bir süreç olduğunu yazdı. Selvi’ye göre zaten bugün Kürt sorununda birkaç şey dışında bir sorun kalmadı. Siz ‘yeni bir çözüm süreci’ söylemine nasıl yaklaşıyorsunuz ve Selvi’nin bahsettiği dinamikler ne olabilir?
Öncelikle bir çözüm süreci var mı emin değilim, çünkü bunun tersi yönde de HDP’nin kapatılmasının konuşulması, Selahattin Beyin hala içerde olması, Kürt milletvekillerinin çoğunun içerde olması, birçoğunun sürgünde olması, kayyum rejiminin devam etmesi gibi bir sürü şeyi sayabilirim. Ama elimizde “bir çözüm sürecinin” başlayacağı ya da buna hazırlandığı yönünde bir veri var mı? Şöyle formüle edebilirim; öncelikle iki pragmatik lider var. Biri Erdoğan. Erdoğan’ın pragmatizmi çok esnek, dün siyah dediğine bugün beyaz diyebiliyor. İkincisi Öcalan. Öcalan’ın da Kürt meselesine dair 99’dan bugüne söylemlerine bakarsanız, aşırı esnek olduğunu ve pragmatist bir pozisyonda olduğunu görürsünüz. Bir diğer faktör, son beş yılda KCK ile çok sert bir savaşa girdi Ak Parti. İçerde ve dışarda çok yoğun askeri operasyonlar yürüttü. HDP’ye karşı çok sert bir siyaset yürüttü. Ama öte yandan Öcalan konusunda bu kadar sert davranmadı hükümet. Öcalan’ın pozisyonunu çok yıpratmadılar, bir yerde tuttular. Üçüncü olarak, siyaseten ve ekonomik olarak sıkışmış bir hükümet var. Bahsettiğim kârlılık meselesinde yeni bir denklem kurma ihtiyacı çok açık. Hem ekonomide hem siyasette. Bir adım daha ileri gidelim, cumhurbaşkanlığı rejimi Erdoğan’ın beklediği şeyi sağlayamadı, yani tek başına hükümet olabilirken ve kimseye muhtaç değilken, bugün büyük oranda bir koalisyona muhtaç hale gelmiş, ittifak kurmak zorunda. Ama bütün bunlara rağmen, oy oranı 35’lere düştüğü söylense de Ak Parti’nin hala birinci parti olduğunu unutmamak lazım. Cumhurbaşkanlığı rejimi bile esneyebilir, buradan AK Parti yeniden birinci parti olduğu bir zemine kayabilecek araçlarla girebilirler. Daha yapısal bir mesele var, Rojava meselesi. Güncel olarak Türkiye’yi çok zorlayan bir noktada zaten, büyük oranda Türkiye sınırlarına geldi. Ve o sınırı çizenler Rusya ve ABD. Ve ABD’de Biden yönetimi var.
Peki, madalyonun tersinde ne var?
Devletin yüz yıllık geleneğine baktığımızda, bu meseleyi siyaseten çözme kapasitesi çok sınırlı olan bir Türk siyaseti var. Entelektüel olarak kapalı, idari kapasite olarak kapalı, tabanın politik sosyalizasyonu olarak kapalı, normatif olarak kapalı bir gelenekten bahsediyoruz. En büyük açmazı bu. İkinci olarak HDP zaten fiili olarak kapatılmış bir parti. Dolayısıyla baktığımızda Türkiye’nin bu siyaseti sürdürme potansiyeli de var. Türkiye’de 2017’den beri sertleşen rejim krizini çözememiş olan bir Türkiye var. Fakat, açıkçası mevcut verilerle bu konuda net bir seçenek, net bir tablo sunamıyorum. Belirsizlik daha hâkim.
Selvi’nin bahsettiği dinamikler ne olabilir sorusuna dönersek…
Belki şu olabilir, bildik anlamda PKK ile, Öcalan’la, HDP’yle bir müzakere sürecinden ziyade, sert siyasetini devam ettirip ama bir yandan birtakım reformlara girişebilir. Kimlik haklarının tanınmasına dair veya belediyelerde kayyum rejimini sonlandırmak gibi çeşitli adımlar gelebilir. Ama bunun için de elimizde bir somut bir veri yok açıkçası.
DİYARBAKIR’DAKİ UYGULAMA DİYARBAKIR’DA KALMIYOR
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Bahçeli’nin ve yardımcısının sözlerinin ve aslında iktidar blokunun HDP’yi her fırsatta kriminalleştirmesinin nedenlerinin temelinde Kürt sorununu ve HDP’yi araçsallaştırma olduğunu söylüyor. Siz de değindiniz ama bunun otoriterlikle nasıl bir ilişkisi var? Ve araçsallaştırma Meclis içi muhalefetin de kullandığı bir enstrüman değil mi?
Türkiye’nin Kürt meselesiyle Türk siyasetinin ve devletinin inşası arasında doğrudan bir ilişki var. Umumi müfettişlikler 1927’de ilk olarak Kürt coğrafyasında kuruldu. Ama daha sonra bu Trakya’ya, Çukurova’ya yansıdı. Yani devlet Kürt sahasında elde ettiği deneyimi sadece orada tutmuyor. Bütün alanın inşasında kullanıyor. Bunu kayyumlarda da görebiliriz. Diyarbakır’a, Kars belediyesine müdahale eden hükümet, İstanbul belediyesine de müdahale etmeye başladı. Araçlar birebir aynı olmadı, ama Diyarbakır’daki uygulama Diyarbakır’da kalmıyor. Dolayısıyla Kürt meselesi ya da Kürt meselesinin çözümsüzlüğü ile Türkiye’deki otoriterlik arasında doğrudan bir ilişki var. Ve bu 60’larda da böyleydi, 30’larda da, 20’lerde de böyleydi. Bugün Türkiye’de son beş yılda Kürt meselesinde şiddete, güvenlik siyasetine kaymanın maliyeti şu oldu; Türkiye artık bir demokrasi değil. Çeşitli demokrasi endekslerine göre Türkiye şu an bir otoriter rejimle kusurlu bir demokrasi arasında, bununla beraber otoriter rejime dönüşmesine çok az kalmış bir hibrit rejim. Bir diğer endekse göre Türkiye şu an ılımlı otokrasi. Dolayısıyla bu işin maliyeti burada kalmıyor. İşin bir boyutu bu. İkinci boyutu da Kürt meselesi, büyük oranda siyasi aktörlerin merkezdeki güç savaşında araçsallaştırdığı bir mesele. Şunu sorabiliriz: Bugün Türkiye’de Kürt meselesine dair bu yüz yıllık hikâyeyi okuyabilen, mevcut durumdan öteye bir çözüm perspektifi olan bir siyasi hareket var mı? Ak Parti’nin böyle olmadığı çok açık, MHP’nin de olmadığı çok açık. Türkiye’deki hâkim siyasetlerin Kürt meselesine dair güncel siyaseti aşan bir perspektifi ve bir çözüm modeli yok. Dolayısıyla tam da bundan, Kürt meselesi çoğu zaman iktidar blokunun iç kavgalarında, partiler arası rekabette araçsallaştırılan bir meseleye dönüşüyor. Bu araçsallaştırma bazen şiddet yüzüyle Kürtlere yansıyor, bazen de “barış” yüzüyle yansıyor.
Aynı bağlamda, seçim üzerinden HDP’ye ihtiyaç duyan ana gövdesini CHP’nin oluşturduğu Millet İttifakı’nın HDP’ye yönelik bu ağır sözlere karşı geçiştirici birkaç cümle dışında sessiz kalmasını nasıl yorumlamalı?
Çatışma çözümlerinde çözüm için bir varsayım var, bu meselenin çözüme kavuşabilmesinin bir yolu da meselenin ülkenin merkezindeki ana partiler arasında bir rekabet unsuru olması. Eğer rekabet unsuruysa çözüm kolaylaşır. Bugün baktığımda Kürt meselesi Türkiye’deki ana akım partiler arasında bir rekabet unsuru değil. Kürt meselesi konusunda şu anda bir konsensüs var, burada yeni bir söylem ne yazık ki yok. Kürt meselesinin Türkiye içindeki ve sınır ötesi boyutlarıyla muhalefet içinde bir rekabet unsuru olabilecek yeni bir söylem var mı, benim görebildiğim kadarıyla yok. Sadece meseleyi araçsallaştırabilecek çeşitli söylemler söz konusu. Bugün muhalefetin tekrar yönetime gelmesinin tek bir yolu var, sayısal olarak HDP’nin desteğini almak. HDP camiası yerel seçimlerde açık çek vererek bu partileri desteklediler. Ve büyükşehirlerdeki iktidar dengesinin değişmesinde çok büyük destek sağladılar. Buna rağmen o günden bugüne Kürt meselesine dair bütün kritik durumlarda muhalefetin aldığı pozisyona baktığınızda işin doğrusu alternatif bir alanmış gibi görmemizi sağlayacak hiçbir şey yok elimizde.
BIDEN YÖNETİMİ, KÜRT MESELESİNİ DAHA YUMUŞAK BİR ZEMİNE TAŞIYABİLİR
ABD etkisinden söz ettiniz, yeni bir çözüm süreci beklentisinde olan çevrelerin en önemli dayanaklarından biri de yeni başkan Joe Biden’in Kürtleri Ankara’yla uzlaştırmaya, barıştırmaya zorlayacağı. Aktardığınız tabloda bu tez ne kadar ağırlık taşıyor?
Biden yönetiminin Kürtlere normatif olarak daha yakın olduğunu biliyoruz. Biden yönetimi Türkiye’nin Kürt meselesini daha yumuşak bir zemine taşıyabilir. ABD Türkiye’den vazgeçecek bir pozisyonda değil, Türkiye, ABD için önemli bir ülke; siyasetiyle, coğrafyasıyla, jeopolitiğiyle. Erdoğan hükümetiyle kriz yaşamaları, Türkiye devletiyle kriz yaşadıkları anlamına gelmiyor. İşin bir boyutu bu. Öte yandan genel olarak Kürdistan bölgesiyle ABD’nin 2003 yılından bu yana bir ilişkisi var, Rojava’da Kobani’den bu yana 6 yıllık bir ilişkisi var. Ve kalıcı olmaya devam etmek istiyor. Dolayısıyla ABD açısından reel seçenek, bu iki müttefikinin ilişkilerini birleştirmek ve buradan yeni bir ilişki kurmak. Biden’le birlikte bu eğilimin artacağını söyleyebiliriz.
ERDOĞAN ‘TÜRKİYE İTTİFAKINA’ DA YÖNELEBİLİR
Gündemden düşürülmeyen erken seçim konusuna nasıl yaklaşıyorsunuz? Gerek HDP’nin kapatılması gerekse yeni çözüm süreci tartışmalarının erken seçimle ilgili kurulan aritmetikler, kümelendirmelerle ilgisi için ne söylersiniz?
Türkiye’nin ekonomik ve siyasi krizi 2023’ü bekleme lüksünü vermiyor. Muhtemelen bir erken seçimle karşı karşıya kalacağız. Bu 2021 mi olur, 2022 mi olur bilemiyorum. Şu an erken seçimi getirecek iki şey olabilir. Bir, Erdoğan açısından baktığımızda şöyle bir ikilem var, şu anki tabloda erken seçim yaptığı takdirde Erdoğan muhtemelen kaybedecek. Dolayısıyla biraz daha öteleyip, süreci iyi yönetip, durumu iyileştirme potansiyelini dikkate alarak pozisyon belirleyecek. Ama öte yandan erime her geçen gün artıyor, erimeyi durdurabilirlerse ve erime durup tekrar bir genişleme olursa, öyle bir ana denk getirebilirler. Ama şu an tamamen matematiksel hesaplara bakılıyor, kimin oy oranı ne, ne kadar destek alıyor diye. İkinci boyutu, özellikle MHP, ani çıkışlarla siyaseti dizayn etme becerisi yüksek bir parti. Son beş yılda bütün kırılma anlarında MHP’nin aldığı pozisyonla Türkiye’nin yolunun şekillendiğini görüyoruz. Türkiye Erdoğansız yeni bir milliyetçi rota kurabilir.
Nasıl?
MHP ile İyi Parti ve CHP’nin ana damarıyla yeni bir milliyetçi blok kurulma ihtimali de olabilir. Yani önümüzde Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı şeklinde ikili bir tablo olduğu kanaatinde değilim. Erdoğan da hem İyi Partiyle hem Deva partisiyle hatta CHP’yle ‘Türkiye İttifakı’na da yönelebilir. Buradaki temel mesele siyasal iktidarı koruma ve sürdürme arayışı, temel dert bu. Dolayısıyla Kürt meselesinin alacağı seyirle seçim arasında doğrudan bir ilişki kurabiliriz.