1416 ve Bedreddin üzerine
Sinan Araman, 18 Aralık 1418'de Serez Çarşısı'nda idam edilen Şeyh Bedreddin'i ve hareketinin tarihsel önemini yazdı.
Görsel: İmece Film
Sinan ARAMAN
Bedreddin Hareketi insanlık tarihinin Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da vurguladıkları gibi sınıflar mücadelesi tarihi olduğunu, tarih sahnesine çıkış biçimiyle bu coğrafyada net bir şekilde gösteren ayaklanmaların başında yer almaktadır. 2016 yılı, tarihe 1416 İsyanı/Ayaklanması olarak Şeyh Bedreddin Hareketi’nin 600. Yıl dönümüydü ve bu vesileyle o günden bugüne çok sayıda etkinlik, söyleşi, seminer ve konferans düzenlendi. Yerli ve yabancı araştırmacılarca yayımlanan yeni çalışmaların yanı sıra senaryosunu Ali Şahin’in yazdığı, yönetmenliğini Hakan Alak’ın yaptığı ve yakında gösterime girmesi beklenen Hakikat adlı belgesel film çalışması ile bu süreç devam ediyor ve devam etmeli. Keza, Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in öncülüğünü yaptığı 1416 devrimi bu ilgiyi fazlasıyla hak ediyor. Bu yazıda 18 Aralık 1416 Bedreddin’in idamı vesilesiyle Bedreddin Hareketi ve düşüncesinin tarihsel ve güncel boyutlarının öneminin ana hatları üzerinde durulmuştur.
Öncelikle Hareket’e devrim demek doğrudur çünkü Börklüce Mustafa önderliğinde Karaburun, Aydın, Manisa ve İzmir bölgelerinde devletli bir sistemden ayrı, yaklaşık 2-3 yıl süren komünler kurulmuş ve yaşatılmıştı. Ta ki, Osmanlı’nın gönderdiği orduların iki kez yenilgiyle dönmelerinin ardından üçüncü bir seferde daha büyük bir ordunun acımasız bir katliamına maruz kalmalarına kadar. Börklüce, Torlak, Bedreddin ve yoldaşları yenilmiş olsalar da, ezilenlerin tarihi açısından bugüne önemli bir miras olarak bıraktılar. Hem tarihsel hem de bugünü anlamımıza ışık tutan güncel boyutlarıyla.
Bedreddin Hareketi, 1402’de Timur’un Beyazıd’ı Ankara Savaşı’nda yenerek Osmanlı’yı beylikler şeklinde dağıtarak kendisine bağladığı bir süreçte gelişmiştir. Edirne’de Musa Çelebi’nin kazaskeri (şeyhülislam) olarak bulunan Bedreddin asilzade bir ailede büyümüştür. Dönemin en önemli medreselerinde eğitim alarak en önemli İslam düşünürlerinden biri ve bir devrimci olarak tarihe geçmiştir. İmam Gazali’nin 11. yüzyılda İslam’da reform ve aydınlanmaya darbe vuracak şekilde içtihat kapısını (İslam şeriatı ve hukukunun duruma göre yorumlanması) kapatarak oluşturduğu dogmatik İslam anlayışının tersine Bedreddin, içtihadın kapısını yeniden aralamıştır. Gençlik yıllarında Bursa’da aldığı eğitimle önemli İslam sûfisi ve filozofu olarak bilinen Muhyiddin İbn El-Arabi’nin o dönemdeki müridi olan Sadreddin Konevi’nin fikirlerinden etkilenen Bedreddin, Musa Çelebi’nin Mehmet Çelebi’ye 1413’te yenilgisinden sonra gittiği Mısır Memluk Sarayı’nda yine dönemin en önemli İslam tasavvufçusu olarak bilinen Hallâc-ı Mansûr geleneğinin o dönemdeki temsilcisi Şeyh Ahlati’den bizzat müridi olarak dersler almıştır. Bu iki düşünürün etkisiyle egemen sınıflara ve politik iktidar sahiplerine hizmet eden İslam ortodoksisinden uzaklaşarak “mal mülk Allah’ın” dolayısıyla “Halkın ortak malıdır” fikriyatı temelinde düşüncelerine yön vermiş ve bu temelde toprağı eken biçen yoksul emekçi halkın sözcüsü olarak kendini hazırlamıştır. Teorisini pratiğe dönüştüren bir fikir insanı olarak tarih sahnesinde yer edinmiştir.
TARİHSEL BİR ANIN EŞİĞİNDE YENİLGİ VE KARŞI DEVRİM!
Bir parantez açarak diyebiliriz ki; Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, İbn Arabi’nin din konusundaki enternasyonel yaklaşımını egemen sınıfların lehine yorumlarken, Bedreddin enternasyol düşünceyi ezilenler lehine geliştirmiştir. Vahdeti Vucüd (Kainatı yaratıcının bir tezahürü olarak yorumlayan tasavvuf anlayışı) ile İbn Arabi ve Şeyh Ahlati’nin din fikriyatı önemli oranda dinler arasında eşitliği ve dayanışmayı öngören senkretik (bağdaştırmacı) bir özelliğe sahiptir. Bir parantez daha açarak belirtmekte fayda var ki, o da şudur: Şeyhülislam olduğu dönemde dahi İslam hukukunun (fıkıh) duruma göre yorumlanmasını kadılara öğütleyen Bedreddin, Vahdet-i Vücud (varlık birliği) anlayışını daha ileri taşıyarak Vahted-i Mevcud yani yaratıcının maddenin bizzat kendisinde tecelli ettiği fikri ile materyalist bir temele oturttuğu söylenmektedir. Bunlar, Batı’da 15. ve 16. yüzyıllarda köylü isyanları/ayaklanmaları ile açığa çıkan Martin Luther, Calvinizm, Protestanlık gibi hareketler ile birlikte aydınlanma çağına doğru yol alındığı ve kapitalizmin feodal üretim ilişkilerini yok ederek geliştiği bir süreçte, en az 17. Yüzyıl Filozofu Spinoza’nın panteizm yaklaşımı kadar İslam coğrafyasında gelişen devrimci düşüncelerdir. Osmanlı devletten bir İmparatorluğa dönüşünce Bizans’ın yıkımına doğru gelişen derebeylik/beylik sisteminin önünü alarak, Doğu Bizans ve geleneksel İslam imparatorluklarının merkezi yapısını tahkim etmiştir. Böyle olunca Osmanlı coğrafyasında aydınlanma ve toplumsal reformlar sürecine doğru evrilebilecek bir toplumsal yapılanma ile birlikte bir düşünce ortamının da önü alınmıştır. Haklı olarak Türkiye’de Cemal Kafadar gibi tarihçiler buna özellikle dikkat çekmektedir.
Hareketin tarihsel ve düşünsel önemine dair bu ara vurgulardan sonra 1416’ya dönelim. Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa’nın fikirleri, İslam devlet geleneği ile birlikte Bizans’ın iktisadi, kültürel/toplumsal, coğrafi mirası üzerinde kurularak gelişen Osmanlı devletinin Hristiyan, Yahudi, İslam ahalisinin ezilen sınıflarını birleştiren dönemin enternasyonal ruhunu yansıtmıştır. O yüzden Bedreddin Hareketi’nin arkasında büyük bir kısmının henüz Kalenderi, Kızılbaş, Bektaşi gibi İslam dairesi içinde görülen Alevi inançlara sahip göçer ve yerleşik Türkmenler, Sakız Adası’nın ve Egedeki Hristiyan ve Yahudi yerleşik çiftçiler yer almıştır. Ortakçılık yani komün üzerine kurulu bu Hareket, hem Doğu’da İslam tarihi içinde anılan Karmatiler, Babek ve Kızıllar Cumhuriyeti, Baba İshak gibi toprağın ve ürünün ortaklığını savunan halk hareketlerinin hem de Doğu Bizans’ta Hristiyan ve Yahudi halkların (Zilotlar) ortakçılık temelindeki isyan ve ayaklanmalarının mirası üzerine şekillenmiştir...
Kısacası Osmanlı tarihinin en büyük ayaklanmalarından biri olarak tarihe geçen 1416’daki toplumsal hareket yenilmeseydi bir olasılıkla Osmanlı ve İslam coğrafyasında Batı’daki gelişime benzer başka bir tarih tezahür edecekti. Dolayısıyla, kendini kapitalist mülkiyet sistemine adapte ederek günümüze kadar intikal eden İslam’ın Orta Çağı bu denli uzamayabilirdi! İşid, el kaide örneklerinde olduğu gibi bağnaz, karanlık ve barbar hareketlerin katliamlarına, vahşetine 21. yüzyılda bu denli maruz kalmayacaktık!
BEDREDDİN’DEN GÜNÜMÜZE TARİHSEL MİRAS
Büyük Şair Nâzım Hikmet “Şeyh Bedreddin Destanı” gibi bir eser kaleme alarak Bedreddin Hareketi’nin tarihin tozlu raflarında kaybolmasına göz yummayarak 1416’yı anlamlı bir şekilde cumhuriyet tarihinin gündemine taşımıştır. İslam coğrafyasında hüküm süren egemenlerin kendi bezirgan saltanatlarına karşı isyan eden, hak ve adalet isteyen halkları ve önderlerini “zındık, mülhid, sapkın” diyerek yaftalamalarına ve tarihe böyle geçirmek istemelerine izin vermemiş ve tarihin çarpıtılmasına o güçlü, güzel eseriyle darbe indirmiştir...
Tarihsel olan günceldir, güncel olan da tarihseldir! Çünkü bugün dünün yarın ise bugünün üzerine kurulmakta ve yol almaktadır. Tarihsel sürecin devrimci yanında ise tarihin ve toplumun olumlu mirası üzerine yeni bir geleceği inşa eden toplumsal güçler, kişiler ve dinamikler yer almaktadır. Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya şahsında 1968 kuşağının devrimci gençlik önderleri gibi bu coğrafyanın üç büyük devrimcisidir. Onların eylem ve düşüncelerinden öğrenilerek daha adil, eşitlikçi ve güzel bir gelecek inşa edilebilir. Sermayenin toplumu yoğun bir şekilde sömürerek doğayı talan etmesi, kapitalizmin insanlığın başına yol açtığı salgın hastalıklar, ekolojik ve toplumsal yıkımlar, savaşlar, işsizlik, yoksulluk ve artan sömürü tarihten daha çok öğrenmemiz gerekliliğini daha da yakıcı bir ihtiyaç olarak önümüze koymuştur...
Artık tarihin başka bir eşik noktasındayız. Rosa Luxemburg’un 1. Dünya Savaşı yıllarında dillendirdiği “Ya sosyalizm, ya barbarlık!” noktasından “Ya sosyalizm ya yok oluş!” noktasına gelmiş bulunmaktayız. Bedreddin ve yoldaşlarının anısına saygıyla...