Moğollar 53 yıl sonra hâlâ evrensel ve cesur
Moğollar’a göre, Anadolu Rock/Pop’a dünyadaki yoğun ilgi, grubun 53 yıl evvel “yerelden evrensele” sloganıyla yola çıkmakta ne kadar haklı olduğunu gösteriyor.
Fotoğraf: Moğollar Arşivi
Özlem ERTAN
Anadolu Rock’ın efsane gruplarından Moğollar, yarım asırdan uzun zamandır dimdik ayakta. Usta Müzisyenler Cahit Berkay, Taner Öngür, Serhat Ersöz, Emrah Karaca ve Kemal Küçükbakkal’dan oluşan Moğollar, 53’üncü yıllarını dünyaca ünlü Artone Studio’larında, “Doğrudan plağa kayıt” teknolojisiyle kaydedilen yeni albümleri “Anatolian Sun Part 1 & Part 2” ile karşılıyor. “Anatolian Sun”, tek seferde ve tamamen canlı kaydedildi. Bu yönüyle Moğollar’ın konser performanslarına en yakın albüm olma özelliğine sahip. Moğollar ile yurt dışında da yayımlanan albümleri ve müzik üzerine konuştuk.
“Anatolian Sun”ı, Night Dreamer adlı İngiliz yapım firmasından gelen teklif üzerine yaptınız. Batı’da Moğollar’a ve genel anlamda Anadolu Rock’a yoğun bir ilgi olmasını neye bağlıyorsunuz?
Taner Öngür: Aslında Anadolu Pop/Rock tarzına ilgi, ’90’ların sonundan itibaren artmaya başladı. 1998’de psychedelic.com isimli bir site keşfetmiştim. Amerika’da bu siteyi yapan kişi, ‘Güney Amerika Saykodelik’, ‘Avrupa Saykodelik’, ‘Asya Saykodelik’ isimleri altında, ’60’ların ve ’70’lerin gruplarının kayıtlarından oluşan CD’ler de çıkarıyordu. ‘Asya Saykodelik’te Türkiye’den de dört isim yer alıyordu: Erkin Koray, Moğollar, Barış Manço ve Üç Hürel… Demek ki ’70’li yıllarda Türkiye’de etkili olan bir akım, dünyanın diğer yerlerinde de dikkati çekiyordu. Yıllar içinde bu ilgi gittikçe arttı. Bizim kuşak, bu işe başlarken doğru bir teşhisten yola çıkmıştı. O yıllarda Cem Karaca’nın söylediği gibi ayakları bu topraklara basan bir müzik... Mottomuz da “yerelden evrensele” idi. Bugün bu teşhisin ne kadar doğru olduğunu anlıyoruz.
Serhat Ersöz: Batı müziği kendi kaynaklarını tüketeli ve tekrara gireli uzun zaman oluyor. Bu sebeple etnik müziklere yönelim söz konusu.
Cahit Berkay: İnternetin hayatımıza girmesiyle o dönemin müziklerine ilgi başlamıştı. Dijital müzik dinleme platformları sayesinde bu müziklere kolayca ulaşılabildiği için de ilgi artarak devam ediyor.
Emrah Karaca: Sadece Batı’da değil, tüm dünyada böyle bir trend var. Bu hem o yılların cazibesiyle hem de o yıllarda Türkiye’de yapılan müziğin kalitesi ve özgünlüğüyle ilgili. Demek ki o dönemin müzisyenleri yaşadıkları zamanın ruhunu müziklerine yansıtmayı başarmış.
Kemal Küçükbakkal: ’60’lı ’70’li yıllarda Türkiye’de Anadolu Pop adı altında çok güzel ve samimi işler yapıldı. Bu yoğun ilgiye şaşırmıyorum. Batı biraz geç farkına vardı.
Albümü canlı ve kesintisiz olarak “Doğrudan plağa kayıt” teknolojisiyle kaydettiniz. Neden 1940’lı yıllardan beri pek fazla kullanılmayan bu teknolojiyi tercih ettiniz?
SE: Aslında bu bizim tercihimiz değildi. Teklif, içinde bu öneri ile geldi. Heyecan vericiliği ve meydan okuyucu oluşu da bizi cezbeden unsurlardan biri oldu.
TÖ: Son yıllarda tüm dünyada plak yeniden gündeme geldi. Aynı zamanda ’90’larda başlayan dijital kayıt teknikleri müzisyenleri tembelleştirmeye başladı. Müzisyenlerin yapması gereken birçok işi dijital ekipmanlar yapıyor. Bu da doğal olarak steril, yapay bir sound yaratıyor. İnsanlar bu steril sounddan sıkıldılar. Yeniden elle ve ruhla yapılan müziğe ilgi arttı. O sıcak analog sound için eski yıllarda kullanılan müziğin aslına sadık kayıt teknikleri yeniden gündeme geldi. Biz de bu albüm için en eski ve en iyi yöntem olan “direct to disc” yani doğrudan plağa kayıt yöntemini kullandık.
CB: Stüdyonun ve yapım firmamızın sahibi Jörg, tam bir odyofil. Sırf kendi kişisel zevki için Amerika ve Avrupa’da kapanan stüdyolardan bu ekipmanları toplamış. Sonra profesyonel bir kayıt stüdyosu yapmaya karar vermiş. Stüdyodaki aletlerin tevellüdü bizden eski. Biz ’60’larda ’70’lerde albümleri hep canlı kaydettik, ama doğrudan plağa hiç kaydetmemiştik. Değişik ve özel bir tecrübe oldu bizim için. Kayıt yapılan master plaklara zarar gelmemesi için bize hiç dinletmediler. Plaktan gelen sesi biz de tam olarak bilmiyoruz. Herkes gibi biz de sabırsızlıkla plakların Türkiye’ye gelmesini bekliyoruz.
EK: Teknolojinin sağladığı kolaylıklar bazen sizi müzik yaparken doğallıktan uzaklaştırabiliyor. Bizim asıl amacımız doğallığı yakalamaktı. Kendi adıma enteresan ve öğretici bir deneyim oldu. Hiçbir şey olmadıysa kaşık çalmayı öğrendim.
KK: Benim ilk ciddi kayıt deneyimimdi. Stresli ama bir o kadar da keyifli bir deneyim oldu. Kendi içimizde harika bir uyumumuz var. Çok az gruba nasip olur bu. O yüzden ilk stresi attıktan sonra keyifle çaldık.
Arada boşluklar olsa ve bazı üyeleri değişse de Moğollar, 53 yıldır dimdik ayakta. Nedir, 53 senedir aynı uyumla müzik yapmanın sırrı?
TÖ: Ben de tam bilemiyorum. Uyum, grup içi demokrasi, rekabet yerine dayanışma ve kendi mirasına sahip çıkma diye özetleyebilirim…
SE: Yaptığın işi sevmek, daha ziyade iş olarak görmemek.
EK: Müzik sevgisi başta tabii, ama bence önce saygı. Bu ekip birbirine saygı duyan ve beraber yol almaktan keyif alan insanlardan oluşuyor. Zaman içinde değişimler ve maalesef acı kayıplar olsa da asıl olan hep Moğollar oldu ve bunun devam etmesi gerçekten çok güzel.
CB: Serhat 1993’ten beri bizimle, Emrah on iki seneyi doldurdu. Kemal de onuncu senesine doğru yol alıyor. Moğollar sanki çok fazla eleman değiştiren bir grupmuş gibi bir algı var. Aslında bu doğru değil. 1972 başında o zamanki klavyecimiz gruptan ayrılmıştı. Ondan sonra hiç gruptan ayrılan elemanımız olmadı. Zorunlu haller dışında tabii, Engin (Yörükoğlu) askerdeyken ve Fransa’dayken yerine Ayzer çalmıştı. Vefatının ardından da Kemal bizimle çalmaya başladı. Emrah’ı ise gruba 5. olarak aldık. Yani kimsenin yerine girmedi.
‘Anatolian Sun’, Moğollar tarihinin özeti… Peki, yeni Moğollar bestelerinden oluşan bir albüm yapma planınız var mı?
SE: Somut bir şey olmasa da şu an, elbet olacak. Besteler birikiyor herkeste, gün yüzüne çıkmak istedikleri an gelecektir mutlaka.
TÖ: Elbette yeni şarkılardan oluşan bir albüm yapmayı isteriz. Zamanını bilemiyorum ama mutlaka bir şeyler çıkacak…
EK: Bunu yıllardır konuşuyoruz. Hatta bir önceki albümü yapalı 11 yıl olmuş. Ben yeni şarkılardan oluşan bir albüm kaydetmeyi çok istiyorum. Umarım en kısa sürede bunu gerçekleştirebiliriz. Eminim herkes eteğinde yeterince taş biriktirmiştir.
KK: Belki üçüncü bir LP yaparız yeni şarkılarla.
CB: Aslında bizim aklımızda hep yeni bir albüm yapmak vardı. Bu albümle ilgili süreç çok hızlı gelişti. Aralıkta “tamam” dedik, şubatta kayıt yaptık. Bu albüme de yeni şarkılar girsin istedik aslında, ama o arada konser takvimimiz de sıkışık olduğu için yeni şarkılara el atma fırsatımız olmadı. Ama bu albümde eski şarkılara yeni versiyon yapalım derken ortaya eskisiyle alakası olmayan yepyeni şarkılar da çıktı, mesela ‘Iklığ’.
“ANADOLU POP-ROCK MİSYONUNU TAMAMLAMADI”
Anadolu Rock, 1960’lardan günümüze nasıl bir değişim geçirdi?
SE: Anadolu enstrüman ve ezgisel/ritmik motiflerinin dönemin Batı enstrümanları ile harmanlanması esasına dayanan bir müzik bu, malum. Bu enstrümanların içine ‘sampler’lar, bilgisayar programları, laptoplar da dahil olmuş durumda artık. İlla Rock olarak algılanmamalı bence. Zira şu an müzik tarzları eskisi gibi çok keskin hatlarla birbirinden ayrılmıyor. Daha organik bir dirsek teması hakim. Şu an bu sentezi uygulayan çok başarılı elektronik müzik icracı ve bestecileri var.
TÖ: Bu terimler sadece müzik ile alakalı değil, toplumsal bir tarafı da var. Anadolu Pop/Rock, ülkemizin yerel ve evrensel değerlerini harmanlamak ve buradan çağdaş, insan haklarına saygılı, uyum içinde kendini geliştirebilen bir toplum yaratmak misyonunu da taşıyor. Bu misyon tamamlanmadıkça Anadolu Pop-Rock misyonu da tamamlanmamıştır diye düşünüyorum. Aslında bu minvalde ’60’lardan bugüne biraz gerilemişiz diye düşünmüyor da değilim. Fakat Can Yücel’in bir şiirinde dediği gibi “Umut bir denizanası gibidir, bir açılır, bir kapanır.”
CB: Dünyadaki hızlı değişimin elbette müzikte de karşılığı oluyor. Mesela ses teknolojileri, kayıtlı müziği kusursuz hale getirdi. Ama şimdi insanlar o mükemmellikten sıkıldılar. Daha samimi olması için analog teknolojilere yönelim var. Bu, işin teknik yönü. Bizim Anadolu Rock/Pop adını verdiğimiz müzik türü zamanının yenilikçi bir müzik akımıydı. 2000’lerin başında Anadolu Rock denince akla demode bir müzik türü geliyordu. Şimdi ’60’lar ve ’70’lerdeki örnekler gündeme geldi de Anadolu Rock gene itibar kazanıyor. Bizim jenerasyonun 50 sene önce yaptığı müzik hâlâ insanlara yenilikçi ve cesur geliyor. Bu janrda müzik yapan gençlerin üzerinde düşünmesi gereken konu sanırım bu. Elbette yapılan müziğin bir ayağı bu topraklara basacak ama diğer ayağının yenilikçi olması gerekiyor. Yeni şeyler denemekten korkmaması lazım gençlerin.
EK: ’70’lerin müzik gruplarında evrenselleşmek gibi bir amaç hep varmış. Babamla (Cem Karaca) Moğollar’ın birlikte çalışma sebebi Avrupa’da albüm yapmakmış. Ama dönemin şartları müsaade etmemiş. Şimdilerde bu müzik türüne duyulan ilginin sebebi belki de o yıllarda evrensel düşünerek müzik üretiyor olmalarıdır. Dünya bu kadar küçülmüşken şimdiki müzisyenler 50 sene öncekiler kadar evrensel hayaller kuramıyor. Bizim bu albüm teklifini kabul edip hemen kayıtlara geçme sebebimiz yapımcımızın İngiliz olması sebebiyle bu albümün sadece Türkiye’ye değil tüm dünyaya dağılacak olması. Kurulduktan 53 yıl sonra bile müziğini tüm dünyaya tanıtma hayali kuran grubun bir üyesi olmaktan gurur duyuyorum.
“‘DİNLEYİVERİN GARİ’NİN GÜNCELLİĞİNE SEVİNSEM Mİ ÜZÜLSEM Mİ?”
Yıllardır şarkılarınızda sosyal sorunlara da değiniyorsunuz. Aradan geçen bunca zamanda bu sorunların pek de fazla değişmediğini görmek size ne düşündürüyor?
TÖ: Yıllar içinde sosyal sorunların, değişmediği gibi, daha da arttığını gözlemlemek çok üzücü. Sağ popülizmin bizde olduğu gibi dünyanın birçok ülkesinde de yarattığı tahribat insanı gelecek hakkında korkutuyor. Fakat işin rahatlatıcı kısmı sağ popülizmin söylediği yalanların her gün ortaya çıkması. Belki biraz zaman alacak, ama onlara kanarak oy verip iktidara getiren kitleler de yavaş yavaş bu durumu anlayacak.
SE: Bu bütün dünyada aynı olmaya başladı maalesef. Üzüyor, bazen sinirlendiriyor.
EK: Bence üzücü; hep söylüyorum zamanında söylenmiş muhalif şarkılar o dönemin sorunlarına isyan niteliğindeydi ama bu sorunlar o şarkıların yapıldığı tarihten yıllar on yıllar sonra bile gündemden düşmüyorsa burada çok ciddi bir sorun var demektir! Zaman hızla akıp gidiyor, dünya değişiyor ama benzer sorunlar ne yazık ki katlanarak devam ediyor.
CB: Dinleyiverin Gari şarkısını ben 1993’te yazdım. Şarkının güncelliğini hiç kaybetmemesine sevinsem mi üzülsem mi? Taner, Mansur Balcı’nın ‘Ölüler Altın Takar mı’ şiirini 1996’da Bergama halkının siyanürle altın aranmasına karşı verdiği mücadeleye destek için bestelemişti. Yıllar sonra tekrar konserlerde çalmaya başladık, zira 20-25 yıl önce kapanmış olması gereken siyanürle altın arama konusu gene önümüze geldi. ‘Issızlığın Ortasında’ şarkısını anons ederken “Biz sıradaki şarkıyı her konserimizde çalacağız, ta ki Sivas’ta katledilen 33 canın gerçek failleri hak ettikleri cezaya çarptırılana kadar,” diyorum. Ne acı ki şarkının konser repertuvarımızdan çıkma ihtimali pek yok.