20 Aralık 2020 23:35

İktisatçı Doç. Dr. Elif Karaçimen: Sermayenin "emek denetimi" borçlanmayla arttı

Doç. Dr. Elif Karaçimen: Borç ödeme sorumluluğunun emekçiler için sonuçları; düşük ücretlerle çalışmayı kabul etmek, daha fazla mesaiye kalmak ve vasıfsız işlerde çalışmak şeklinde gerçekleşiyor.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Hilal TOK
İstanbul

Türkiye, pandemiye ekonomik kriz koşullarında yakalanırken, hükümetin ekonomi politikalarında tercihi ise açıkça yurttaşı ucuz kredi ile borçlandırmak ve ekonomiyi bu ‘yöntemle’ canlandırmaya çalışmak oldu. AKP’nin pandemide yurttaşa doğrudan gelir transferi en yoksul 2 milyon kişiye tek seferlik verdiği 1000 lira ve bir kısım esnafa 3 ayda vereceği 1000’er lira ile sınırlı kaldı. Bu süreçte milyonlarca insan ya gelirsiz kaldı ya da geliri yüksek oranlı düştü. 

Bireysel kredi borçları sadece 9 ayda yüzde 35 artarak (218 milyar lira) ekim ayı itibariyle de 849 milyar liraya çıktı. Sadece 2020 yılında 4 milyon 755 bin kişi “ilk defa” kredi borcu altına girdi. 2020 yılında 26 milyon kişi icra takibinde. Borç, iflas ve icra takibi büyüyor. 

Temel ihtiyaçlar için dahi borca iten politikaları, pandemi koşullarında artan borçların halka ve özel olarak kadınlara etkisini İktisatçı Doç. Dr. Elif Karaçimen ile konuştuk. Karaçimen, bir denetim ilişkisi olan borçluluğun emek üzerindeki sermaye tahakkümünü artırdığını söyledi. 

Türkiye’de vatandaş borçlanması nasıl arttı, nasıl bu noktaya gelindi, niye bu kadar borçlandık?

Türkiye’de hane halkı borçlanmasındaki tırmanış 2001 krizi sonrasında başladı. Hane halkının borcunun yurt içi hasılaya oranı 2002 yılında yüzde 2 iken 10 yıllık bir süreçte bu oran yüzde 20’ye ulaştı. Aşağıda bahsedeceğimiz gibi 2013 sonrasında hane halkı borçlanma artışında bir yavaşlama görüldü. Dolayısıyla bu iki dönemi hane halkı borçlanmasının hızla arttığı ilk dönem ve borçlanmanın yavaşladığı ikinci dönem olarak değerlendirebiliriz. İlk dönemdeki hızlı artışı anlamak için konuyu iki açıdan ele almak gerekiyor. Bunlardan ilki Türkiye’de nasıl olup da bankaların tüketici kredilerini bu kadar arttırabildikleri. İkincisi ise bankaların bu artan kredi arzına hane halklarının neden ilgi gösterdiği. 

Konuya bankalar açısından baktığımızda burada 2001 krizi sonrasında uygulanan sıkı para ve maliye politikalarının etkili olduğunu görüyoruz. Kriz öncesi devlete borç vererek devlet iç borçlanma senetleri üzerinden kâr elde etmeye alışmış bir finans sektörü vardı. Ne var ki Türkiye’de IMF programlarıyla uygulanan sıkı maliye politikası (Birincil fazla verme sorumluluğu) ve bu politikaların uzantısı olan özelleştirmeler ile kamu açıkları önemli ölçüde daraltıldı. Dolayısıyla 2013 yılına kadar gelen süreçte devletin iç borçlanma gereği giderek azaldı. Diğer yandan enflasyon hedeflemesini hedefleyen sıkı para politikası uygulamasıyla faiz oranları düştü. Böylelikle kamu borç finansmanının yerini özel sektör kredi genişlemesi aldı. Türkiye’ye giren yabancı sermaye girişlerindeki artış da bu kredi genişlemesini destekledi. Bu süreçte bankalar hane haklarına tüketici kredileri açmayı ve kredi kartı yoluyla kredi kullandırmayı daha çok benimser oldular. Böylelikle bankacılık kesimi daralan kamu açığı ve devlet iç borçlanma senetlerinin düşen getirileri nedeniyle kamu borç finansmanından elde ettikleri gelir azalışlarını hane halkları kredi genişlemesine yönelerek telafi ettiler.

TÜKETİCİ KREDİLERİNE TALEP NEDEN ARTTI?

Tüketici kredilerine olan talebin neden arttığına ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Tüketici kredilerine olan talebin neden arttığına bakacak olursak, tüketici kredisi kullanımının özellikle düşük gelirli hane halkları ve ücretli çalışanlar arasında yaygınlaştığı gerçeğiyle karşılaşırız. Tüm bu gelişmeler hane halkları borçlanmasındaki artışın, ekonomideki genel dönüşümler ve bunların sonucu olan reel ücretlerin durağanlaşması, işsizlikte artış, güvencesiz yeni istihdam biçimlerinin yaygınlaşması gibi ana eğilimlerle bağının kurularak incelenmesi gerekir. Ekonomide büyümenin temel kaynağı olarak özel tüketim artışlarının sürekli teşvik edildiği bir ortamda, neoliberal politikaların emekçi sınıfların çalışma ve yaşam koşulları üzerinde yarattığı tahribat, Türkiye’de borçlanma artışında temel rolü oynadı. 

2013 yılı sonrasında hane halkı borcunun yurt içi hasılaya oranı yavaşlamaya başladı. Bu süreçte hane halkı borçlanmasındaki hızlı artışın kamuoyunda yarattığı rahatsızlık ve bankacılık kesimi açısından risk oluşturma potansiyeli önemli rol oynadı. Uygulamaya konulan makro ihtiyati politikalarla tüketici kredilerindeki daralma, kredi kartlarında vade ve taksit kısıtları gibi önlemler hane halkı borcundaki yavaşlamada etkili oldu. Öte yandan göz önüne alınması gereken önemli bir nokta da ekonomideki yavaşlama ve işsizlik artışının hane halkı harcamalarını ve dolayısıyla da borçlanmayı azaltıcı etkisidir. Hane halkı borçlanması için 2013 sonrası genel eğilim kısa dönemli sınırlı artışlarla şeklinde sürdü. Örneğin 2017 sonu itibariyle hane halkı borcunun yurt içi hasılaya oranı tekrar artarak yüzde 18 seviyesine ulaştı. Fakat sonraki süreçte ekonomideki daralma eğilimi ve artan makroekonomik dengesizlikler hane halkı borçlanmasında düşüş olarak kendini gösterdi. Merkez Bankası verilerine göre 2020 mart ayı itibariyle hane halkının borcunun yurt içi hasılaya oranı yüzde 15.1 seviyesine geriledi. 

"BORÇLANMA AYNI ZAMANDA BİR DENETİM İLİŞKİSİDİR"

Güvencesiz çalışma koşulları ile borçlanma arasında nasıl bir ilişki var?

Özellikle emek piyasasındaki dönüşüm ve esnek istihdamın artışı hane halklarının kredi kullanımında önemli bir etken oldu. Gelir ve istihdam güvencesizliği arttıkça kredinin giderek ücret ikamesi gibi kullanılmaya başladığını görüyoruz. Türkiye’de bu süreç 2003 yılında çıkarılan İş Kanunu ile güvencesiz, esnek ve atipik istihdam biçimlerinin yasalaşması, grev erteleme kararnameleri ve tabii sendikalaşma oranındaki düşüşlerle giderek daha vahim hale gelmiştir. Güvenceli işlerde çalışan işçiler daha çok düşük faizli ihtiyaç kredisi kullanırken, örneğin sanayi sitelerindeki emekçiler ya da (Benim araştırma yaptığım) tersane işçileri borçlanma aracı olarak kredi kartı kullanmaktadırlar. Ücretlerin geç ödendiği ya da geçici işsizlik yaşanan dönemde bu emekçi kitleleri kredi kartlarını hem zorunlu harcamalarını karşılamak hem de çeşitli nakit ihtiyaçları için kullanılıyorlar. Bu zorunlu borçlanma ciddi bir maliyet yüklüyor emekçilere.

Teorik olarak tüketici kredisini işçinin gelecekteki değer üretme potansiyeli üzerinde bir hak iddiası olarak kavramsallaştırabiliriz. Kredi verenler açsından emekçiler için kredi riski işsizliktir. Ancak borçlanma aynı zamanda bir denetim ilişkisidir. Borcunu ödeyemeyecek durumda olan emekçi sınıflar her koşulda çalışmaya da zorunludurlar. Şu saptamayı yapmalıyız. Emek piyasalarının kuralsızlaşması, işçilerin kredi kullanmaları ve borçlanmaları üzerinde önemli etkileri olmuştur. Özellikle güvencesiz ve esnek istihdamın artmasıyla, gelirlerinde daha fazla dalgalanma yaşayan emekçilerin borçlanma ile ilgili sorunları giderek artmıştır. Borç ilişkisi genel anlamda sermayenin emek üzerindeki tahakkümünü artırmıştır. Emekçi sınıfların “iflas” ve borç yapılandırma koşulları yoktur. Borcuna doğrudan ve zaten sınırlı olan mülküyle kişisel olarak sorumludur. Borç ödeme sorumluluğunun emekçiler için sonuçları düşük ücretlerle çalışmayı kabul etmek, daha fazla mesaiye kalmak ve vasıfsız işlerde çalışmak şeklinde gerçekleşmektedir. 

PANDEMİYLE BERABER KADINLAR ÜZERİNDEKİ BORÇ YÜKÜ ARTTI

Ekonomik kriz ve pandemi koşullarıyla borçluluk daha da arttı, bunun kısa ve uzun vadede halka özellikle de kadınlara yansıması ne olacak?

Belirttiğim gibi bu tarz ekonomik daralma koşullarında hane halkı harcamaları kısıldığı ve işsizlik arttığı için bu süreç bankalardan borçlanmayı zorunlu olarak kısıtlayıcı bir işlev görebiliyor. Ama mevcut borcun ödenememesi ve bu borcun faiz yükü elbette hane halkları üzerinde son derece olumsuz bir etki bırakıyor. Borçlanmanın yarattığı yük, kadınların bakım emeklerine daha çok başvurulması, önceden piyasadan elde edilen mal ve hizmetlerin kadın emeğiyle sağlanmaya yönelinmesi gibi faktörler üzerinden son derece olumsuz etkilemektedir. Kısaca yaşadığımız pandeminin kadınlar üzerindeki eşitsiz etkisinin borçlanmanın yarattığı yük ile daha da katmerlendiğini söyleyebiliriz.

BORÇLAR KADINLARI NASIL ETKİLİYOR?

Hane halkının giderek artan borçluluğu kadınların ev içi emeğini ve iş piyasasındaki pozisyonunu nasıl etkiliyor? 

Hane halkı borçlanmasındaki artış finansal kurumlara ücretler üzerinden bir faiz ödemesini gerektirmesi nedeniyle kadının ev içi emeğiyle de yakından ilgili. Tüketici kredisi kullanımı ileride elde edilecek gelirin bir kısmının faiz ödemesi için kullanılmasını gerektirir. Bu anlamda faiz ödemesini gelecekte elde edilecek gelirin bir kısmı üzerinde bir hak iddiası olarak kavramsallaştırmak mümkündür. Burada teorik ayrıntılarına girmeyeceğim ama kendi çalışmalarımda da sıkça dile getirdiğim gibi ücretli çalışanlar tüketici kredisine faiz ödediklerinde finans sermayesi tarafından ücretlerinin bir kısmına el konulmuş olur. Böylelikle faiz ödemesi hane bütçesi üzerinde bir baskı oluşturarak yaşam standartlarının düşmesine neden olur. Parasal ücretler üzerinden borç dolayımıyla kurulan daralmanın doğal sonucu ev işi emek kullanımındaki zorunlu artıştır. Beslenme, temizlik, çocuk bakımı ve benzeri tüm ev işi emek kullanımı bu hizmetlerin parasal tedariki azaldıkça elbette artmaktadır. Kadının ücretsiz aile emeği olarak başat konumu düşünülürse bu sürecin kadının ailenin kolektif emeği üzerindeki yükünün artacağı anlamına gelmektedir. 

Hane halkı borçlanmasıyla kadınların iş gücü piyasasındaki konumlarının nasıl etkilendiğine gelecek olursak, daha önce bu konuyla ilgili yaptığım, kadınlarla yaptığım görüşmelere dayanan gözlemlerim üzerinden cevaplayayım bu soruyu. Hane halklarının borçlanma ihtiyacındaki artış ve faiz ödemeleri nedeniyle borç yükünün giderek artması kadınların gelirlerinin hane halkı borcunu ödeyebilmek için ek bir kaynak olarak görülmesine yol açıyor. Bu durumda artan borçlanma, kadının iş gücüne katılımını kısmen olumlu yönde de etkileyebiliyor. Fakat hane halkı borçlanmasının yarattığı baskı yukarıda bahsettiğim gibi emek üzerindeki tahakkümü de artırdığından kadının da iş piyasasında zaten dezavantajlı olan durumlarını daha da olumsuz etkileyerek güvencesiz, esnek ve kayıt dışı çalışma koşullarına boyun eğmelerini de beraberinde getiriyor. Tabii içinden geçtiğimiz pandemi dönemi ve ona eşlik eden krizin her türlü iş imkanının da son derece kısıtlı hale getirdiğini de göz önüne almak gerekiyor. 

ÖNCEKİ HABER

Metal işçisi yazdı: Yeter artık yutkunduğumuz

SONRAKİ HABER

Pandemide milyon milyon kâr eden Kerevitaş’ın işçileri asgari ücreti gözlüyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa