Kimine miras kimine enkaz!
Şerif Mehmet Uğurlu, Tahir Abacı'nın "Yedinci Ev" romanı üzerine yazdı.
Görsel: Kitap kapağı
Çoğu zaman politik tarihin de yaşadığımız günlük hayatın ayrıntılarından güç alarak şekil bulduğunu düşünmüşümdür. Tahir Abacı’nın geçtiğimiz eylül ayında yayımlanan son romanı Yedinci Ev; bunu, bana bir kez daha hissettirdi. İkaros Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluşan roman; ’90’lar Türkiye’sinin ortasında iki solcu arkadaşın başından geçen bir hikayeyi konu ediniyor. Romanımızın iki ana karakteri var: Necdet ve Ertan. Necdet’in babasından miras kalan evlerle ilgili eski dostu Avukat Ertan’dan yardım istemesi neticesinde bu evleri beraber aramalarına ve her evde kendilerini ayrı bir maceranın içinde bulmalarına şahit oluyoruz. Fakat kanımca Yedinci Ev’in içinde asıl yakalanması gereken mesele bu iki solcu portresinin barındırdığı özellikler. 2020 yılından geçmişe baktığımızda en yakın duraklardan biri olan ’90’ların geçmiş politik tarihten aldığı mirasla bizlere referans olması. Zira ülkenin bugün politik bataklığa dönüşmesi, 28 Şubat kırılması ile hızlı bir viraj aldı. Tahir Abacı; kahramanımız Necdet Turan’ın miras tetkikinden hareketle, özellikle İstanbul özelinde cumhuriyet sonrası sol düşüncenin ’90’lara nasıl bir insan personası bıraktığını gözler önüne koyuyor. Ki buradan, 2020 yılından başka bir kement atıp bağ kurabilelim.
İSTANBUL ORİJİNLİ KAYNAMA
Felsefe öğrenimi görmüş biridir Necdet. Bir Fransız lisesinde okumuş, anne tarafından paşazade ve gerçek İstanbullu bir elite mensuptur. Diğer taraftan ise doktor bir babanın oğludur. Babası (Bedii Bey) vurdumduymaz, zampara bir adamdır. Kafası çalışan, doktor olmayı başarmış ancak mesleğini bile kötüye kullanmaktan çekinmeyen, aile sorumluluğu yüklenemeyecek biridir. Oğlu Necdet ondan kalan mirasın peşine düşerken aslında bıraktığı enkazla yüzleşir. Onun annesi ve babası arasındaki evlilik bile cumhuriyet sonrası sınıfsal farklılıklar arasındaki durumunun özetidir. Kitapta yer alan ayrıntılar beraber düşünüldüğünde özellikle İstanbul orijinli kaynama fark edilecektir. Bir analoji olarak miras olgusu Abacı tarafından baba -oğul ve birey- toplum ikiliklerinde kurguda işletilmişe benziyor. Necdet’in safdil hali, kendinden hoşnutsuzluk vurguları, içine işleyen ‘yapamama’ duygusu melez bir genetik miras gibidir. Yazarın kitapta onun geçmişiyle kurguladığı ‘yitik konak, yitik zamanlar’ bölümü de bizlere bu zümrenin sosyal durumu açısından bilgi verici. Ertan ile tanışması, Marksist ideolojiyi benimsemesi ve dönemin gençleri arasında kurulan siyasi oluşumlarından biri olan inisiyatife katılış biçimi bile yazarın bir yerginin kıvılcımını çaktığı ayrıntılar arasında. Bir diğer ilginç örnek de Ertan’ın şiirle alakasının yaşadığı cinsel deneyimle sonlanması. Bunun gibi örnekleri onları nasıl konumlandıracağınız hususunda kitaptaki güzel paslar olarak görüyorum.
TOPLUMSAL FAY HATLARI
Bir diğer kahramanımız olan Ertan ise taşrada büyümüş, pek istikrarlı biçimde olmasa da avukatlık mesleğini icra eden bir hukukçu. Amiyane tabirle Necdet’e göre daha yırtık, girişken bir karakter. Zaten kitapta Necdet’in adeta gıpta ettiği bir özellik olarak veriliyor bu gamsız, rahat, girişken hali. İki kahramanımız arasında yazarın ifadesiyle ‘Benzer olmayan fakat karşıt da olmayan’ bir ilişki biçimi var. Ancak yeri geldiğinde aidiyetlerini hatırlayıp biri diğerini ‘hanım evladı’ olarak görürken, diğeri de ‘kıro, köylü’ olarak şaka yollu da olsa yaftalıyor. Bunlar bizim için oturmayan toplumsal fay hatlarını gösteren ibarelerdir.
Tahir Abacı; aynı ufku seyreden bu arkadaşların yanı sıra aynı gemide fakat başka kamaralardaki toplumsal öznelerin de betimlemesini yapmış. Kitapta yer alan Şair Melih Buruk tiplemesi, Cem Yüncü ismiyle kısa bir bölümde tanıma fırsatı bulduğumuz edebiyat, sanat tayfasından kişilerin kitaptaki halleri, bize ‘aydın’ ve ‘sanatçı’ nasıl olmalı sorusunu bir kez daha hatırlatıyor. Yazar bu tipleri sarih diyaloglarda konuşturarak ideolojik bir sağlamayı okurlarına sunmasını bilmiş. Zaten romanlarına aşina olanların bildiği şekliyle Abacı’nın mizahi yergisi; ana karakterlerin yanı sıra kitaptaki yan karakter konumundaki kişilerin ağzından aktarılarak eseri renkli ve hareketli kılmış diyebiliriz. Diğer taraftan dönem İstanbul’unun değişimi karşısında kahramanlarımızın ağzından aktarılan tepkiler, siyasi konjonktür içinde yarım asırlık sol düşüncenin gelip dayandığı nokta ve kitapta önsemesi yapılan 28 Şubat hadisesi bizlere 2002’den beri içinde olduğumuz durumun da birer göstergesi olarak okunabilir. Tahir Abacı bizlere ‘mürekkep yalamış’lar cephesinde açılan gedikleri, burnumuza hafiften vuran kokuşmuşluğu gerçekten ustaca sunuyor. Necdet mirasına kavuşurken biz de neyi miras devraldığımızı daha iyi anlayabiliyoruz bu sayede.
‘SOL’ YANIMIZIN SIZISI
Yedinci Ev; farklı tekniklerin harmanlanarak sunulduğu bir roman olmuş. On sekiz bölümden oluşan eserde, yazar kimi bölümleri yazılan bir dilekçe, bir günlük formunda kurgulamış. Bu iki tercihin kitapta kahramanların gezdikleri evler ve her evde yaşanan hadiseler olarak dizayn edilen serim içinde, kurguya soluk aldıran bir işlev görecekleri ön görülerek seçildiğini düşünüyorum. Az önce belirttiğim gibi on sekiz bölüm içinde bu iki kısmı çıkardığımızda kalan on altısının sekizi Necdet’in ağzından diğer yarısı da Ertan’ın ağzından aktarılıyor. Burada yazar tarafından biçimsel bir simetri başarılmış. Bunun tesadüfî olmadığı kanısındayım. Son olarak kitabın, klasik kurgu anlayışına sadık kalarak finalinde büyük bir sürpriz taşıdığını söylemeliyim. Sade bir kapak tasarımı tercih edilmiş. Beğendiğimi söyleyebilirim. Yalnız kitabın başında ya da sonunda bölüm sayfalarının yer verildiği bir dizin olsaymış daha iyi olurdu diye düşünüyorum.
Sürükleyici bir hikayeyi, ‘sol’ yanımızın sızısını ve sürpriz bir finali bulabileceğiniz bir eser olmuş Yedinci Ev. Kime neyin miras kaldığını daha iyi düşünebileceğimiz… Bakalım siz okur olarak yedinci eve kadar vardığınızda neyi bulacaksınız?