İfşanın ötesi kadınların örgütlü mücadelesi
Biz kadınlar birbirimizin çaresiyiz. Zaten çoğu zaman bu çare, örneğin kampüste kurulan bir dayanışma ağı, bir kadın topluluğu gibi somut birlikteliklerin gücü ve cesaretiyle filizleniyor.
Fotoğraf: Meltem Akyol/Evrensel
Hazan İLİK
YTÜ
Sosyal medya uzunca bir süredir özellikle kadına yönelik şiddet ve cinsel saldırı, çocuk istismarı gibi olaylara karşı kamuoyu oluşturarak faillerin ceza almasını sağlama gibi bir işlevle “adalet mercii” konumuna gelmiş durumda. Bu durumun böyle olmasına şaşmamalı, çünkü adalet sistemine ilişkin çokça tartışma sürmekle birlikte, mevcut adaletsizliğin belki de en çok öznesi olanlar kadınlar. Adalet bakanlığının adli sicil istatistiklerine göre 2019 yılında cinsel tacize ilişkin açılan davalardaki suç sayısı 15.842. Bu davalarınsa yalnızca %39.7’si mahkumiyet kararıyla sonuçlandı. Tek başına bu sayılar bile sosyal medyanın neden kadınlar içerisinde bu kadar yaygın bir araç haline geldiğini açıklayabilir.
NE ABARTI NE DE YANLIŞ ANLAMA
Bir kadın kullanıcının HAT hakkında yazdığı taciz ifşasının ardından peşisıra başka kadınlardan gelen benzer suçları kendilerine karşı da işlediğine ilişkin tweetler ve yayıncılık alanındaki başkaca isimlere ilişkin eklenen ifşalarla #susmabitsin etiketi sosyal medyanın gündemine oturdu. Atılan tweetlerin esas paydasıysa kadınların yaşadıkları taciz, şiddet veya tecavüzü uzunca bir süre, belki de on yıllar boyunca kimseyle paylaşamamış, kendi içerisinde, kendi kendini iyileştirme sürecini işletmeye çalışmış olmalarıydı. Bu ortak payda, belki de istisnasız her kadının kolayca anlayabileceği bir payda. Tacize, cinsel saldırıya uğramış olmanın ağırlığıyla yüzleşmek zordur. Hele ki etrafınız kadınlarla sarıp sarmalanmamışsa, bir kolektifin parçası değilseniz. Yalnız hissedersiniz, kendinizi suçlarsınız, bu gerçekle yüzleşecek gücü kendinizde bulamaz ve toprağa gömersiniz. Sanılanın aksine bu çoğu zaman bilinçli yaptığımız bir şey değildir. Bugüne kadar yaşadığımız deneyimler, karşılaştığımız olaylar, yaşadıklarımızı ifade etsek bile dikkate alınmayacağımıza, iftira atmak, yanlış anlamak veya “yol vermek”le suçlanacağımıza, söylediklerimiz dikkate alınsa bile sonuç vermeyeceğine dair tecrübelerimiz bizi bu süreçleri böyle işletmeye, yaşadıklarımızın gömülü olduğu toprakla ömür boyu yaşamaya iter. Ve yine sanılanın aksine kadınlar, tüm bu toplumsal baskıdan ötürü çoğu zaman yaşadıklarını taciz diye addetmeden önce yüzlerce kez ölçüp biçerler: “Ben mi yanlış anladım?”, “belki de o niyetle söylemedi”, “yanlışlıkla olmuş olabilir” vesaire. Ataerkil toplumsal ilişkiler, kadınlar için yüzleşmeyi, ifade etmeyi ve paylaşmayı bu kadar zor hale getirirken aynı zamanda bunca sürecin “abartı”, “yanlış anlama” ve “fazla duygusal olma” türünden ifadelerle meşru hale gelmesini sağlıyor. Üstelik bu meşru zemin mevcut toplumsal ilişkiler içerisinde kadınların “neye maruz kaldığını bile ayırt edemeyecek” bir ikincil tür olmasına dayanıyor.
HAT’ın yayınlamak zorunda kaldığı özür mahiyetindeki metnin içeriği, tıpkı yukarıda bahsettiğimiz tartışmaların bir benzerini doğurmakla birlikte kadınları tatmin etmedi. Metinde hakkında yazılanları reddetmiyor ama aynı zamanda işlediği suçların “suç” olduğunun farkında olmadığını, hatta aslına bakarsanız yaptıklarının suç olmadığını, yanlış bir şey yapmadığını ima ediyor ama yine de kendince “büyüklük gösterip” fark etmeden “kırdığı” kadınlardan özür diliyordu. Nitekim durum büyüyüp HAT’ın maddi gücünün kaynaklarına dokunacak duruma geldiği anda Milliyet’e bir röportaj vererek kimseyi taciz etmediğini, vicdanının rahat olduğunu, yalnızca “Bazı hareketlerim yanlış anlaşıldı da birilerini incittiyse özür dilerim” demeye çalıştığını ifade etti. Oysa cinsel tacizin tanımı, ifade edildiği kadar muğlak ve anlaşılmaz değil, tersine çok net: Sözle, gözle, vücut diliyle, posta veya elektronik haberleşme araçlarıyla gerçekleştirilen, cinsel olarak rahatsız eden davranışların tamamı cinsel tacizdir.* Yani hangi durum ve koşulda olursa olsun, kişinin “hayır” dediği veya “hayır” anlamına gelen davranışlarına rağmen sürdürülen davranış tacizdir.
“POLİTİK MÜCADELE ARACI” OLARAK İFŞA
Daha ifşa gerçekleştirmeye gelmeden önceki sürecin bile ne denli zorlu bir süreç olduğunu ifade ettik. Bu bakımdan düşünüldüğünde “koşulsuz bir mücadele aracı olarak” ifşanın kimi zaman kimi kesimden kadınları niyet ettiğinin aksine farklı tahrip edici süreçlerin içine sokabileceği bir gerçek. Hele de somut bir örgütlülüğe dayanmayan bir araç olarak kullanıldığında. Çünkü mevcut toplumsal ilişkilerin ataerkil karakteri, böylesi bir ifşa karşısında mağdur kadını koruyacak, yalnız bırakmayacak, faili ise itibarsızlaştıracak bir sonucun doğması önünde engel. Bir kadın şiddet veya taciz failini ifşa ettiğinde elbette onunla dayanışacak, hatta yayınevlerinin sözleşmelerini tacize ve şiddete karşı, eşitlikçi bir biçimde yeniden düzenlemelerine ilişkin bir mücadeleyle birleştirmek gibi mevcut dayanışma halini toplamda değiştirici bir mücadeleye eğrilterek sürdürmek gerektiği elbet tartışmasız. Ama ifşayı tartışılmaz bir araç olarak nitelemeden önce, farklı koşullarda doğurabileceği farklı sonuçları uzun vadede hesap ederek hareket etmekte fayda var. Biz kadınlar birbirimizin çaresiyiz. Zaten çoğu zaman bu çare, örneğin kampüste kurulan bir dayanışma ağı, bir kadın topluluğu gibi somut birlikteliklerin gücü ve cesaretiyle filizleniyor. Örgütlü bir mücadeleyle bu toplumsal ilişkileri kökünden koparıp atmak, bu bakımdan kadınlar için gerçek bir eşitliğe ulaşmanın tek yolu.
* https://ekmekvegul.net/sectiklerimiz/gunun-bilgisi-cinsel-taciz-ya-da-cinsel-saldiriya-ugradiginizda-neler-yapabilirsiniz
Not: Meselenin daha geniş kapsamlı bir değerlendirmesi için Sevda Karaca’nın “İfşa: Yöntem, muhteva, olanaklar ve sınırlar” başlıklı yazısının okunmasını öneriyorum.