24 Aralık 2020 13:37

KESK ve Toplumsal Hareket Sendikacılığının düşündürdükleri

"KESK'e bağlı sendikaların genel kurulları sürerken Toplumsal Hareket Sendikacılığı tartışmaları 'yeniden' gündeme geldi…"

KESK logosu

Paylaş

Erkan KIDAK
Pamukkale Üniversitesi Araştırma Görevlisi

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na (KESK) bağlı sendikaların genel kurulları sürerken, Toplumsal Hareket Sendikacılığı (bundan sonra THS diye anılacaktır) tartışmaları “yeniden” gündeme geldi. Pragmatik sendikacılığın küreselleşme sürecinde girdiği krizden çıkış yolu olarak sunulan THS, 1990’lı yılların sonundan bu yana Türkiye’de sıklıkla dile getiriliyor. Yapılan tartışmalardan çıkan sonuç ise teori ile sınırlı düzeyde kalıp, uygulama alanı bulamıyor. Bunun hukuki, ekonomik ve sosyokültürel birçok sebebi var, ancak bu yazıda THS’yi olumlayan tezlerin neden somutlaşamadığından ziyade, THS nosyonunun yaptığı çağrışımdan bahsedeceğim. Zira, son olarak Eğitim Sen kongresinde karşılaşılan tablo gösterdi ki, THS popüler-dualistik bir kavram olarak sıklıkla ele alınıyor, ancak bağlamı konusunda bir boşluk söz konusu... 

Eğitim Sen kongresinde Demokratik Emek Platformu (DEP) ve diğer bazı oluşumlar tarafından yapılan sınıf sendikacılığı eleştirileri bunu açıkça gösteriyor. DEP tarafından dağıtılan broşürde sınıf sendikacılığı, ekonomik indirgemecilikle suçlanıyor ve devamında temel çelişkinin “Devletli uygarlıkla Demokratik Uygarlık arasında” olduğu vurgulanıyor. Bu yaklaşım, birçok açıdan tartışmaya açık! Öncelikle ekonomizm konusunda Marksizmin temel felsefesinden uzak olduğu gibi THS’nin temel argümanlarıyla da çelişiyor.

Bu çelişki, Daniel Bell’in derinlemesine ele aldığı ideolojilerin sonu tezinin, liberal demokratlarca ustalıkla üstlenilmesine benziyor. Platform, Marksist sınıf sendikacılığına yönelik eleştiriler getirirken bilinçli veya bilinçsiz olarak anarkosendikalist argümanlara yaklaşıyor.

Bu yazıda THS mevhumuna yönelik birkaç açıklama girişiminde bulunmayı ve ardından sendikacılığın temelindeki sınıf kavramına değinmeyi planlıyorum. Son olarak, KESK’e bağlı sendikaların kongrelerine damga vuran THS/sınıf sendikacılığı çelişkisinin yaptığı çağrışım için enternasyonal tartışmalarına değineceğim.

SENDİKAL KRİZ VE THS AÇMAZI

Kapitalizm, 1960’lı yılların sonunda Fordizmin doygunluk noktasına erişmesi ve 1970’li yıllardaki petrol krizleriyle birlikte yeni bir evreye girdi. Bu evre, tekelci kapitalizmin yapısal özelliği olan ve günümüzde “insani bir yüze” kavuştuğu öne sürülen küreselleşme! Küreselleşme ile sermayenin serbest dolaşımı sağlanırken, neoliberal ekonomi politikaları ve bu politikaların ulus devlet çatısı altındaki garantörü olan yeni sağ iktidarlar, sendikaların güç kaybetmesine yol açtı. 

Sendikalar, dünya ölçeğinde sayı itibariyle güç kaybetmeye başladı. Sendikal krizin başlıca semptomu olan bu durum, ABD sendikacılığının küresel ölçekte hegemon sendikal anlayış hâline gelmesine eklendi. ABD sendikacılığının temel özelliği, işçilerin işyeri düzeyinde ücretlerinin ve ekonomik-sosyal haklarının arttırılarak korunması amacı... Bu anlayış işçi aristokrasisinin oluşumuna zemin hazırlarken, sınıf mücadelesi pratiklerinin de ortadan kalkmasına yol açıyor. Sendikal krizin iki temel belirtisinden birisi üye kaybı ise diğeri pragmatizm sorunsalı. Zira pragmatizm belirti olduğu kadar, krizin nedenidir de!

Sendikal krizden çıkış yolu olarak, 1980’li yıllardan bu yana birçok teori ortaya atıldı. Bunlardan birisi de Toplumsal Hareket Sendikacılığı. Bu kavram P. Waterman, K. Moody, R. Munck ve Richard Hyman gibi birçok endüstri ilişkileri teorisyeni tarafından dünya çapında tartışıldı ve konu üzerine tartışmalar da sürüyor. Diğer yandan Türkiye’de de Metin Özuğurlu, Yüksel Akkaya ve siyaset bilimi, sosyal politika/çalışma sosyolojisi alanındaki birçok değerli araştırmacı tarafından tartışmalar yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Ancak KESK’e bağlı sendikaların kongre süreçlerinde tartışmalar yeterince takip edilmeden bazı girişimlerde bulunuldu. 

Genel olarak THS’yi işçilerin ücret ve çalışma koşulları için mücadelesinden öteye göçmenler, kadınlar, çevre ve hayvan hakları aktivistleri, dezavantajlı gruplar vb. tüm kesimlerin ortak paydada buluştuğu bir toplumsal muhalefet zemini olarak tanımlamak mümkün. Kısacası, sendikacılığın temelinde yer alan sınıfsal hareketin ortadan kaldırılması söz konusu. Oysa sendikalar, bölüşüm ilişkilerindeki eşitsizliğin ana öznesi olarak işçi sınıfının mücadele araçları olarak görülmelidir. Marksist perspektiften konuya eğilmek gerekirse, ekonomik haklara erişmek için araçsal işlev gören sendikalar siyasal yollarla mücadele ederek işçi sınıfı iktidarını kurmanın bir aracıdır. Eğitim Sen kongresinde ortaya atılan THS önerisi ise, Marksist sınıf sendikacılığını ekonomizm indirgemeciliği ile suçlarken yöntemsel açıdan Anarko-sendikalist görüşleri içinde barındırıyor. Anarko-sendikalizmin bende yarattığı çağrışım ise, sınıf dayanışmasının sağlanamaması biçiminde tezahür ediyor…

ANARKO-SENDİKALİZMİN VE THS’NİN YARATTIĞI ÇAĞRIŞIM: BİRİNCİ ENTERNASYONAL BAŞARISIZLIĞI

İşçi sınıfı, ürettiği artı değere el koyan kapitalist dizgeye karşı 1864 yılında Birinci Enternasyonal çatısı altında örgütlendi. Örgüt çatısı altında Marksistler ile Anarşistler arasında mücadele yöntemi açısından tartışmalar yaşandı. Marksistler, işçi sınıfının uluslararası dayanışmasının siyasal eylem yoluyla başarıya ulaşabileceğini savundu.

Proudhon’un görüşleri çerçevesinde hareket eden Anarşistler ise siyasal eylemi reddettiler... 12 yıl süren çekişmelerin ardından Birinci Enternasyonal başarısızlığa uğradı... Tekelci kapitalizm döneminde ise Lenin’in belirttiği gibi oportünist çıkarlar, işçi sınıfının dayanışmasının önünde büyük bir engel teşkil etti ve birliğin sağlanması olanaksız hâle geldi.

THS yanlısı söylemlere, “Anarko-sendikalist görüşleri içerisinde barındırıyor” yönündeki eleştirilerimin arkasında yatan neden, DEP’in bildirisindeki sınıf yaklaşımıdır. Söz konusu yaklaşıma yönelik cevabı Marx, Proudhon ile tartışmalarına konu olan kitabı Felsefenin Sefaleti’nde vermiştir: “Ekonomik koşullar ilk başta ülkedeki kitleleri işçi yapmıştır. Sermayenin birleşmesi bu kitle için ortak durum, ortak çıkarlar yaratmıştır. Dolayısıyla bu kitle hâlihazırda bir sınıftır, fakat henüz kendi için değil. Sadece birkaç safhasına değinmiş olduğumuz mücadele içinde bu kitle birleşmekte ve kendisini kendisi için bir sınıf olarak var etmektedir. Savunduğu çıkarlar sınıf çıkarları hâlini almaktadır. Fakat bu sınıf karşıtı sınıf mücadelesi, siyasi bir mücadeledir.”

DEP’in yaklaşımının arkasında Marksizmi aşma düşüncesinin yatması mümkün. Marksizmi aştığını savunan bir yaklaşıma verilecek en iyi yanıtlardan birisi ise varoluşçu filozof Jean-Paul Sartre’nin şu ifadeleri olabilir: “Pek çok kez dile getirdiğim gibi ‘anti-Marksist’ bir tez olsa olsa yalnızca Marksizm öncesi bir fikrin yeniden canlandırılması olabilir. Marksizm’in ‘ötesine geçilmesi’ denilen şey ise, en kötüsünden Marksizm öncesine dönüş, en iyisinden de ötesine geçildiğine inanılan felsefede zaten var olan bir düşüncenin yeniden keşfi olabilir.” Son söz olarak Türkiye’de kamu emekçilerinin ve işçilerin sendikal örgütleri, sendikal krizden çıkış yolunu aramalı, ancak bu arayış tarihsel yapısalcı koşullardan uzaklaşmamalıdır.

ÖNCEKİ HABER

Leyla Güven için İngiltere Dışişleri Bakanı'na mektup

SONRAKİ HABER

Futbolcu Deniz Naki'nin organize suç iddiasıyla 5 aydır tutuklu olduğu ortaya çıktı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa