26 Aralık 2020 22:27

Eşitsizliklerin ve çatışmaların arttığı bir yıl

Geçtiğimiz yıl, koronavirüs salgının da etkisiyle eşitsizlikler ve çatışmalar artmaya devam ediyor. Fransa'da sosyal yardımla geçinenlerin sayısı yükseliyor. Britanya ise Brexit için gün sayıyor.

Eşitsizliklerin ve çatışmaların arttığı bir yıl

Fotoğraf: Unsplash

Birkaç ay önce kovid-19 salgınıyla hep birlikte mücadele edeceklerini, muhtemel bir aşıyı tek elden bölüşeceklerini taahhüt eden AB ülkeleri, Almanya örneğinde de görüldüğü gibi bölgesel değil ulusal düzeyde tedarike başladılar.

Yıl sonundaki yeniden yükselişle birlikte 2020 yılına damgasını vuran salgının yol açtığı yoksulluk verileri de endişe verici. Fransa’dan çevirdiğimiz yazı mutlak yoksulluk verilerinde büyük bir patlamanın olduğunu ve bunun 2021 yılında da devam etme ihtimalinin yüksek olduğuna vurgu yapıyor.

Britanya’da dört buçuk senedir devam eden Brexit (AB’den ayrılma) anlaşması tartışmaları, son anda yapılan ticari ilişkiler anlaşmasıyla sona ermiş gibi görünüyor. Geçiş dönemi bitmeden, bir hafta içerisinde onaylanması gereken anlaşmanın Britanya açısından hiç de iyi olmadığı kesin. Son ana kalmasının sebebi ise Başbakan Boris Johnson’ın son anda “Zafer kazandım” diyebilme ve imzalanmadan önce detaylarının incelenmesine engel olma taktiği.


BÜYÜK EŞİTSİZLİK YARATICISI

German Foreign Policy

Berlin hükümet danışmanları, kovid-19 salgınının çeşitli küresel çatışmaları daha da kötüleştirmesini bekliyor. Örneğin, Bilim ve Politika Vakfı (SWP) tarafından yapılan güncel bir araştırmaya göre, gelişmekte olan ülkelerdeki çatışmaların daha fazla yoksullaşma nedeniyle körükleneceğinden korkulmalı. Meksika’da, uyuşturucu kartelleri salgına karşı mücadelede halihazırda bağımsız görevler üstlenmiş durumda. Buna ek olarak, büyük güç çatışmaları, özellikle de ABD’nin Çin’e karşı çıkışı yükseliyor, çünkü “Çin’in, pandeminin ekonomik sonuçlarından çok daha çabuk toparlanacağı beklentisi, Washington’da Pekin’e karşı” bir çatışmaya dayalı rotayı  destekliyor.”

Son olarak, AB’deki mevcut gerilimler ve çatışmalar da yoğunlaşma tehdidinde bulunuyor; Güney Avrupa’da ekonomik kayıplar, zaten zengin olan kuzeydekinden çok daha yüksek. Bu durumda, Berlin artık -üzerinde anlaşmaya varıldığı gibi- aşılarını yalnızca AB aracılığıyla ortak değil, aynı zamanda ulusal çabayla da tedarik ediyor.

Bilim ve Politika Vakfının (SWP) mevcut bir çalışmada da doğruladığı gibi, küresel güç dengesi kovid -19 salgınının bir sonucu olarak muhtemelen önemli ölçüde değişecek. SWP’ye göre bu, Doğu ve Güneydoğu Asya’daki bazı ülkelerin pandemiyle mücadelede nispeten başarılı olmasından kaynaklanıyor. Öte yandan, analize göre “Dünyanın hemen hemen tüm diğer bölgeleri... önemli ölçüde daha büyük ekonomik kayıpları kabul etmek zorunda kalacak.”

Bu AB için, büyük ölçüde ABD için ve bazı gelişmekte olan ülkeler için, özellikle Meksika, Brezilya ve Hindistan için “Düpedüz çarpıcı biçimde” geçerli. Bu nedenle, “Çin ve Doğu Asya’nın görece ekonomik ağırlık kazanması ve tahmin edilenden daha hızlı bir şekilde dünya ekonomisinin ağırlık merkezi haline gelmesi” beklenmek zorunda. SWP, Doğu Asya’nın küresel ekonomik üretimdeki payının kriz öncesi 2019 yılında yüzde 29.4’ten 2025’te yüzde 32.6’ya yükseleceğini tahmin ediyor - ABD’nin payı yüzde 24.5’ten yüzde 22’ye düştü. AB’de yüzde 7 ve göreli durgunluk öngörülüyor. SWP’ye göre; “Bu, siyasi olarak güçlerde bir kaymaya neden olabilir.”

PANDEMİYE KARŞI MÜCADELEDE SUÇ ÖRGÜTLERİ

SWP ayrıca gelişmekte olan ülkelerde ciddi kayıplar öngörüyor. Analiz, “Ham madde için küresel talebin yanı sıra turizm sektöründeki düşüş, bu ülkelerin bazılarını çok etkiledi” diyor.  Ayrıca, “İşçi dövizleri gibi dış kaynaklar kuruyor ve uluslararası yardım tedbirleri etkilenen birçok ülkeye yayılıyor”. Korona krizinin “Birçok hükümetin zaten sınırlı olan eylem alanını” giderek daha fazla sınırladığı bir durumda işsizlik ve yoksulluk birçok ülkede arttığı ve aynı zamanda “günlük malların fiyatları” yükseldiği için, daha sert iç çatışmalar beklenebilir. SWP, “Bazı durumlarda, devlet dışı şiddet yanlıları pandemide yardım ve yarı devlet hizmetlerini üstlendi” diyor. Örneğin, “Afganistan’daki Taliban, Meksika’daki uyuşturucu kartelleri ve Güney Afrika’daki çeteler” “Yiyecek ve sağlık bilgileri dağıttılar ve bazen sokağa çıkma yasakları uyguladılar”.

SWP’ye göre, kovid-19 salgını yalnızca daha zayıf ülkelerdeki çatışmaları tehlikeli bir şekilde körükleme potansiyeline sahip değil, aynı zamanda “Büyük ve bölgesel güçler arasındaki mevcut çatışmaların ek bir itici gücü olarak” hareket etme potansiyeline sahip. Bu, özellikle pandeminin “ekonomik ve sosyal sonuçları” nın devletleri farklı şekilde vurmasından kaynaklanıyor. Böyle bir gelişme, göreceli bir güç kaybına ilişkin mevcut korkuları körüklüyor. Örneğin, “Hindistan ve Çin arasındaki uzun rekabet” pandemi tarafından “daha çok besleniyor”; Yeni Delhi, “salgının patlak vermesinden sonra” Çin’de yapılacak yabancı yatırımları kendi ülkelerine yönlendirme “fırsatı görmüştü - ve Amerika Birleşik Devletleri de Hindistan’ı “Bunu yapmaya açıkça teşvik etti.” Her şeyden önce, “Çin’in pandeminin ekonomik sonuçlarından ABD ve diğer Batılı ülkelerden çok daha hızlı bir şekilde kurtulabileceği beklentisi” muhtemelen Washington’da “Pekin’e doğru çatışmacı bir rotayı” destekleyecek. Aslında, ABD yönetimi son dönemde Çin’e yönelik saldırganlığını  önemli ölçüde artırdı.

AB’DEKİ EŞİTSİZLİK

SWP, kovid 19 salgınının AB içindeki çatışmaları da körüklemekle tehdit ettiği konusunda uyarıyor: “Tüm analizler ve birçok tahmin, üye devletlerin pandemi ve sosyoekonomik sonuçlarından farklı derecelerde vurulduğunu  gösterdi”. SWP bu yıl ekonomik durgunlukta   ülkeler arası önemli farklılıklar beklendiğine işaret ediyor. Olumsuz bir senaryoda, SWP, “AB ülkeleri arasındaki dağıtım çatışmaları”nın bile göz ardı edilemeyeceği görüşünde. Örneğin Almanya, kovid-19 aşısının “küresel kamu malı” olarak sınıflandırılmasını sözlü olarak savunmasına rağmen, onu en azından AB genelinde değil, daha çok “öncelikle kendi  halkına” dağıtmaya devam ederse, çatışma sertleşebilir. Almanya çoktan “Önce Almanya!” dedi bile.

(Çeviren: Semra Çelik)


KRİZ SOSYAL YARDIM ALANLARIN SAYISINI ARTIRDI

Isabelle REY
Lefebvre ve Raphaelle Besse DESMOULIERES
Le Monde

Sağlık krizinin doğrudan bir sonucu olarak sosyal güvencesizliğin artması 2020 sonuna doğru 1 milyon kişinin daha yoksulluğa düşmesine neden oldu ve artık bu istatistiklerde de görünür durumda. Şu ana kadar yoksulluğun arttığı, ancak alandan gelen gıda yardımları ve Aktif Dayanışma Gelirine (RSA) başvurulardaki ya da kira ödeyememedeki artışlar gibi farklı sinyallerde görülüyordu. 23 Aralık Çarşamba günü Araştırma, İnceleme, Değerlendirme ve İstatistik Müdürlüğü (DREES), sosyal yardımlara başvurunun yükseklişi üzerinden Fransızların bir kısmının yoksullaşmasını sayılarla gözler önüne serdi. (…)

2017’den bu yana stabil olan ve tek kişi için aylık 564 avro, bir çift için 847 avro ve iki çocuklu bir çift için ise 1186 avro olan Aktif Dayanışma Gelirine (RSA) başvuru son bir yıl içinde belirgin bir şekilde arttı. Ekim sonunda 2 milyon aile RSA’dan faydalanıyordu, geçen yılın aynı ayına göre yüzde 8.5 artış demek. Bu artış mart ayında, yani sokağa çıkma yasağının yürürlüğe girdiği dönemde kendini açıkça gösteriyor. Mayıs ayından itibaren sınırlandırmaların son bulmasına rağmen, ekonominin kötüleşmesi ve ardından da durgunluğa girmesinden dolayı ağustos sonuna kadar RSA yükselmeye devam etti. Sciences Po’da (Siyasi Bilimler Fakültesi) profesör ve sosyal koruma sistemi uzmanlarından birisi olan Julien Damon’a göre “RSA verilerinin takip edilmesi Fransa’da yoksulluğun gelişimini izleme açısından en önemli yöntemlerden birisidir. Bu alanda devasa bir şok var. Krizin şiddeti göz önünde bulundurulduğunda bu bir sürpriz değil elbette, fakat kötüleşmenin bu kadar hızlı yaşanması daha önce hiçbir zaman gözlemlenmemişti”.

Bu yardımı aktaran Aile Yardımı Ulusal Kasasına (CNAF) göre, birinci sokağa çıkma yasağı döneminde alınan acil önlemler sayesinde ödentilerin otomatik olarak haziran ayına kadar uzatılması, RSA’dan faydalanan ailelerdeki düşüşü (110 bin) azalttı ama yeni başvurular aynı zaman diliminde devam etti. Bu hızlı yükseliş, ona göre, bununla açıklanıyor.

Yoksulluğu gözlemleme (Observatoire des inégalités) kurumundan Louis Maurin’e göre “Bu durum kamu yardımlarının, durumu iyi olanlarla (süresiz sözleşmelerle çalışan işçiler ve şirketler) en kötü durumda olanlara -sosyal garantisi olmayan, çalışmayan, RSA’ya başvurmak zorunda olan- yönelik yardımlar arasındaki uçurumu gösteriyor. (…)

Kırmızıya dönüşen diğer gösterge ise işsizlik ödenti hakkı bittiğinde hâlâ iş bulamayan kişilere yapılan Özgün Dayanışma Yardımının (ASS) mayıs ve eylül ayları arasında yüzde 10.7 artmış olması.

Son iki yıldır istihdam piyasasındaki iyileşme ASS yardımı alanlarının sayısını düşürmüştü, Ocak 2017’de 454 bin 300’den şubat 2020’de 350 bin 800’e kadar düşmüştü, ama eylül sonunda tekrar 380 bin 400’e yükseldi.

DREES ne iş ne de formasyondan faydalanan 16-25 yaş arasındakilerin durumuna da ilgi gösteriyor. İş bulmaya yardım amaçlı bir eğitim ya da çıraklık süreci boyunca verilen ve gerektiğinde bir yıl uzatılabilen aylık 497 avro yardımdan faydalananlar kriz öncesi 90 bin kişi iken (…) kasım sonunda Başbakan Jean Castex bu yardımdan faydalananların sayısını ikiye katlayarak 200 bine ulaşacağını açıkladı.

Kasım ayında krize karşı en yoksullara yardım amacıyla hükümet 4 milyon aileye özel bir dayanışma primi vermeye karar vermişti. 1.1 milyar avro düzeyinde olan bu yardım RSA alanlara, konut yardımı alanlara (Bunlar içinde 25 yaş altı gençler de bulunuyor) yönelikti ve aile başına 150 ile 450 avro arasında değişiyor.  Fakat Julien Damon’a göre, DREES’in yayımladığı veriler ekim sonunda bitiyor, yani ikinci kısıtlama döneminden önce, dolayısıyla gelecek dönem daha da kötü olacak: “Bunlar bile 2020 yılının nasıl geçtiğine dair bir fikir veriyor, RSA ve sosyal yardımdan faydalananların sayısındaki artış yoksulluğu bir nevi sınırlandırdı. Fakat gelecek yıl geçici işsizlik yardımlarının son bulmasıyla ne olacak? Esas olarak 2021 yılı için kaygı duymak gerekiyor.”

(Çeviren: Deniz Uztopal )


BREXIT: RAHATLADIK AMA MİNNETTAR DEĞİLİZ

The Guardian
Başyazı

AB’den bir anlaşma yaparak çıkmanın anlaşmasız çıkmaktan daha iyi olduğu hep biliniyordu. Britanya’nın, en önemli stratejik ortaklığından elleri boş ayrılmasını salık verenler sadece sorumsuz demagoglar, hayalperest ideologlar ve serseri blöfçüler olmuştu. Maalesef Boris Johnson bu rollerin hepsini oynadı. Alaycı ve sorumsuz bir tavırla ülkeyi felaketin sınırlarına kadar getirdi. Blöf yapıp yapmadığı artık belki de cevabını hiç bilmeyeceğimiz bir soru çünkü bir anlaşmaya varıldı.

Anlaşmanın içeriği henüz çok belirgin değil ve de 31 Aralık son tarihi, bırakın detaylı incelemeyi, ana karakterini anlamak için bile çok kısa bir zaman süreci. Bu hem Johnson’un meşhur kelime oyunlarının hem de taktiksel bir kurnazlığın sonucu. Başbakan bu anlaşmanın detaylı incelenmesini istemiyor. Birleşik Krallık ekonomisinin gerilemesine yol açacağı kesin. Bu tek pazar ve gümrük birliğinden çıkmanın bir sonucu ve müzakereler zaten bu bilinçle yapılıyordu. Ticaret hacmi küçülecek. Kaynak zincirleri aksayacak. İş kayıpları kaçınılmaz. Bunlar, Johnson’un peşine düştüğü sert çıkış modelinin esas ögeleriydi.

Müzakere alanının daraltılması anlaşmaya ulaşmada kolaylık sağlamadı. Müzakerelerde, geleceğe yönelik uzun dönemli ilişkiler açısından en büyük sorun Avrupa standartlarına uyum ve her iki tarafın adil rekabet açısından birbirine karşı atabileceği cezai adımlar oldu. AB bu açıdan duruşunu değiştirdi; Brüksel, artık Avrupa kurallarının Birleşik Krallık yasalarında otomatik uygulanmasını talep etmiyor. Başbakanlık ise daha da büyük bir adım atarak yasal olarak uygulanabilecek bir “eşit şartlı faaliyet alanı” kabul etti.

Eğer ticari anlaşmalara girecekseniz, Brexit ideologlarının tasvir ettiği gibi bir mükemmel bağımsızlıktan bir noktada ödün vermek zorunda kalırsınız. Bu tavizler satır arası notlarına gömülecek ve Johnson tüm retorik ve politik şaşırtma taktiklerini kullanarak yaptığı anlaşmanın ulusal özgürlüğün kahramanca bir fermanı olduğunu iddia edecek. Anlaşmanın onaylanması için gerekli zamanın kısa olması bu amaca uyuyor. Parlamento toplanacak fakat yüzlerce sayfalık anlaşmanın bir hafta zarfında gözden geçirilmesi imkansız. Bir haftalık zaman süreci anlaşmanın onayı ve reddedilmesi arasında karar vermek için çok kısa. Reddi felaket olur; onayı ise demokratik sorumluluktan feragat anlamına gelir. Bu hiç de şaşırtıcı değil; Johnson hep böyle iş yapar. Kendisine karşı fikirleri hor görmek ve denetlenme korkusu, politik metodunun temelini oluşturur.

Anlaşmasızlığın ulusal güvenlik ve refaha yönelik acil tehdidi göz önüne alındığında bu anlaşma olumlu karşılanabilir. Başbakan, “Kanada stili jumbo anlaşma” söylemiyle sistemi utanmazca kullandı. Oyalama taktikleriyle politik iyi niyeti tüketti ve son raddede tek seçenek keskin uçları düzenli bir şeklide uygulanacak olmasıyla biraz yumuşatılan kötü bir Brexit anlaşması oldu. En kötü olasılığı önlemek acınası türden bir başarı. Burnunun dikine tam sürat üzerine gittiği türden bir felakete engel olduğu için Johnson kutlanamaz. Bu da yine onun yönteminin bir parçası; temel becerisi umursamazlığı ve sorumsuzluğu nedeniyle kendisini içinde bulduğu sorunlardan çıkmak. Bu sefer de son anda kurtulmasını, hilekar ve şaşaalı bir şekilde mevsime uygun bir kutlama sebebi olarak gösterecek. Ferahlamamız doğal ve haklı olacaktır fakat asla bu Başbakana minnettar değiliz.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

Evrensel'i Takip Et