Arap Coğrafyasında Geçen Hafta | Halk hareketlerinin onuncu yılı
10 yıl önce bölge, tarihin en geniş ve en kitlesel halk hareketlerine tanık oldu. Fas’tan Yemen’e kadar hemen bütün ülkelerde halk, talepleriyle sokaklara indi. Peki bu 10 yılda neler oldu?
Fotoğraf: Antoine Walter/Flickr
Ali KARATAŞ
Kays ABBAS
Arap dünyasındaki aralık 2010’da başlayan halk hareketlerinin onuncu yıl dönümündeyiz. 10 yıl önce bölge, tarihin en geniş ve en kitlesel halk hareketlerine tanık oldu. Atlas Okyanusu’nun kıyısında bulunan Fas’tan Hint Okyanusu’nda sahili olan Yemen’e kadar hemen bütün ülkelerde halk, talepleriyle alanlara indi.
Mısır’da bu yıl göz altına alınıp aylarca hapiste yatan Kahire Üniversitesi İktisat ve Siyaset Bilimi Fakültesinde Siyaset Bilimi Bölümü Eski Başkanı Profesör Hasan Nafia’nın on yılı değerlendiren makalesi dikkat çekici. Nafia, makalesinde, halk hareketlerinin ABD, İsrail işi olmadığını vurguluyor. Arap dünyasının on yıl öncesinden daha kötü olmasını “karşı devrimci” güçlerin ve diğer Arap rejimlerinin kendilerini yeniden konumlandırmalarına bağlıyor.
HULUSİ AKAR LİBYA’DA
Arap basınındaki bir diğer gündem de Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın heyetiyle beraber Libya’yı ziyaretiydi. Suudi Arabistan’a yakınlığıyla bilinen al Arab gazetesi, manşetten yer verdiği ziyaretin “Yeni bir askeri operasyonun habercisi” olabileceği yorumunu yaptı. Analizde, “Akar’ın ziyareti, Sirte’ye ve ülkenin doğusuna saldırmak için gelişmiş Türk silahlarıyla donanmış milislerin ve binlerce paralı asker ve yabancı savaşçının çarşamba günü Libya ordusu tarafından tespit edilen hareketlenmelerinden sonra gelmesinin, savaşın başlangıcına işaret edeceğinden korkuluyor” denildi.
FAS’TAN İSRAİLE YÖNELİK İLERİ ADIMLAR
Al Kuds al Arabi gazetesi, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun cumartesi günü yaptığı açıklamada Faslı bir heyetin yakın zamandaki normalleşmenin ardından ilişkileri güçlendirmek için bu hafta İsrail’e gideceğini söylediğini yazdı. Haberde Netanyahu’nun cuma günü Fas Kralı VI. Muhammed ile görüştüğü ve onu İsrail’i ziyaret etmeye davet ettiği bilgisine yer verildi. İsrailli bir heyet salı günü Fas’a gitmiş ve iki ülke irtibat bürolarını yeniden açmayı ve doğrudan ticari uçuşlar başlatmayı planladıklarını duyurmuştu.
ARAP DÜNYASI ‘BAHAR DEVRİMLERİNDEN’ ON YIL SONRA
Hasan NAFİA
al Arab al Cedid
Bugünler, “Arap Baharı devrimleri”nin başlamasının onuncu yıl dönümü. 17 Aralık 2010’da, Muhamed Buazizi adlı genç bir Tunuslu, Tunuslu yetkililerin kendisine kötü muamelesini protesto etmek için bedenini ateşe verdi. Tunus güvenlik servislerinin Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin bin Ali döneminde vatandaşlarla ilişkileri bilinmesine rağmen, Buazizi’nin uğradığı hakarete verdiği tepkinin ciddiyeti, genel olarak baskının ulaştığı noktayı kanıtlıyordu. Bu nadir ve sancılı olayın bir sonucu olarak patlak veren ve Tunus şehirlerinin çoğunu kapsayana kadar genişleyerek bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de Suudi Arabistan’a uçmasıyla sona eren halk gösterilerinin büyüklüğünü açıklıyor.
Eğer olay o zamanlar küçük bir Arap ülkesi olan Tunus sınırlarında durmuş olsaydı, sadece Tunus toplumunu ve siyasi sistemi ilgilendiren yerel bir fenomenle karşı karşıya kalırdık. Olanlar tekrarlandığı ve diğer Arap ülkelerinde farklı şekillerde kendini yeniden ürettiği için, Arap dünyasında daha geniş bir bölgesel fenomenle karşı karşıya olduğumuz ortaya çıktı. Buazizi’nin Tunus’ta tutuşturduğu kıvılcım, sadece birkaç gün içerisinde Mısır’a oradan da Libya, Yemen, Bahreyn ve Suriye’ye ulaştı. Aslında, genişleyebileceği ve tüm Arap dünyasını kapsayacağı görünüyordu. 2011 mart ayı geldiğinde Arap dünyası, lavları her yöne uçan, kaynayan bir volkan gibi görünüyordu. Mart bahar ayı olduğu için, Batı medyasının devrimler veya ayaklanmalara “Arap Baharı” adını vermesi şaşırtıcı değildi. Birçok meydanda toplanan Arap kitleleri, önceden bir koordinasyon veya uyarı olmaksızın aynı anda bestelenmiş ve söylenmiş bir şarkının sözüymüşçesine ekmek, özgürlük ve insanlık onuru için diye haykırıyordu. Dünyanın bu önemli bölgesindeki zalim ve yozlaşmış rejimlerin liderleri birbiri ardına düşmeye başladığında halk demokrasi ve sosyal adaletin hakim olduğu daha iyi bir yarın için umut taşıyan yeni bir şafağın başladığını hayal etti. Ama bu umut kısa sürede dağıldı ve sanki bir serapmış gibi göründü.
Bugün, Tunus “Yasemin Devrimi’in üzerinden geçen on yılın ardından ve “Bahar” devrimlerinden on yıl sonra, Arap dünyası sahnesi, aralık 2010’da olduğundan her düzeyde daha sefil görünüyor.
Politika ve güvenlik düzeyinde: İçerideki karşı-devrimci güçler, Arap ve yabancı dış güçlerin yardımıyla kontrolü ele geçirmeyi başardı. Birkaç durumda bu karşı-devrimler, ilk bakışta tutarlı görünen ve istikrarı sağlama olasılığı daha yüksek olan alternatif hükümet sistemlerini mümkün kıldı. Ancak kısa sürede bunların vahşet, tiranlık ve muhtemelen eski rejimlerden daha yozlaşmış olduğu anlaşıldı. Yalnızca aşiret, mezhep ve etnik çekişmenin patlamasını yaymayı başardığı bir durum ortay çıktı. Hızla dış güçler adına vekalet savaşlarına dönüşen ve hatta bazen halklarının isyan ettiği rejimleri istikrara kavuşturmayı ya da daha fazla kaos ve dağılma, parçalanma ve çöküş faktörlerini yaymayı başaran dış askeri müdahalelere kapıyı açan iç savaşları ateşledi.
Ekonomik ve sosyal düzeyde: Arap dünyası son on yılın ardından cinayet, yıkım, yerinden edilme, göç ve sefalet dalgalarına tanık oldu. Arap Baharı devrimlerinden sağ kurtulan zengin petrol devletlerine gelince; servetleri ve kaynaklarını ya kitlesel silah anlaşmalarıyla ya da tehdit altındaki tahtlarının korunması karşılığında ya da karşı-devrimleri finanse etmek için diyet ücretleri ödenmesiyle tükendi. Ardından korona salgını ve durumu daha da kötüleştiren petrol fiyatlarındaki düşüş geldi. Bütün bu gelişmeler yüksek işsizlik oranları, kötüleşen yaşam standartları, artan organize suç oranları ve hatta tüm sosyal sınıfların yoksulluk sınırının altına düşmesi şeklinde vatandaşlara yansıdı.
Kültürel ve entelektüel düzeyde: “Bahar” devrimlerini başlatmayı başaran entelektüel ve siyasi seçkinler, her iki tarafın da başarısızlığa karşı diğerini suçladığı, sadakatsizlik, ateizm, Arabizm veya İslam’a ihanet etmekle suçlandığı kampanyalara boyun eğdiler. Bu nedenle, bu seçkinler, çoğunlukla entelektüel siperlere girmiş olarak kaldılar.
Stratejik düzeyde: ABD güçlerinin geri çekilmesi ve ABD’nin Ortadoğu’ya olan ilgisinin azalması hakkında söylenenlerin hepsine rağmen, ABD askeri üsleri Arap dünyasının her yerine yayıldığından, geçtiğimiz on yıl Arap dünyası dış müdahalelerin olduğu bir arenaya dönüştü. İran’ın Suriye, Lübnan, Irak ve Yemen’de ve Türkiye’nin Suriye, Libya ve Irak’ta askeri varlığı ve siyasi etkisi olduğu için bölge aynı zamanda Arap olmayan ülkelerin rekabet ettiği bir nüfuz alanına da dönüştü.
İsrail’e gelince, Batı Şeria’nın çoğunu işgal altında tutmaktan, Gazze Şeridi’ni kuşatmaktan veya Suriye Golan’ı ilhak etmekten memnun değildi. Mısır ve Ürdün’deki eski etkisine ek olarak, siyasi nüfuzunu Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas’a doğru genişletiyor. En çok sayıda Arap ülkesini İran’la ve direniş ekseniyle karşı karşıya getirmeye çalışıyor.
ARAP DÜNYASI NEDEN BU HALE GELDİ?
Arap dünyasının durumunun, “Bahar” devrimlerinin arifesinde olduğundan çok daha kötü hale geldiği açık bir gerçektir. Bu nedenle sadece Arap dünyasını bu sefil duruma sürükleyen nedenlerle değil pek çok konuda birçok sorunun ortaya çıkması doğaldır. Bu sonuçlara neden olanın “Arap Baharı” devrimleri olup olmadığı, ama aynı zamanda gelecekle ilgili olarak bu dünyanın özgürlük, demokrasi ve sosyal adalet hayalleriyle ilgili sayfasının sonsuza dek kapanıp kapanmadığı soruları önemini koruyor. Bu durum, aşağıdaki gibi özetlenebilen ve sunulabilen bir dizi not ve düşünceyi gerektirir:
İlk not: Arap dünyasının muzdarip olduğu despotizm acil veya koşullu bir biçim olmadığından, Arap toplumlarının doğasıyla ilgilidir. Arap toplumlarının kendi yapısında kök salmıştır ve kurumlarının dokusuna ve politik, güvenlik, ekonomik, sosyal ve kültürel sistemlerine nüfuz etmiştir. Onu ortadan kaldırmak ve tek bir ölümcül darbeyle demokrasiye geçmek imkansızdır. Arap dünyasının inatçı bir devlet yapısı olduğuna veya demokratik dönüşümün zor olduğuna inananlardan biri olmadığım için, demokrasiye geçiş sürecinin kesinlikle gelmekte olduğunu düşünüyorum. Ancak onu tamamlamak uzun zaman ve çaba gerektirecek. Devrimler 2010’un sonunda başladı. Sudan ve Cezayir’i içeren ikinci bir devrimci dalganın ve ardından Lübnan ve Irak’ı içeren üçüncü bir dalganın patlak vermesiyle kanıtlandığı gibi, ilk dalgasının gerilemesi, onun ölümü veya sonu olduğu anlamına gelmemektedir.
DEVRİMCİ DALGA KOMPLO DEĞİLDİ
İkinci not: “Arap Baharı” devrimlerinin ilk dalgasının gerilemesinin nedenleriyle ilgilidir. Hala devrimci dalgayı, Arap dünyasını parçalamayı ve onu İsrail önderliğindeki mezhepsel veya etnik çatışmalara dönüştürmeyi amaçlayan bir siyonist-Amerikan komplosunun ürünü olarak görenler var. Diğerleri siyasi İslam güçlerini suçlamakta ısrar ediyor ve başarısızlıktan tek başına onu suçluyor. Bana göre, tüm Arap Baharı devrimleri kendiliğinden ve tamamen vatanseverdi, ancak yurt içi ve yurt dışındaki karşı-devrimci güçler, tüm devrimci güçlerin yaptığı hatalardan yararlanabildiler. Bu durum, seçimlere başlamadan veya bir güç paylaşım mekanizması aramadan önce eski rejimlerin köklerini ortadan kaldırma sürecinin gerçekleşmesi gereken geçiş aşamalarını yönetmek için bir formül üzerinde anlaşmaya varılamamasına yol açtı.
Üçüncü not: Mevcut durumun teşhisi özellikle karşı-devrim dalgasını sürdürmüş ve şimdi iktidar koltuğuna ulaşmış olan yönetici elitlerin veya statükoyu değiştirmek ve demokratik geçişte çıkarı olan güçlerin bugünüyle ilgilidir. Mevcut aşamadaki egemen seçkinlerin çoğu, güçlerini sandıklara yansıyan halk iradesinden almıyorlar. Hayatta kalmaları dış güçlere bağlı. Ekonomik ve sosyal sorunları gerçek anlamda çözecek politikalar uygulamıyorlar. Ellerinde halklarının her geçen gün daha da acil hale gelen taleplerine cevap verecek araç olarak daha fazla baskı ve tiranlıktan başka bir şey yok. Statükoyu değiştirmekle ilgilenen elitlere gelince, korku durumlarından ya da yaşadıkları kopma ve dağılma durumundan kurtulmaları gerekecek. Er ya da geç süreç, halkın isteklerine daha olgun ve daha duyarlı bir değişim vizyonuyla sunabilmeleri için hatalarını gözden geçirmeye ve birbirlerine daha çok yaklaşmaya mecbur bırakacaktır.
FİLİSTİN DAVASI VARLIK YOKLUK NOKTASINDA
Dördüncü not: Şu anki aşamada Filistin halkına ve onun çeşitli fraksiyonlarına emanet edilen tarihsel sorumlulukla ilgilidir. Filistin davası varoluşsal bir meydan okumayla karşı karşıyadır. ABD ve İsrail davayı tümden ortadan kaldırma ve onun kendi kaderini tayin hakkını ve bağımsız devletini kurma hakkını tamamen reddetmekte ısrar etmektedir. Filistin; Arap rejimlerinin onu terk etmesinden sonra yalnız kaldığını hissediyor. Kendi gücüne güvenmekten ve tüm ulusun geleceğini kurtarmak için öncü bir rol oynamak için harekete geçmekten başka seçeneği yok. Çoğu analistin Filistin halkının şu anda en kötü tarihsel aşamalarından geçtiği yönündeki inancı doğrudur. Özellikle İsrail, Amerika ve Araplar tarafından kendisine uygulanan kuşatmanın gölgesinde, Arapların genel durumundaki temel zayıflığın nedeni bu durum olabilir. Ancak Filistin halkının mücadelesinin, Arap dünyasını düştüğü uçurumdan çıkarabilecek lokomotif motor rolünü oynayacağına inanıyorum.
ANKARA, LİBYA GERİLİM HATTINDA...TRABLUS’TAKİ SAVUNMA BAKANI
al Arab
Türkiye Savunma Bakanı Hulusi Akar, cumartesi günü Libya’nın başkenti Trablus’u, Genelkurmay Başkanı ve ordu komutanları eşliğinde habersiz bir şekilde ziyaret etti. Libya medyası, Türk Savunma Bakanının son anda varış noktasını el Vatiyye üssünden Mitiga Havaalanına değiştirdiğini ve silahlı milislerin kutlamasına katılmak için el Hadba bölgesindeki Libya Askeri Bölgesini ziyaret edeceğini söyledi.
Akar’ın bu zamandaki ziyaretinin Sirte’ye ve ülkenin doğusuna saldırmak için gelişmiş Türk silahlarıyla donanmış milislerin ve binlerce paralı asker ve yabancı savaşçının çarşamba günü Libya ordusu tarafından tespit edilen hareketlenmelerinden soran gelmesinin, savaşın başlangıcına işaret edeceğinden korkuluyor.
En son Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Mareşal Halife Haftar liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu güçleri arasında 48 tutuklu değişimi için bir süreç yürütülmüştü.
Ankara, Almanya’nın başkenti Berlin’deki konferansın sonuçları da dahil olmak üzere Libya krizini çözmeye yönelik uluslararası çabaları engellemeyi planlıyor.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, kasım ayı ortasında Türkiye’nin Libya’ya gönderdiği toplam paralı asker sayısının, 2 bin 500 Tunusluya ek olarak 18 bin Suriyeli olduğunu duyurdu ve aralarında 18 yaşın altındaki 350 çocuk olduğunu doğruladı.