Yazar İlkay Öz: Mülksüzleştirme yerel, bürokrasi ve eşraf iş birliği ile gerçekleşti
“Çok farklı coğrafyalardan, kültürlerden göç alan Edirne gayrimüslim azınlıkların tasfiyesiyle kültürel ve sosyal olarak görece homojenleşmiştir."
Fotoğraflar: Mülksüzleştirne ve Türkleştirme kitap kapağı (solda), İletişim Yayınları | İlkay Öz (sağda), Cihan Cihangir | Kolaj: Evrensel
Şerif KARATAŞ
İstanbul
Edirne’de Rumların, Ermenilerin ve son olarak da Yahudilerin tasfiye ve mülksüzleştirilme süreci üzerine çalışan İlkay Öz, çalışmalarını, ‘Mülksüzleştirme ve Türkleştirme: Edirne Örneği’ adıyla kitaba taşıdı. 1910’lardan 1970’lere kadar olan dönemi yerel gazetelerden ve tapu kayıtlarından yaralanarak çalışmasını sürdüren Öz, Türkleştirme ve mülksüzleştirme politikasının yerel bürokrasi, eşraf ve halk iş birliği içinde nasıl gerçekleştiğini gösteriyor. Mülkiyetin el değiştirmesini sınıfsal bakış açısıyla ele almaya çalışan Öz, Edirne’den farklı inanç ve etnik grupların tasfiyesiyle ilgili de “Özellikle en son tasfiye edilen topluluk olduğu için Yahudilerin Edirne’nin sosyal hayatına, kültürüne, kadınların sosyal ve iş hayatına katılımındaki öncülüğünden tutun, mutfak kültürüne kadar çok katkısı olmuştur, homojenleştirmeyle bu etkileşim güdük kalmıştır” değerlendirmesini yaptı.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin 1912 sonrasında “milli burjuvazi” yaratma hedefi var. Bu hedefe ilişkin kısaca ne söylemek gerekir? İktidar neyi hedefliyor?
Korkut Boratav’a göre milli iktisat görüşü, modernleşme ve kalkınma amacıyla savaş koşullarından yararlanarak devlet eliyle yerli ve milli burjuvazi yaratılmasının zorunlu olduğu iddiasına dayanmaktadır. Milli iktisat başlarda Osmanlı tebaası olmayan yabancılar karşısında kendi tebaasının ekonomik avantaj elde etmesine yönelik politikalarken, milliyetçi paradigmayla hedef iktisadi alandan gayrimüslimleri tasfiye etmeye dönüştü. İttihat ve Terakki iktidarı hızlı bir kapitalistleşmeyle devletin çöküşünün önüne geçebileceğini düşünüyordu. Kapitalistleşme sürecini başlatabilecek gerekli servet birikiminden yoksun Türk ulus devleti bu ilkel birikim sorununu azınlıkların mülksüzleştirilmesi üzerinden çözmeye çalıştı. Böylece yeri geldiğinde sırtını dayayabileceği, güvenebileceği, onu belki Batı seviyesine taşıyacak bir milli burjuvazi yaratabilecekti.
"İKTİSADI TÜRKLEŞTİRME HEDEFİNDEYDİLER"
İktidar mülksüzleştirme sürecinde yerel halkla da iş birliği yapıyor. Halkı hangi motivasyon mobilize etti? Ve Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Edirne Şubesinin Yahudileri hedef alan faaliyetleri var. Bu dernek bu sürecin neresinde duruyor?
Bence gayrimüslimlerin mülksüzleştirilmesi süreçlerinde yerel eşraf ve halkı motive eden en önemli güdü iktisadidir. Gayrimüslim karşıtlığı ve milliyetçi ideolojiyle harmanlanmış iktisadi fayda arayışı onları harekete geçirdi. Yerel eşraf ve halk gayrimüslimlerin tasfiyesi ve mülksüzleştirilmesinden temel olarak iki şekilde fayda sağladı. Bunlardan ilki doğrudan faydadır. Emvâl-i metrûkelerin bölüşümü, yani Ermenilerin geride bıraktıkları gayrimenkullerden iktisadi-siyasi konumuna göre payına düşeni almak. Keza bu, Rumların tasfiyesinde de aynı şekilde işliyordu. Yahudilerin tasfiyesinde ise farklı bir yöntem ekleniyordu. 34 Trakya Olaylarında Yahudilerin Edirne’yi terk etmeden gayrimenkulünü satmaya fırsatı olanlardan Müslüman-Türk ahali değerinin çok altında bedellerle ev, dükkan ve arazilerini satın almışlardır. Dolaylı fayda dediğim şey ise Edirne ticaretine hakim olan gayrimüslimlerin tasfiyesiyle ticari alanın yerel eşrafa kalacak olmasıydı. Böylece milli iktisat fikrine uygun olarak milli küçük-burjuva haline gelebileceklerdi. Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Edirne Şubesinin başkan ve üyeleri de ticaretle uğraşıyorlardı. 1960’lı yıllarda Edirne’de nüfusu azalmış olan Yahudi toplumundaki tüccarlarla rekabet edemediklerinden o dönemde Arap-İsrail Savaşı’yla yükselişe geçen antisemit havadan yararlanarak Yahudileri kovup kendilerinin de faydalanacağı iktisadı Türkleştirmeyi gerçekleştirme hedefindeydiler.
EDİRNE TÜRKLEŞTİRİLEREK GÜVENLİ HALE GETİRİLMEK İSTENDİ
Edirne’yi Türkleştirme süreci var. Ermenilerin, ardından Rumların ve sonrasında Yahudilerin tasfiye edildiği ve mülklerinin el değiştirdiğini görüyoruz. Edirne’nin sınır kenti olmasında bu süreçte etkisi nedir?
Edirne 93 Harbi, Balkan Savaşlarında vs. çok kez işgal edilip el değiştirmiş. Halk da bürokratlar da bu acı tarihi unutmamış, bu acılar özellikle Balkanlarda zulüm gören Müslüman halkın göç etmesiyle gayrimüslim karşıtlığını da içerebilen milliyetçi bir tavra imkan tanımıştır. Devlet açısından düşündüğümüzdeyse Batı’dan bir saldırı gelirse ilk hedef olacak kent Edirne. Mesela 1930’lu yıllarda Mussolini İtalya’sının yayılmacı politikalarından ve Bulgaristan’ın kenti tekrar işgal edeceğine dair yayılan fısıltılardan dolayı Edirne daha endişeleniliyordu. Keza Umumi Müfettiş İbrahim Tali buradaki Yahudilere Bulgarlar adına casusluk yapma ithamında bulunuyordu. Edirne’deki Yahudi azınlığı iş birlikçi, kendi çıkarından başkasını düşünmeyen, milli güvenlik için tehdit içeren unsurlar olarak düşünüldüğünden kuşkuyla yaklaşılıyordu. Aynı anlayış diğer gayrimüslim azınlıklar için de geçerliydi. Bu sebeple 1923-1960 yılları arasında yurt dışından gelen Müslüman göçmenlerin en fazla iskan edildiği il Edirne olmuştu ki burası Müslüman-Türk unsurlarla Türkleştirilsin ve güvenli bir sınır haline getirilsin.
Tüm yaşananların ardından Edirne’nin öncesi/sonrası fotoğrafını çekecek olursanız, kent ve kent hayatında neler değişti, neler yitirildi? Siyasal iktidarla ortak hareket eden yerel halk ise umduğunu bulabildi mi?
Çok farklı coğrafyalardan, kültürlerden göç alan Edirne gayrimüslim azınlıkların tasfiyesiyle kültürel ve sosyal olarak görece homojenleşmiştir. Gayrimüslimlerin ve özellikle en son tasfiye edilen topluluk olduğu için Yahudilerin Edirne’nin sosyal hayatına, kültürüne, kadınların sosyal ve iş hayatına katılımındaki öncülüğünden tutun, mutfak kültürüne kadar çok katkısı olmuştur, homojenleştirmeyle bu etkileşim güdük kalmıştır. Yerel eşrafın tasfiye, mülksüzleştirme ve birikim süreçleri sonunda daha homojen Edirne yaratıldığı, kendileri de mülk sahipleri oldukları için umduklarını ekseriyetle bulduklarını söyleyebiliriz. Ancak yine onlar da kapitalizmin krizlerinin yarattığı bunalımdan ve Edirne’de günümüzdeki gayri Türk unsurlardan hiç memnun değillerdir sanırım.
EŞRAFLA İŞ BİRLİĞİ HALİNDEKİ YEREL YÖNETİCİLER İSKAN KANUNUNDAN GÜÇ ALDI
Haziran 1934’te kabul edilen 2510 Sayılı İskân Kanunun öncelikli olarak Doğu’daki Kürtleri için çıkarılmasına karşın Trakya’daki Yahudilerin de bundan nasibini aldığını ifade ediyorsunuz. Sözünü ettiğiniz kanunun Trakya’ya yansıması nasıl oldu?
İskân Kanunu kısaca Türk olmayan unsurların Türk kültürüne asimile edilmesi ve muhacirlerin iskân edilmesiyle ilgiliydi. Kanunun 9. maddesiyle Dahiliye Vekâleti “casuslukları sezilenleri sınır boylarından uzaklaştırmağa” yetkili olmuştu. Bu arada İbrahim Tali’nin Trakya Raporu’nda Yahudileri Bulgarlar adına casusluk yapmakla suçladığını unutmayalım. 11. maddenin B fıkrasıyla da “Türk kültürüne bağlı olmayanlar veya Türk kültürüne bağlı olup da Türkçeden başka dil konuşanlar hakkında harsî, askerî, siyasî, içtimaî ve inzibatî sebeplerle, İcra Vekilleri Heyeti kararı ile, Dahiliye Vekili lüzumlum görülen tedbirleri almağa mecbur” tutulmuş̧ ve “toptan olmamak şartı ile başka yerlere nakil ve vatandaşlıktan iskat etmek de bu tedbirlere” dahil edilmişti. 47. maddeyle Umumi Müfettişlik muhacirlerin bu iskânından da sorumlu tutuluyordu. Yani hem Dahiliye vekili hem de Müfettiş İbrahim Tali bu “güvenilmez unsur” Yahudileri Trakya’dan yasal olarak uzaklaştırabildi. Ancak böyle bir yöntemi tercih etmediler çünkü devlet eliyle Yahudilerin sürülmesi ülkenin imajına zarar verebilir, Türkiye çeşitli baskı ve yaptırımlara maruz kalabilirdi. Trakya’daki “Yahudi sorunu”nun bir oldu bitti ile “halk” tarafından çözüme kavuşturulması ve bu sırada merkezin olaylardan habersizmiş gibi davranması, merkezi dışarıdaki baskılara karşı koruyacaktı. Bununla birlikte eşrafla işbirliği halindeki yerel yöneticilerin bu kanundan güç alarak veya esinlenerek Yahudileri kovma işine girişmesi olasıdır.
YAHUDİLER VARLIK VERGİSİYLE MÜLKLERİNDEN OLDULAR
Müslüman ve Türk olmayan inanç ve etnik grupların tasfiye edilmesi ve mülksüzleştirilmesinden söz edince varlık vergisinden söz etmeden olmaz. Siz de çalışmanızda varlık vergisine yer veriyorsunuz. Varlık vergisinin özellikle Trakya’da yaşanan sürece etkisi nasıl olmuştur?
11 Kasım 1942’de kabul edilen Varlık Vergisi Kanunu gayrimüslimlerin mülksüzleştirilmesi üzerinden ilkel birikimin yaratılması projesinin devamıdır. Diğer olaylardan farklı olarak bu süreç doğrudan ve yasal şekilde devlet eliyle gerçekleştirilmiştir. 1934 olaylarından sonra Trakya’da nüfusu azalmakla birlikte varlığını sürdüren Yahudi toplumu Türk-Müslüman unsurlara oranla katbekat yüksek tutarlarda tarh edilmiş vergiyi ödeyebilmek için gayrimenkullerini ipotek ettirmek, buna fırsatı olamayanlar da değerinin çok altında Müslüman-Türklere satmak zorunda kalmışlardır. Yahudiler yaşadıkları evler de dahil olmak üzere onlarca mülkünden olmuş, Müslüman-Türkler de değerinin altında elde ettikleri bu mülklerle servet ve sermaye birikimlerini yeniden gerçekleştirmişlerdir. Varlık vergisiyle Yahudilerin Türk devletine olan güveni iyice sarsılmış, Trakya ve Türkiye’den göç süreci hızlanmış, bu ivme İsrail devletinin kuruluşuyla daha da artmıştır.
"TALİ’NİN TRAKYA RAPORU’NDAKİ SÖYLEMLERİ HALKI KIŞKIRTTI"
1934 Trakya olayları hangi kentlerde yaşandı? Kritik görevlerde bulunan İbrahim Tali Bey’in Trakya raporuyla, Trakya’da Yahudi karşıtı şiddet olayların yaşanmasına etkisi nedir?
1934’ün haziranında Çanakkale’de Yahudilerin tehdit ve baskılarla kovulmasıyla başlayan olaylar temmuzun ilk günlerinde Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çorlu’da devam etmişti. İbrahim Tali, Trakya’nın güvenlik, iskan, imar, iktisat alanındaki sorunlarını çözmek için kurulan Trakya Umumi Müfettişliğinin başına atanmıştı. Tali sıradan bir bürokrat değildi, hem Mustafa Kemal’le Samsun’a giden Bandırma vapurunda hem de ilk kurulan Umumi Müfettişliğin başında o vardı. Tali Bey’in göreve geldikten sonra hazırladığı Trakya raporunda “Trakya’da Yahudi Meselesi” başlığı açarak “Yahudilik oyunları”ndan, Yahudiliğin “Yılışık, hilekar, niyetini gizler, kuvveti daima alkışlar, altına tapar, yurt sevgisini kovar karakteri”nden bahsetmişti. Yahudiler Türk iktisadını ele geçirmişti, Türk rejimi için büyük bir tehditti. Tali’ye göre, “Yahudi meselesini artık en radikal bir surette halletmek Türk Trakya’ya nefes vermek kati bir zaruretti”. Edirne basınında 1930’larda “Yahudi sorunu” tartışma konusu olmuş ve Yahudi karşıtı haber ve yazılara yer verilmişti, bu yazılar 1933’ün sonunda azalmıştı. Ancak Tali’nin merkezi Edirne’de olan Müfettişliğe atanmasıyla Yahudi karşıtı yazıların tekrar ortaya çıktığını görüyoruz. Tali’nin olaylardaki rolüne ilişkin bir belge olmasa da Trakya raporundaki söylemleri vs. halkı kışkırtarak bu olaylarda etkisinin olduğunu düşünüyorum.