Hasta bir sene biterken: Sanata bakıştaki geçmeyen salgını gördük
"Yayıncılar, müzisyenler, tiyatrocular, sinemacılar, ressamlar işsizlik cenderesinde boğulurken yaratamamanın acısıyla çarpıştı." Ayşen Güven 2020'de kültür-sanatta neler yaşandığını yazdı.
Fotoğraf:Unsplash
Ayşen GÜVEN
Şimdi geriye dönüp 2020’ye bakıp sanat hayatının küçük bir fotoğrafını çekmem gerekli. Hastalık ve ölümün başucu kitabımızın adı olduğu bu yıla… Salgın günlerinde sanat adeta sürgün edildi dahası orada aç bırakıldı yetmedi o halsizlikle güneşe dönecek yüzüne de çok katlı bir plaza dikildi. Adeta… İnsanlık tarihinin çeşitli zamanlarında yaşanan salgınları ve insanların çektiklerini anlatan sanat, kendisine her defasında sırt çevirenlerin onlarca yıldır atlamadığı salgınla da boğuştu bu yıl. Sanatı “eğlencelik”, “gülmeyi/güldürmeyi” orantısız, müziği pek çok zaman “saygısızlık”, “tiyatroyu” bir yanlışın tarifi, sinemayı “Kendimizi anlattığınca” önemli gibi gören bu düşüncelerimizi sorgulasak kendimize de düşen bir pay mutlaka bulacağız. Koronavirüsten çok daha eski bu salgını da bu yıl daha iyi tanıdık: Sanatı her krizde ilk vazgeçileceklerden kabul etme hastalığını.
Burada asıl hasta devlet bakışıydı. Sanatçısının emeğini hiçbir zaman tanımlamamış, mesleklerin hukuki tanımını yapmamış, sosyal güvence kapsamına almamış ve en önemlisi -ki pandemide can çekişen sanatın halinin kaynağıdır- kamusal bir hizmet, toplumsal bir ihtiyaç olarak sanatı hiç görmemiş. Sadece seçim şarkılarında, kimi “açılımların” PR çalışmalarında falan sanatı, sanatçıyı “kucaklamış” ve lakin aslında hiç kapsamamış aslında hiç “bakmamış” sanata, sanatçısına.
Elbette 100 binlerce işçinin fabrikalarda çalışması, AVM’lerde alışveriş yapılması salgının ivme almasına sebep olmadı da 300 kişilik salonlara 70 seyirci alan tiyatrolar, 150 kişilik konser mekanlarına akustik (böylece sahnede de az insan olacak şekilde) 30 kişilik konser vermek, zaten az sayıda insan gittiği için tutunamaz halde olan sinema salonları salgın adına büyük tehdit yarattı bu yıl. Hal böyle olunca yayıncılar, müzisyenler, tiyatrocular, sinemacılar, ressamlar işsizlik, güvencesizlik cenderesinde boğulurken yaratamamanın acısıyla çarpıştı.
Peki bitti mi? Bitmedi! Kültür sanat hayatının tamamı hastalanmasa da ölüme mahkum edilmek istenirken sansür, baskı, engelleme ve sanatçılara yönelik soruşturmalar da durmadı. Bunun bir ucu da 1 Ekim 2020’de yürürlüğe giren sosyal medya yasası ile dijital platformlardaki dizi, filmler, sanat yayıncılığı ve sanatçıların sosyal medya hesaplarına uzandı.
Takip edebildiğim kadarıyla her alandan birkaç örnek vereceğim; salgın günlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları bağımsız, özel tiyatrolara dayanışma göstererek salonlarını açtı. Bu kapsamda bir Kürtçe oyunu da programına alarak İBBŞT’nin bu girişimi oyunun gösterim öncesinde yasaklanmasıyla son buldu. Berna Laçin’in oynadığı Hayal Satıcısı oyunu Samsun’da engellendi. Devlet Tiyatroları bağımsız, özel tiyatroları desteklemek için salonlarını açacağını açıkladı ancak “metin inceleme” gibi bir şartla. Elbette bu ön koşul sansür olarak yorumlandı. Müzikte de durum farklı olmadı. Grup Yorum üyeleri konser yasaklarının kaldırılması, cezaevindeki üyelerinin serbest bırakılması talebiyle ölüm orucu başlattı. Bu eylemi sonuna kadar sürdüren İbrahim Gökçek ve Helin Doğan hayatını kaybetti. Adana’da DEM Müzik Merkezine polislerce baskın düzenlendi. Merkez Çalışanları İlyas Arzu ve Jiyan Savcı gözaltına alındı. Sinema ve dijital platformlardan özet geçersem önceki kayyum yönetimi döneminde yıkılan Yılmaz Güney Sinemasının bir süredir boş duran yerine yeni kayyum Hulusi Şahin tarafından süs havuzu yapılmasına karar verildi. RTÜK, Netflix’te 9 Eylül’de yayımlanması planlanan ‘Minnoşlar’ adlı filmin platformun kataloğundan çıkarılması gerektiğine karar verdi. Edebiyat alanında ise bu yıla muzır kararları damgasını vurdu. Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu, Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi, Kız Çocuk Hakları Bildirgesi, Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler ve Sünnetçi Kız kitaplarını “muzır” ilan etti. Bu liste daha da uzuyor. (Bu bölümde örnekler vakaların gerçekleştiği tarihlere ait. Kimi kararlar sonuçta değişmiştir ancak bunlar yaşanmıştır.)
2020’yle beraber bu yazının da vuruş sınırlarını zorlarken adetim üzerine “İyi şeyler de olmadı değil” kontenjanını sona bıraktım. Tiyatromuz Yaşasın İnsiyatifi kuruldu ve binlerce seyircinin desteğini alan bir imza metni yayımladı. Tiyatro Kooperatifi ve Oyuncular Sendikası çalışmalarına hız kazandırdı. Kültür ve Turizm Bakanlığının özel tiyatroların sorunlarına karşı kayıtsız kalması nedeniyle 3 genç tiyatrocu yaz sıcağında ‘susma’ eylemi gerçekleştirdi. Dijital için tasarlanan tiyatro oyunları yapıldı. Festivaller çevrim içi ortamlarda gerçekleşti. Online konser deneyimleri umut verdi. Ceylan Ertem iki yeni şarkı yayımladı bu dönemde, Moğollar ve Çiğdem Erken yeni albümlerini… Benim gibi kimileri de dijitalde kültür-sanat yayıncılığı ısrarını sürdürdü.
Sokağa çıkma yasakları, korku, kaygı ve geçim sıkıntısıyla baş etmek için en çok neler yaptığınıza bakın derim ben. İzlediklerinize, dinlediklerinize ve okuduklarınıza bir daha bakın. Bu salgın, insan odaklı olmayan yönetim ve yanlış sağlık politikaları onlarca insanı, dostu, büyüğü, arkadaşı aldı götürdü. Yine de bitecek. Geriye sanat bir şekilde kalacak kuşkusuz. Ama sanat algımızdaki hastalık 2021’de artık iyileşmesin mi? Ahde vefa mühim şey çünkü.