Aşıdan öte: COVID-19
Mobilya ile ilacın, buzdolabı ile aşının aynı uluslararası patent sözleşmesinde ele alınması piyasacı, sağlığı metalaştıran sistemin dayatması.
Fotoğraf: Pixabay
Zeki GÜL
Aşı ve ilaç insanlık tarihinde ilk kez bu denli uzun süre kesintisiz ana gündem olabildi.
Yine, insanlık tarihinde bir kez daha altından daha değerli bir maddenin keşfi büyük umutların ardından geldi: COVID-19 aşısı. Artık herkes hemfikirdi ki “Ölüler altın takamaz” diye, derken devran döndü ve ‘altın’ bir başka açıdan gündem belirledi. Merkez kapitalist ülkeler, altın rezervlerinin gücü ile pandemiden ölümleri önlemede evrensel yeni ayrımcılığın öznesi oldular: ‘Aşı ayrımcılığı.’
Henüz ruhsat aşaması tamamlanmadan kimi aşıların toplu alımları Avrupa Birliği, ABD, Kanada gibi ülkelerce yapılmış oldu. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 13’ü altın rezervlerinin gücü ile eşitsizliği perçinliyorlar. Daha şimdiden yurttaşları için ABD kişi başına 7 doz, Avrupa Birliği 4 doz ön alım ile stokçuluğa yöneldi. Yoksul ülkelerden Bangladeş her dokuz kişiden ancak bir kişiye aşı yapabilecekken, Kanada her bir kişiye 9 doz aşı alımı yaptı.
Aralık 2020 itibarı ile aşı üretimine geçebilecek üreticilerin toplam yıllık aşı doz kapasitesi 6 milyar. Aşı iki kez yapıldığından bu yaklaşık 3 milyar insanı bağışlayacak bir kapasite. Bu durumda dünya nüfusunun yarısından fazlası için bu yıl umut yok. Oysa tüm COVID 19 aşı veritabanı insanlığın ortak mirası kılınırsa herkes aşı olabilecek. Nasıl mı?
Çözümü anlaşılır kılmak için TRIPS (Fikri mülkiyet hakkı patent antlaşması) yürürlüğe giriş tarihi olan 2006 öncesine gitmekte yarar var. Dünya Ticaret Örgütünün (DTÖ) 1994 yılında kurulduğunda ilk icraatı TRIPS sözleşmesini 10 yıl sonra yürürlüğe girmek koşulu ile üye devletlere dayatmak oldu. O tarihte aşı üretim patentine sahip merkez kapitalist ülkelerden az sayıda ilaç firması üretim yaparken, Hindistan vb. kimi ülkeler eş değer aşı üretimi ile çok daha ucuza aşı satarak gelişmekte olan ülkelerin can simidiydiler.
2006’ya gelindiğinde DTÖ marifeti ile patentsiz jenerik aşı üreten ülkelerde üretim sona erdi. Artık patent sahibi 20 yıl boyunca üretim, dağıtım, satış tekeli oldu, süre dolmadan eş değer aşı üretim ve satışı yasaklandı. Üstelik aşı fiyatını bu tekeller belirlemeye yetkili kılındı.
Oysa merkez kapitalist ülkeler ve hatta ABD’de tüm aşı keşif süreçleri kamusal kaynaklar ile finanse edilip üretim aşamasında patent hakkı aşı şirketlerine terkedilmekte. Bu COVID-19 aşı sürecinde de yaşandı. Misal COVID-19 aşılarından Moderna için yaklaşık iki buçuk milyar dolar, keza Oxford için bir buçuk, Biontex için 2 milyar dolar ilgili ülkelerin kamusal kaynaklarından sağlandı. Yani, patent yasasının rafa kaldırılması bu şirketleri batırmıyor.
Yine, Rusya tarafından bulunduğu açıklanan COVID-19 aşısı, bir devlet araştırma birimi olan Gamaleya Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Araştırma Enstitüsü tarafından geliştirildi.
Aynı enstitü daha önce 2015’te Ebola virüs aşısını geliştirmişti. Aslında aşının Rusya değil Sovyetler Birliği’nin ardında bıraktığı bir kurumca geliştirilmekte olduğunu söylemek daha gerçekçi.
Diğer önemli COVID-19 aşı üreticisi Çin için de durum benzer. Küba, Çin, Rusya gibi ülkeler devlet kurumlarının aşı üretim çalışmaları ile gündemde ve bu mirasları sosyalist geçmişlerinden geliyor.
Gelelim Türkiye’ye. Kamuya ait iki önemli ilaç fabrikası ve Hıfzısıhha aşı üretim tesisleri AKP döneminde kapatıldı.
Oysa çöküş dönemi Osmanlı’sı, kuruluş dönemi Türkiye’si aşı üretebilen az sayıda Avrupa ülkesi arkasındaydı.
Son pandemi, dünyada ve ülkede herkesi kendi meşrebince kapitalizm ile yüzleştirdi. Aşı bu yüzleşmeyi daha da görünür kılacağa benziyor.
Soru şu: Yoksulsanız hastalık 20 yıl bekler mi? Bu soru en çok da AIDS ilaçları ve patent bağlamında konuşuldu daha önce.
Tartışma TRIPS patent anlaşması imza sürecinde yaşanmıştı. Özellikle AIDS yaygın ülkeler bu anlaşmayı imzalamadılar. İmzaya açılan uluslararası anlaşma kabul edildiğinde hastalıktan kırılan bu ülkelerde ucuz ilaç üretimi veya ithalatı ilgili ilaç firmasından onay olmadıkça 20 yıl mümkün olamayacaktı. Bu noktada DTÖ bir ara yol bularak ‘2001 Doha Deklarasyonu’nu yayımlamak zorunda kaldı. “AIDS, verem, sıtma vb. epidemilerde, ulusal felaketlerde TRIPS’in esnetilebileceğini” kabul etti.
Aynen AIDS ilaçlarında olduğu üzere COVID-19 aşısı da TRIPS patent anlaşmasını yeniden tartışılır kılmaya başladı. Ne yazık ki COVID-19 pandemisinde Güney Afrika Cumhuriyeti ve Hindistan’ın “Korona aşısı patent hakkı geçici olarak askıya alınsın” talebi DTÖ’ce reddedildi.
Mobilya ile ilacın, buzdolabı ile aşının aynı uluslararası patent sözleşmesinde (TRIPS) ele alınması piyasacı, sağlığı metalaştıran sistemin dayatması.
Üstelik hiçbir ülke, hiçbir insan tek başına sağlıklı olamaz. Bu bağlamda aşı ile önlenebilir kızamığa göz atmakta yarar var.
2020’nin son aylarında WHO (Dünya Sağlık Örgütü) COVID-19 pandemisi koşullarında yeterince aşı yapılamamasına bağlı 207 bin insanın kızamık yüzünden yaşamını yitirdiğini, kızamıktan ölenlerin sayısının yaklaşık iki kat artmış olduğunu açıkladı. Buradan hareketle diyebiliriz ki dünyanın bir kısmının aşı ile COVID-19’dan korunması, geri kalanında ek sorun olarak gelişen kızamık salgınlarının kendisine de sirayeti ile yüzleşmek zorunda kalacaktır.
DSÖ ile birlikte hükümetler, ilaç şirketleri, yardım kuruluşları ve diğer bazı uluslararası örgütlerden oluşan ve küresel aşılama kampanyaları örgütleyen Gavi-co adlı ittifakın COVAX projesi ise “2021 yılının sonuna kadar çoğu orta ve düşük gelirli 91 ülkeye, en az 2 milyar doz aşı ulaştırarak, hastalık karşısında en korumasız insanların yüzde 20’sinin aşılanmasını sağlamayı hedefliyor.” Şimdilik yeterli fonu oluşturduğu söylenemez.
Son aşı süreci geçmişte görülmedik oranda aşı ayrımcılığı, aşı diplomasisi ve ekonomik tetikçiliği gözler önüne serdi.
Hasılı COVID-19 aşı patent dayatması pandemi sürecinde bir insanlık suçudur. İnsanlık suçlarında ise zaman aşımı olmaz.