2020 salgın distopyasında protesto eylemleri
"Salgın dönemi, kısıtlamaların, gözetleme ve denetimin, kapanmaların, sokağa çıkma yasaklarının eylemlerin önüne geçemediği bir dönem olarak tarihe geçti."
Fotoğraf: Diyar Çomak/Evrensel
Ayşen UYSAL
Salgının, daha doğrusu salgın nedeniyle sokağa çıkma yasaklarının ve eve kapanmaların başladığı ilk haftalarda hepimizin aklında dönüp duran birtakım sorular vardı. Gündelik yaşamda karşılaştıklarımız, hassasiyetlerimiz, uzmanlık alanlarımız bu soruları şekillendirdi. Bir anda kendimizi içinde buluverdiğimiz uygulamalar karşısında gerçeklikle bağımız kopmuş gibi hissettik. Mart ayının sonunda sınırlar ani kararlarla kapatıldı, turizm amaçlı seyahatler, hatta iş seyahatleri bile hayal oldu. Bırakın diğer ülkeleri, ülkenin öteki kentlerine gidemez olduk. Bir distopyanın içine hızla çekildik. Bu distopyada insanlar artık bir araya gelemiyor, birbirlerine dokunamıyordu. Bir kez daha aile içine kapanılan, kutsal haline geldi. Haklar da bir bir askıya alınıyordu. Bundan böyle, “Big Brother”ın gözü belki de hiç olmadığı kadar üzerimizdeydi. Dronelar (insansız hava araçları) tepemizde uçuyor, sokaklarda megafonlardan ya da minarelerden “Evlerinizde kalın” anonsları yükseliyordu. Sonra hepimiz kodlandık. Artık o kod olmadan ne uçağa binebiliyoruz ne de alışveriş merkezlerine girebiliyoruz. Komşularımızdan bizi ihbar etmeleri isteniyor ya da bizim komşularımızı ihbar etmemiz. Belli bir sayıdan fazla (çoğu ülkede 6 kişi) toplaşmamız, bayramlaşmamız, yılbaşı kutlamamız, vs. yasaklandı.
SALGININ KENDİSİ PROTESTO EYLEMLERİNE KAYNAKLIK ETTİ
İşte böyle bir ortamda, kolektif eylemler ortadan kalkar mı ya da sanal dünyaya hapsolur mu diye düşünmeye başladık. Kolektif olamıyorsak ve sokağa çıkamıyorsak nasıl eyleyecektik? Bu karamsar tabloda umut dünyanın dört bir tarafından gelmekte gecikmedi. Önce balkondan balkona oluştu o kolektif. Ses çıkararak kolektif olundu. Başta müzik olmak üzere, sanat o birlikteliği fiziksel mesafeye rağmen inşa etti. Gün geldi insanlar hologram sayesinde kolektif olmayı başardı. Hemen ardından, baskıcı rejimlere ve yasaklara rağmen, fiziki mesafe gözetilerek gerçekleştirilen kolektif eylemler meydanlarda yeniden boy gösterdi. Tel Aviv’de, Atina’da, hastane bahçelerinde kolektifin inşası devam etti.
Bir süre sonra da bizzat salgının kendisi protesto eylemlerine kaynaklık etti. Önce ABD’de, D. Trump’ın da destek verdiği, salgın önlemlerinin sona erdirilmesini talep eden eylemler düzenlendi. Bu eylemciler gerek araç konvoyları oluşturarak gerekse de fizikken bir araya gelerek kısıtlamaları protesto ettiler. Brezilya’da da J. Bolsonaro’nun bizzat katıldığı benzer minvalde eylemler yapıldı. Keza Almanya’da, Hollanda’da da kısıtlamalar protesto edildi. Ancak, ABD ve Brezilya örneklerinin aksine, onların yanında devlet başkanları yoktu. Salgının ikinci dalgasında artık kısıtlamaları protesto eden gruplar daha fazla çeşitlilik gösteriyordu: Esnaf, müzisyenler, tiyatrocular, vs. Sanatçılar dünyanın birçok ülkesinde salgın önlemlerinin yarattığı mağduriyetlerine çözüm bulunması için eylemdeydi. Restoran, bar ve kafe sahipleri de keza öyle. Böylece salgın, sokağın müdavimi olmayan kesimleri sokağa taşımış oldu. Hatta bazılarını sokakla ve eylemle tanıştırdı.
İnsanlar sadece salgın nedeniyle protesto eylemleri düzenlemedi, önemli gördükleri başka meseleler için de meydanlarda buluştular. Fransa’da sokağa çıkma yasağına rağmen, Genel Güvenlik Yasası’na karşı yüz binler meydanlarda buluştu. Lübnan’da öğrenciler üniversite ücretlerinin fahiş düzeyde artması nedeniyle eylemler düzenledi. Beyrut Limanında ağustos ayındaki korkunç patlamadan sonra binlerce kişi yönetici sınıfı protesto etti. Portland’da polis şiddetini ve ırkçılığı protesto eden gösteriler aylarca sürdü. Hong Kong’da demokrasi yanlıları sokakları hiç boş bırakmadı. Tayland’da öğrenciler yeni anayasa talebi ve demokrasi talebi ile eylemler düzenledi. Belarus’ta kadınlar seçim sonuçlarını protesto etmek için düzenledikleri insan zinciri eylemlerini yeni koşullara uyarladı. 2020 adeta kadınların protestolarının yılı oldu.
SALGIN DÖNEMİ, SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARININ EYLEMLERİN ÖNÜNE GEÇEMEDİĞİ BİR DÖNEM OLARAK TARİHE GEÇTİ
Böylece salgın dönemi, kısıtlamaların, gözetleme ve denetimin, kapanmaların, sokağa çıkma yasaklarının eylemlerin önüne geçemediği bir dönem olarak tarihe geçti. Ekonomik saiklerle düzenlenen eylemler ile baskıya karşı direniş ve demokrasi talebi bu yıla damgasını vuran ana meseleler oldu. Hükümetler zapturapt altına almaya çalışırken, çok sayıda meydandan sesler yükseldi: “Hepsi gitsin!”, “Daha fazla demokrasi!”
VİRÜSE RAĞMEN, VİRÜSLE BİRLİKTE…
Sözün kısası, kovid-19 salgını baskıcı rejimlere ve toplum üzerindeki denetimini artırmak isteyen hükümetlere fırsatlar sundu, hükümetler de bu fırsatları geri çevirmedi. Buna karşılık ne iktidarların baskısı ve yasakları ne de salgının tecridi sokakları boşaltmaya yetti. Tarihin pek çok kez gösterdiği gibi, baskı ve zor koşullar protestoyu ortadan kaldıramadı. Protesto, yaratıcı gücü ve kapasitesiyle kendini salgın koşullarına uyarladı, kimi zaman mekanı dönüştürdü, gerektiğinde kolektifi yeniden tanımladı. Salgına direnen protesto ayakta kalmayı başardı. Fransa’daki Genel Güvenlik Yasası’nı protesto eylemlerinde olduğu gibi, protestonun kendisini salgına uyarlamadığı zamanlar da oldu. Virüse rağmen, virüsle birlikte…
Kapkara bir 2020 yılı, baskıya karşı direnenler sayesinde umutlarımızın her şeye rağmen tükenmediği bir yıl olarak tarihteki yerini aldı. 2021’in 2020’yi aratmaması umuduyla…