Toplum diye bir şey varmış; ekonomi de teknik değilmiş: Pandemide ekonomi ve gelecek
Virüs kapitalizmin üç temel çelişkisini hem derinleştirdi hem görünür kıldı! Emek ile sermaye arasında, emperyalistlerle ezilen halklar arasında ve egemenlerin kendi arasındaki çatışmalar keskinleşti.
Bülent FALAKAOĞLU
Bak sen şu virüsün yaptığına!
‘Gerçekten toplum diye bir şey var’ dedirtti. Kime? Muhafazakarların Lideri ve Başbakan Boris Johnson’a bile… Hem de Birleşik Krallık’ta!
Oysa, “Toplum diye bir şey yok. Bireyler ve aileler var” masalı en güçlü o krallıkta anlatılıyordu. Çok değil 30 yıl önce. Birleşik Krallık’ta en uzun süre başbakanlık yapma şerefine nail olan Demir Leydi lakaplı Margaret Thatcher’in ağzından.
Başka… ‘Ekonomi neydi?’ sorusunu hatırlattı virüs.
Öyle ya…
‘Toplum yoktur’ fikrini egemen kılmaya çalışan neoliberal sistem ekonomi yönetimini de teknik bir meseleye indirdi; siyasetten bağımsız teknik bir mesele! Ekonomi siyaset dışına çıkarıldıkça işçilerin sınıfsal çıkarları siyasetin konusu olmaktan uzaklaştırıldı.
Sınıfsal çıkar yoksa sınıfın örgütlü olmasına da gerek yoktu(!) Sermayenin çıkarlarına göre anlatılan bu masal doğrultusunda örgütlü emek geriletildikçe geriletildi. Kamusal olan ‘tu kaka’ ilan edildi.
Kovid-19 işsizliği artırdıkça, yoksulluğu derinleştirdikçe, insanları eve kapattıkça… Ekonomi tartışmalarını kapalı kapılar ardındaki ‘teknik’ mesele olmaktan çıkarıp hayatla bağını kurdu.
Virüs toplumu hatırlatıp, ekonomiye bakışı yerli yerine oturturken kapitalizmin üç temel çelişkisini hem derinleştirdi hem de görünür kıldı! Emek ile sermaye (1) arasında, emperyalistlerle ezilen halklar (2) arasında ve egemen sınıfların kendi arasındaki (3) çatışmalar keskinleşti.
Salgında çalışmaya zorlanan, önlem alma olanağı en kısıtlı sosyal kesim olan işçi sınıfının en ağır bedeli ödediği açık. Fakat ‘etnik azınlıklara’ ve cinsiyete göre ödenen bedellerin ağırlığı da ortada. Örneğin, İngiltere’de sağlık sisteminin verdiği ilk kurbanların Asyalı, Ortadoğulu, ‘siyah’ uzman doktor, hemşireler olması tesadüf değildi; önce ‘ötekiler’ tehlikeye sürülmüştü. Ya da virüsün kadınları erkeklerden daha büyük sorunlarla baş başa bırakmış olması ‘cinsiyetçi eşitsizliğin’ bedelinden başka ne olabilirdi ki?
Bunlar kapitalist üretimde temel ilişkinin (emek ve sermaye) ırk, cinsiyet, (Ayrıca doğa), ilişkileriyle birlikte varlığının göstergesi.
FAY HATLARINDA ENERJİ BİRİKTİ: KRİZ VE KIRILGANLIK NEREYE?..
Çelişkiler derinleşirken, zaten kırılgan durumdaki kapitalist küresel ekonomide kırılganlık daha da artıyor. Enerjinin biriktiği ilk fay hattı, salgınla birlikte hızlı artan küresel borç yığını.
Küresel borçlar, pandeminin başlamasından beri eşi görülmemiş seviyelere yükseldi. Devletlerin borçlarının dünya hasılasına oranı II. Dünya Savaşı’ndaki düzeyine çıkmış durumda. Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF), durumu bir “borç tsunamisi saldırısı” olarak niteliyor. IIF, ‘küresel borç izleme’ raporunda, küresel borçların yıl sonuna kadar 277 trilyon dolara ulaşacağını öngörüyor. Bu meblağ, dünya gayrisafi hasılasının (ekonomik büyüklüğünün) yüzde 365’ine denk geliyor.
Türkiye açısından da borç durumu aynı. Devlet de haneler de şirketler de borç içinde. Krediler bu yıl 1 trilyon lira kadar arttı. Milli gelirin beşte biri büyüklüğünde bir kredi artışı söz konusu oldu. Hükümet iç borcunu artırdıkça artırdı. Bakan Lütfi Elvan’ın açıkladığı rakama göre önümüzdeki yıl hükümet en az 540 milyar lira borçlanacak.
İkinci fay hattı; işsizlik. Dünyada son 30 yılın en büyük işsizlik oranına ulaşılmış durumda. Artık bu tablo sadece sokaktaki vatandaşı ilgilendiren bir durum olmaktan çıkıp sistemsel bir sorun haline geldi.
Dünya Çalışma Örgütüne (ILO) göre kovid-19’un küresel ekonomideki etkisi 2008-2009 krizinden çok daha yıkıcı oldu. Örgüt, dünya genelinde 200 milyondan fazla insanın salgın sırasında bir noktada işini kaybettiğini hesaplıyor.
ILO raporuna göre işini kaybedenlere, iş kaybı (daha az çalışma), ücret kaybı yaşayanlar da dahil edildiğinde emek açısından ağır bedel ortaya çıkıyor: 3 milyar 300 milyon kişi kovid-19 salgınından doğrudan ya da dolaylı olarak etkilendi.
Türkiye’de de gerçek işsizlik (işsiz olan ancak hükümetin çeşitli gerekçelerle işsiz saymadıklarının resmi rakama eklenmiş hali) 10 milyona dayanarak rekor kırmış durumda. Resmi verilere göre de işbaşında fiili çalışan sayısı geçen yıla göre 1.5 milyon kişi azalmış vaziyette.
Diğer bir fay hattı, göçmen işçiliği, yükselen yabancı düşmanlığı ve ırkçılık. Solidarity Center’a (Küresel Emek Hakları Dayanışma Merkezi) göre tüm dünyada göçmenler ilk elden işlerini kaybeden grupların başında geliyor. Bu merkezin verilerine göre dünyada 258 milyon civarında göçmen işçi var ve çoğu ILO’nun krizin etkilerinin en şiddetli hissedildiği sektörler şeklinde tanımladığı iş kollarında çalışıyor.
Göçmenlerin işsiz kalması sadece kendilerini değil geldikleri ülkeleri de yoksullaştırıyor. Solidarity Center verilerine göre dünyadaki göçmen işçilerin kendi ülkelerindeki ailelerine 2018 yılında gönderdikleri rakam 529 milyar dolar.
Dünyadaki işçi ve emekçilerin yoksullaşma süreci Türkiye için de aynen geçerli. Ekonominin yüzde 6.7 büyüdüğü 2020 yılı 3. çeyreğinde emeğin milli gelirden aldığı pay 3 puan daha azaldı. Yüzde 29’dan yüzde 26’ya geriledi. Konda’nın Ekim 2020 verilerine göre eylül ayına göre ‘Evime ekmek götüremiyorum’ diyen insan sayısı yüzde 6 artarak, yüzde 22’den yüzde 28’e çıktı.
Bağımlı ekonomiler (Türkiye de dahil) açısından sonuçlar daha da vahim yaşanıyor; açlık, yoksulluk, işsizlik gibi milyonların hayatını etkileyen olumsuz gelişmeler çok daha acı yaşanıyor.
Emperyalist ve bağımlı ülkeler arasında değil sadece ülke içlerinde yoksullar ve zenginler arasındaki gelir uçurumu da hızla derinleşti. İsviçre bankası UBS’nin raporuna göre, milyarderlerin serveti dörtte bir oranında arttı. Milyarderler korona krizinde 10.2 trilyon dolar kazandı. Dünyanın en zengin 10 kişisi salgının başından bu yana 400 milyar dolardan fazla gelir elde etti. Üstelik bunlar ülke borçları katlanıp, piyasalara trilyonlarca dolar yağdırılırken yaşandı!
Türkiye’de de son bir yılda 2.1 milyon kişi daha borç batağına düşerken aynı dönemde milyoner sayısı 40 bin kişi arttı; 300 bini buldu.
Tüm bunlar korku, güvensizlik, “öteki” karşısında nefret, günah keçisi arama eğilimi yaygınlaşıyor. Irkçılık yükseliyor, faşizmin çeşitli tonlarındaki temsilcisi pozisyonundaki liderler teveccüh görüyor.
Onca borç, para basmaya rağmen dünya ekonomisi 2020 yılını yüzde 5 küçülme ile kapatacak. Önümüzdeki dönemde aşının bulunmasıyla dünya ekonomisinde bir toparlanma umut ediliyor. IMF, AB’nin 2025 yılına kadar ortalama yıllık büyümesinin sadece yüzde yarım (0.6) civarında olmasını bekliyor.
Aşı çözüm mü, bilinmiyor! Zengin ülkeler 2021’in tüm üretimini kapatıp fakir ülkeleri 2022 sonlarına kadar aşısız bırakmış gözüküyor. Salgın bitse de yaraları kapanacak mı? 2008’den yana sorun olan ve pandemide katlanan işsizliğe çare, sadece bu dönem işini kaybeden 100 milyonlarca insana yeniden istihdam olanağı gözükmüyor. Üstelik borç sorunu destek ünitesine bağlı pek çok şirketi de batıracak.
İşin aslı şu! Bugünü kurtarmaya yönelik çabalar, yarının çok daha köklü yapısal krizinin tuğla taşlarını döşüyor. İktisadi olduğu kadar siyasal; siyasal olduğu kadar yönetimsel, ulusal ölçekli olduğu kadar uluslararası çok boyutlu toplumsal bir kriz sarmalının içinden geçiyoruz.
GÖRÜNTÜLER VE ÇÖZÜME YÖNELİK SORULAR
Kapitalist sistem yaşadığı krizine çözüm üretemezken, alternatif çözümü tartışanların dikkate alması gereken görüntüler çıktı ortaya.
Görüntü 1: Toplumsal yeniden üretim için emeğin önemi görüldü. Gördük ki o üretmeyince hayat duruyor. Süreç, vasıfsız emek olarak görülüp küçümsenenlerin (kurye, fırıncı, temizlik işçisi, eve su servisi yapanlar vs.) toplumsal üretim ilişkilerinin yeniden üretimi için büyük işlevler yerine getirdiklerini kafamıza kazıdı.
Soru: Toplumsal hayatımızda maddi yaşamın yeniden üretimini mümkün kılan işçi sınıfının tayin edici yeri görüldüyse… Hayatı değiştirebilmek için de sınıfın bir özne olduğunu kabul etmek gerekmez mi?
Görüntü 2: Üretirken üretenin ne kadar değersizleştirildiğini gördük. Çarklar dönsün diye hiçe sayıldıklarına tanık olduk. Salgınının ilk dalgasının başlangıcında İstanbul’da en çok etkilenen ilçelerin Bağcılar, Esenler ve Bayrampaşa olması, bu ilçelerin aylık ortalama hane halkı gelirinin de en düşük olduğu ilçeler arasında yer alması... Meseleyi eğitimsizlikle açıklama çabalarına rağmen ‘değersizlik ve eşitsizlik’ gerçeğini gözümüze soktu.
Soru: Sınıfın değersizleştirilmesi süreci, ‘ekonomi’ (sermayenin çıkarları) için toplumun sürü bağışıklığı yöntemi ile riske edilmesine kadar uzanıyorsa… Bu durum toplumsal çözüm için ‘sınıfsal bakışı’ gerekli kılmaz mı?
Görüntü 3: Emekçilerin farklılaşmasını gördük; evde kalamayanlar (fırıncı, sucu, çöpçü...) ile evde kalabilenler.
SGK’ye kayıtlı olmayanların evden çalışabilme oranları belirgin olarak düşük. En düşük ücret düzeyine sahip meslek kollarının evden çalışma ihtimalinin daha düşük olduğu görüldü.
Eğitim ile evden çalışabilme arasındaki pozitif ilişki Türkiye’nin bütün bölgelerinde görüldü; yüksek eğitimliler evde kalabildi.
Soru: Eşitsizliklerin aynen evde kalmada da devam ettiği görülmüş olsa da… Çözümün ortaklaşmadan geçtiği açığa çıkmadı mı?
Görüntü 4: Uzmanlaşma/farklılaşma derken yaratıcılık ve üretim bilgisinin eriyip gittiği görüldü. Evde kalanların eli ayağı kesildi adeta. Evde ekmek üretimi hobiden öteye geçemedi. Eve sipariş gelmese, su gelmese yapılamayacak hobiler bir dönem sonra sona erdi.
Soru: Toplumsallaşma ve sağlıktan üretime toplumsal bilginin önemi bireyciliğe galebe çalmadı mı?
Görüntü 5: Sistem bir yerde durduğunda kendini yeniden üretemediği, bütün o uzmanlaşma ve teknolojinin sorunu çözemediği görüldü.
Soru: Üretimden eğitime, tedarik zincirinden hizmet sektörüne daha dijital bir dünyaya adım atılacak olsa da... Temel çelişkilerin aynen eve taşınmış olması değişimi dijitalleşmede değil üretim ilişkilerinin değişiminde aramak gerektiğini göstermez mi?
Görüntü 6: Virüs, kapitalist üretimin adeta doğayı yok etmesinin yarattığı tehlikeleri de gündeme taşıdı.
Soru: Ekolojiyle (doğaya hoyratlık), yukarıda vurgulandığı gibi feminizm (kadın eşitsizliği) ile emek sermaye ilişkisinin bağlantısının daha görünür olması… Politik hatta da böylesi bir (ekoloji/feminizm ile emek sermaye) kesişmeyi zorunlu kılmaz mı?
SONUÇ YERİNE…
Salgın, halen çökmekte olan ekonomik modelin ve liberal demokrasinin tüm zaaflarını daha da derinleştirdi. Önümüzdeki yıllarda biraz nefes gelse de çözüm gelmeyecek. Piyasaların ‘düzenleyici’ ve de ‘muktedir’ olmadığı görüldü.
Öyleyse formül: Piyasaların düzenleyiciliği yerine planlama. Muktedir bir özne olarak sınıf. Bireyci liberal demokrasi yerine toplumcu demokrasi.
Evrensel'i Takip Et