31 Aralık 2020 23:12

"Yüz kişiye bir eleştirmen düşse ne iyi olurdu"

Önder Birol Bıyık, Eleştirmen Sabit Kemal Bayıldıran'ın Aşk Her Zaman (Eleştirinin Eleştirisi) kitabını yazdı.

Fotoğraf: Sabit Kemal Bayıldıran arşivi

Paylaş

Önder Birol BIYIK

Sabit Kemal Bayıldıran’ın Aşk Her Zaman (Eleştirinin Eleştirisi) kitabı geçtiğimiz haftalarda Klaros Yayınları’ndan okurla buluştu. Muhtelif zamanlarda Güzel Yazılar, Hayâl, Dönemeç, Kitap-lık, Sanat ve Edebiyatta Yaratım, Yeni e, Kurşun Kalem, Varlık, Yasakmeyve gibi edebiyat dergilerinde yayımlanan yazılardan oluşan kitap edebiyatımızda eleştiri alanına yakın mercekle bakıyor. Bayıldıran Her Zaman Aşk gibi kitabın ana konusuna uzak sayılabilecek bir ismi koymuş kapağa. Bir eleştiri kitabına ‘aşk’ isminin tercih edilmesi, şiir eleştirisinin aşkla yapılması gereken meşakkatli uğraş olduğuna dair bir gönderme çağrışımı yapıyor.

SOMUT BİR SEVGİLİ, ŞİİRİMİZE ÇOK SONRALARI UĞRAMIŞTIR

Bayıldıran, modernizm öncesi şiiri reaya şiiri (halk edebiyatı kalıplarıyla şiirler) ve kapıkulu şiiri (divan şiirleri) olarak iki ana başlığa ayırıyor. Her iki şiirde de Karac’oğlan’dan, Dadaloğlu’dan, Fuzuli’ye Nedim’e kadar hemen bütün şair ve ozanlar cinselliğin, cismani güzelliğin, hazzın ve cefanın simgesi olan soyut bir sevgili simgesinden yola çıkıyorlar; feodal kamusal algıyla uyumlu biçimde somut birey olarak sevgili imgesi yok onlarda.  Tanzimatla başlayan modernleşme çabalarıyla beraber aşkın daha somuta indirgenmesi beklenirken, Tanzimat, Servet-i Fünun, Fecr-i Ati, Milli Edebiyat gibi akımlarda da birey olarak sevgili imgesine rastlanmıyor. Paradoksal biçimde şiirimizde aşkın somut bir sevgili-eş atfına dayalı şiirler yazılması, komünist Nâzım’la birlikte ortaya çıkıyor. Bayıldıran bu hali şöyle açıklıyor; “Merkeziyetçi Osmanlı toplumu, sermaye birikimine, farklı bir güç odağı oluşmasına izin vermemiştir. Cumhuriyet de bu anlayışı devralmış, ‘merkez’in dışında kalanları cezalandırmıştır. Hamdullah Suphi, sivil kuruluşların nasıl yok edildiğini anlatırken, memleketteki sivil toplum kuruluşlarının yayılmasını intihar salgını olarak tarif ediyor.  Talebe Birlikleri, Muallimler Birliği, Türk Ocakları, Gazeteciler Cemiyeti, İhtiyat Subayları Cemiyeti, Türk Kadınlar Birliği kuruluşların varlığı ona göre toplumsal bir intihar... Bu sözlerden cumhuriyetin rejiminin toplumun sivilleşmesinden hiç de hazzetmediğini anlıyoruz. Sivilleşmemiş bir toplumda ‘birey’ olunmuyor. Olunursa da Nâzım gibi, 40 kuşağı gibi ‘yiğitler’in yaşamadıkları eziyet kalmaz! Bu nedenledir ki, somut bir sevgili, şiirimize çok sonraları uğramıştır.”

İKTİDAR VE ELEŞTİRMEN ARASINDAKİ İLİŞKİ

Kitabın ikinci bölümde Türkiye’de eleştiri ve eleştirmenlik konusuna geliyoruz. Bayıldıran’a göre şiirimizde ve edebiyatımızda her zaman sorunlu olagelmiş bir kavram eleştiri. Sorun, eleştiri kuramlarının batıdan ihraç edilip şablon biçimde uygulanması kadar, eleştirmenliğin şairler ve yazarlar tarafından ağır tazyik altına alınmasından, tabiri caizse eleştirinin ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamayan, nesnelliğine saygı duyulmayan konuma itilmesinden kaynaklanıyor. Bayıldıran edebiyatımızda eleştirinin temel sorunsalını ilk eleştirmen kabul edilen Namık Kemal’den günümüze ‘Kendi eserlerimizden kuram çıkaramayışımız’ olarak görüyor.

Bayıldıran kitabında Nurullah Ataç, Mehmet Kaplan, Hüseyin Cöntürk, Asım Bezirci, Mehmet Fuat, Fethi Naci, Berna Moran, Selahattin Hilav, Murat Belge, Doğan Hızlan, Ahmet Oktay, Mehmet H. Doğan, Mustafa Öneş, Orhan Kahyaoğlu gibi eleştirmen ya da eleştiri alanında da ürün vermiş yazar ve şairlerin eleştiri anlayışlarını değerlendiriyor. Bu değerlendirmelerde iktidar ve eleştirmen arasındaki ilişki sürekli gündemde tutuluyor. Bu hususta eleştiriyi edebiyat aşkıyla yapan Mehmet Fuat ve YKY’nin başına geçince birden kitapları ‘Fark edilen’ ve görevden ayrıldıktan sonra hızla unutulan Enis Batur simgesel örnekler olarak öne çıkıyor.

Edebiyatımızda eleştirmenlerin en zorlandığı konu, şair ve yazarların, ürünlerini öne çıkartan değerlendirmeleri alkışlarken olumsuz eleştiriyi adeta topa tutması... Bunun en somut örneği Mehmet H. Doğan’ın Yüzyılın Türk Şiiri Antolojisi üzerine kopan tartışmalar... Bu antolojiye kadar şiirin ‘tek yetkesi’ olarak kabul edilen Doğan, antoloji üzerine yapılan ‘kim var kim yok’ tartışmalarında gözden düştü, düşürüldü.  Bu tazyik neticesinde, çevre ilişkileri gözetilerek eleştirinin ciddiyetinden yoksun kuru övgüler ve tanıtımların edebiyat ortamını kaplamasına yol açtığı tespiti yapılıyor kitapta.

ELEŞTİRMENLİK KURUMU YENİDEN İNŞA EDİLEBİLİR Mİ?

Kitabın son bölümünde Bayıldıran belli başlı şiir antolojilerini karşılaştırmalı incelemeye tabii tutarak şiir değerlendirmesi konusunda çarpıcı sonuçlara ulaşıyor. Kabul etmek gerekir ki, bu bölümde sağlam bir istatistiki çalışma ve tasnif yapılmış. Bu analizden çıkan en önemli sonuç, günümüze yaklaşıldıkça antolojilerde yer bulan şair sayılarının haddinden fazla abartılması ve antolojilerin hem şairler tarafından hem de diğer antolojiler tarafından baskı altına alınması...

Şiir ve edebiyatımıza bugüne bakıldığında eleştiri kurumunun neredeyse ortadan kalktığı sonuca ulaşıyoruz kitaptan. Peki, bugünün küresel dünyasında üstelik edebiyat dünyasında böylesi bir kaos ve klikleşme yaşanırken sağlıklı bir eleştirmenlik kurumu yeniden inşa edilebilir mi? Eleştirmenlik tarihe mi karışıyor? Bu sorulara şu yanıtı veriyor Bayıldıran; “Batı’da eleştiri, akademisyenlerin kalemiyle ayakta duruyor. Bizde ise akademisyenlerin ‘edebiyat memuru’ olmaktan çıkamadıkları bir gerçek... Google çağında kimse dergileri, gazeteleri fişlemez. Üç kişiden beşinin şiir yazdığı bir toplumda yüz kişiye bir eleştirmen düşse ne iyi olurdu. Türkiye için pek umutlu değilim. Büyük yayınevlerinin ‘tanıtımcısı’ olmak kapitalizme yetiyor!”

 Aşk Her Zaman kitabı, eleştirinin eleştirisi hakkında ön açıcı analizlerle yüklü bir kitap... 

ÖNCEKİ HABER

EMEP Genel Başkanı Akdeniz: 2021 sağlık, adalet, eşitlik ve özgürlükler yılı olsun!

SONRAKİ HABER

SGK Yüksek Sağlık Kurulu, Kovid-19'u meslek hastalıkları arasına aldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa