Futbolda adalet eski bir yalan, Havva ile Adem’den kalan...
Alper Kaya, Türkiye Futbol Federasyonu'nun anti-demokratik yapısını Evrensel Pazar için yazdı.
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) logosu
Türkiye’de, uğrunda mücadele edilen ve nice dayanışmalara, direnişlere konu olan temel kavramlardan birisi olan “adalet”; söz konusu futbol olduğunda oldukça uzun zamandır aksaktan da öte bir sistemsizlik içinde ilerliyor.
Her ne kadar son yıllarda hakemler ve VAR uygulamaları ile gündeme gelse de aslında bu işin evveliyatı nicedir. Hele ki konu TFF ve adalet olduğunda ise mevzular ‘biraz’ daha karmaşıklaşabiliyor. Bu işin temeline inerek ana kapsamdan nadiren şaşarak ilerleyecek olduğumuzda, TFF’nin kanunlarıyla örülmüş bir duvara çarpmamız oldukça olası!
"YASSAH HEMŞERİM!"
TFF, bilindiği üzere özerk sayılabilecek bir kurum. Hesap verme, bilanço sunma gibi işlemlerin yanı sıra hukuki açıdan da iç ve dış işlerinde bağımsız bir yapıya sahip. Amiyane tabirle, ‘Şeriatın kestiği parmak acımaz’ düsturuyla hareket eden futbol federasyonunun yargılanabilitesi sıfırın da altında. Çünkü bilinen anlamıyla yargıdan muaf bir işleyişi var.
Bunun en net örneğini, Petrol Ofisi’nin kapatılma sürecinde gördük. Başta Gökhan Ünal ve Umut Bulut gibi isimleri ülke futboluna kazandıran Ankara merkezli futbol kulübü; 2009 yılında açtığı bir davadan ötürü kapatıldı.
TFF’nin, Petrol Ofisi Spor Kulübünü 5894 sayılı Kanun’a ve TFF düzenlemelerine aykırı olarak idare mahkemesinde açtığı davadan vazgeçmek için tanıdığı bir haftalık müddette davasını çekmediği için “Kulüp Tescil Talimatı” 10. ve 13. maddeleri uyarınca kapattığı vakidir.
Peki konu neydi? Petrol Ofisi Spor Kulübü Başkanı Şahin Ulu, kulüplerden alınan katkı payının federasyonun herhangi bir yönergesinde yer almadığını öne sürerek bu payın toplanmasına karşı bir dava açmıştı. İş döndü dolaştı, TFF’nin özerk yapısına sarmalandı ve olan Petrol Ofisi Spor Kulübüne oldu.
Pardon, adalet mi demiştiniz?
"GEREĞİNİN YAPILMASI RİCASIYLA..."
TFF iç işlerinde dış işlerindeki bu bağımsızlığını, oyunu ‘kurallarına’ göre oynayanlara karşı da fazlasıyla hissettiriyor.
Biraz daha geçmişe gidecek ve 1996 yılında İhsan Kalkavan’ın aracılık yaptığı bir süreç sonucu Fethullah Gülen’in, adı basında “Hocaefendispor” olarak anılacak Nişantaşıspor’u satın almasıyla başlayacak süreci irdeleyecek olduğumuzda bu durumu daha net gözlemleyebiliriz.
3. Lig’de mücadele eden Nişantaşıspor o güne dek 1 galibiyet ve 1 beraberlik alabildiği, lig sonuncusu konumunda olduğu 17. haftada lig üçüncüsü Bilecikspor’u 1-0 geriye düşse de 4-1 yenmeyi başarıyor. Beş hafta sonrasında da 3-0 geriye düştüğü Maltepespor maçından 3-3’le bir puanı çıkaran Hocaefendispor’un bu çabası, bir diğer İstanbul takımı olan Eyüpspor’un işine yarıyor. Zira iki takım da Eyüpspor’un zirve mücadelesindeki rakipleri.
Ancak bu mucizelerin bedeli ise 10 bin lira olarak belirleniyor. Nihayetinde Bilecikspor, Şike Tahkik Kuruluna elindeki belgeleri sunarak Fethullah Gülen’in sahibi olduğu Nişantaşıspor’un Eyüpspor’dan 10 bin TL teşvik primi aldığını onaylatıyor. Şike Tahkik Kurulu ise raporunu “Gereğinin yapılması” beyanıyla TFF’ye iletiyor.
TFF ise gereğini yapıyor ve...
Ligleri tescil ediyor. Herhangi bir ceza almayan iki kulüpten Nişantaşı sezonu üç galibiyet ve dört beraberlikle amatör kümeye düşerek kapatırken, Eyüpspor bir üst lige çıkamıyor.
"HAKEMSİN, HAKEM KAL! TABİİ, ASKERLİK YAPABİLİRSEN!"
TFF’nin bu keyfi tutumunu, hakemler üzerinde uyguladığını da düşünmememiz için bir neden yok. Üstelik, önümüzde çok somut bir örnek de var: Halil İbrahim Dinçdağ.
Hatırlayanlar vardır elbet... 1996 yılında lisanslı hakem olan ve 14 yıl boyunca hakemlik mesleğini yürüten Halil İbrahim Dinçdağ, eşcinsel olduğu gerekçesiyle askerlikten muaf olunca; konuya dair raporunu, askerlikle ilgili belge talep eden Trabzon İl Hakem Kuruluna sunar. Ancak raporu iletmesinden iki ay sonra eskisi kadar görev gelmemeye başlar; olayı araştırmaya başladığında ise 2009 yılı itibarıyla TFF tarafından kendisine “Askerlik yapmadığı için” bir daha görev verilmeyeceğine dair beyan iletilir.
Hakemlikten atılmasından sonra, daha büyük bir kabus başlar. İsmi hâlâ açıklanmayan bir TFF yöneticisi tarafından Halil İbrahim Dinçdağ’ın dilekçesi basına sızdırılmıştır. Ana akım spor medyası ise tabii ki bu ‘iştah açıcı’ habere atlamıştır.
Ardından uzun yıllar süren bir hukuk mücadelesi başlar. En nihayetinde 2015 yılında TFF’nin 3 bin lira maddi, 20 bin lira manevi olmak üzere 23 bin lira tazminat ödemesine hükmedilir... Fakat yargıtay, manevi tazminat için gerekli şartların oluşmadığına karar vererek davayı reddeder.
Sözün özü, bu ülkede kadın olmak da çocuk olmak da hayvan olmak da ne kadar zorsa; ülke futbolunun bir bileşeni olarak ‘temiz’ kalmak da, adalet mücadelesi vermek de bir o kadar zor.