04 Ocak 2021 22:35

Godot ve beklenen diğer şahsiyetler...

"Beklediğiniz aslında kendi suretiniz. Korkmayın bakın aynaya orada hiç gitmemiş olanı göreceksiniz. Gerçekten... Bekleyeni beklediği yerde bırakalım ve işimize bakalım."

Fotoğraf: Mustafa Kamacı/AA

Paylaş

Oya YAĞCI

Godot’nun gelip gelmeyeceği değildi aslında mesele. Mesele beklemekti. Yazar çekilince beklemekten başka bir şey kalmamıştı geriye. Yazarın çekilişini kaçımız düşündük gerçekten?

Atladığımız ayrıntıda bekliyoruz hâlâ ve beklemeyi hatırlıyoruz sadece.

Biz de bekliyoruz...Vladimir ve Estragon kadar da sevimli değiliz artık. Beklemeyi seçen sevimsizleşir, bakınız: Tarih! Üstelik sanatçı falan da beklemiyoruz, o kadar da değiliz yani.

Mesela şemsiyeyi dürtücü alet sanmayanı, kadınlar öldürülürken katilleri kollamayan adaleti, öldürülmediğimiz bir ülkeyi, insanların “açım” diyerek ağlamadığı, çaresizliğin yaşama ağır basmadığı, hayvanların, doğanın katledilmediği, üretimin kölelikle eş tutulmadığı, insanca yaşam taleplerinin suç sayılmadığı bir zamanı bekliyoruz. Bekliyoruz işte, sorun burada.

KUSURUMUZ BEKLEMEK

Geçici süreli ve kendisini seçmeyenlerin muhalefeti ile sınırlanan bir iktidara sahip olacağını idrak etmiş birilerini görmeyi bekliyoruz. Bizi sevmeyen, sevmediğini hep gösteren; bizim de meraklısı olmadığımız bir sistemin içinde dahi edep, insanlık, vicdan gibi kaygıların değerine inanıyoruz. Ve bizi hiç dinlemeyen kulaklara konuşmanın, anlatmanın gereksizliğinin de farkındayız. Ama konuşuyoruz yine de, insanız ne de olsa...

Kusurumuz beklemek. Tüm cumhuriyet tarihini geriye dönük bekleyenler kadar da şuursuz değiliz en azından. Bizim sevimsizliğimizde onların da payı büyük.

Cumhurbaşkanının beklediği sanatçı profiline şaşıracak da değiliz. Kavramlarımız herhangi bir ortak zemine açılmıyor. Dolayısıyla “basiret” desek topu taca atan taraf olacağız. Kimin hangi sanatçıyı beklediği o kadar da tartışma kaldıracak bir konu değil. Tartışma, konuşma karşılıklılık içeren bir edim olduğundan her karşı hamle kuyuya atılan taş sayısını artırmaktan öte bir anlam taşımayacak.

Kopuşu tahayyül edelim öyleyse. Senin konuştuğun yerden konuşmayacağım, sessizlik sözüm yok anlamına gelmiyor diyelim. Bu konuyu seninle tartışmam, sana da sormam: Söz ekonomisi! Çok konuşmak ve çok tanımlamak biraz da kendi kendine konuşmak değil midir? Meydana çağıranın süreklilik kazanan dırlanmaları bir süre sonra duyulmaz olacaktır.

O HALDE BU TOPA NEDEN GİRELİM?

Sanatçı kavramını evirip çevirip istediğiniz kalıba dökebilirsiniz. İdealize ettiğiniz her kavramla birlikte asıl kendinizi yarı yolda bıraktığınızın farkına varın o halde. Beklenen sanatçı ilanına Atatürk alıntıları ile cevap veren hazır kıtalar kadar, sanatçının ne olduğu, olması gerektiği, olmasa iyi oluru, kulak memesi kıvamı mı, ölçeğin ve ölçünün özgürlükle ilişkisi vs. ile nesebince kalıba dökenlerin de aynı sularda yüzdüklerini görmeleri için tıp oynamayı öneriyorum.

Üzerine konuşmaktan içini dolduramadığımız tanımları savaştırmaktan kendi sözümüzü kuramadığımız sanat, sanatçı, laiklik, eğitim (Liste uzar gider) gibi kavramlar arasında tarih de baş ağrısı dışında bir şey değil haliyle. Erdoğan’ın sözüne karşılık Atatürk’ün kılıcını kuşanan aklın diğerinden hiçbir farkı yok.

İktidar dilinden özgürleşemeyen, resmi tarihle terbiye edilip kıvama sokulmuş, içeriksiz bir halk kavramına binaen özlü sözlerle sanat tanımı yapanlardan durak işgali vergisi alınsa yeridir.

Tüm bu tanımlar ve tartışma kılıfındaki had bildirmelere kapılmayıp aradaki mesafeyi koruyanlar mutlaka vardır. Ben bu dışarıdan ve tek ağızdan yapılan tanımlara, nereden gelirse gelsin alerjik reaksiyon gösterenlerdenim.

Bir içeriği, konumu, düşünceyi savunmak illa onu yüceltmek anlamına gelmez. İnsanın yokluğunda var olamayacak olanı, insanın ötesine taşırken bir yandan da bu ötelere taşıyarak yücelttiğimizi bir siyasi liderin iki dudağına hapsetmek gibi akla ziyan bir çaba, tartışılanın kendisiyle bir ilişki kurulamadığının da göstergesi.

SANATIN TARİHİ HER ŞEYİ GÖRDÜ

Sanatın tarihi biat edeni de baş kaldıranı da iş birlikçiyi de devrimciyi de gördü. -dır’lı -dir’li cümlelerinize sığdırdığınız hiçbir şey sığdırılmaya çalışıldığı yerde sabit kalmaz. Nostaljiyi sanat, geçmişe sabitlenmiş bakışı ilerleme zannedenler: savunacak içeriği üretmeyi başarsanız önce. Bir politik figürün yüzyıl önce kurduğu ya da bizatihi resmi tarih tarafından kurdurulmuş cümlelerle neyi savunduğunuzu sanıyorsunuz gerçekten.

Gündemin ve resmi tarihin dışına adım atamayanların sanat tartışmalarına çekirdek iyi gider. Yalnız merdiveni kaplayıp geçene engel olmamanız dileği ile...

Beklediğiniz aslında kendi suretiniz. Korkmayın bakın aynaya orada hiç gitmemiş olanı göreceksiniz. Gerçekten... Bekleyeni beklediği yerde bırakalım ve işimize bakalım. Susmayalım ama konuşanın bağlamına teslim de olmayalım.

ÖNCEKİ HABER

Ekrem İmamoğlu: Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ve akademisyenlerinin yanındayım

SONRAKİ HABER

Varlık fonunun denetlenmemesine ‘pandemi’ kılıfı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa