05 Ocak 2021 23:28

Yaşamını işçilikle ören Kırmızıçiçek: Örgütlülüğün de sendikanın da iradesi işçidir

“Bir tarafta sermaye, bir tarafta emek” der, her ne sorun olursa bu çelişki üzerinden tartışır, önerilerde bulunur. İşçi mücadelelerini takip edenlerin de tanıdığı bir isim: Şivan Kırmızıçiçek.

Fotoğraf Şivan Kırmızıçiçek'in kişisel arşivinden alınmıştır.

Paylaş

Hakan POLAT
Gebze

Yaşamını işçilik ve emekle ören, mücadeleye de bu zeminde bakan biri. Bir gün işçi toplantısına katılırken, bir gün direnişte çay demlerken, bir gün grevde, bir gün işçilerin hak arama mücadelesinde gözaltına alınırken, eylem alanında çöpleri toplarken, heyecanı düşmeyen bir tonda işçi mitinglerinde slogan atarken, işçileri sabırla dinlerken, haksızlığa karşı öfkeliyken tanırsınız onu. “Bir tarafta sermaye, bir tarafta emek” der, her ne sorun olursa bu çelişki üzerinden tartışır, önerilerde bulunur. İşçi mücadelelerini takip edenlerin de tanıdığı bir isim: Şivan Kırmızıçiçek.

“Biraz değişiklik olur, harçlığım da olsun beş altı ay kalır geri dönerim” diyerek geldiği Gebze’de 18 yıldır yaşıyor. Kısa süreliğine marangoz atölyesinde çalıştıktan sonra, o dönem Megaplas, şimdi Novares olarak adı değişen fabrikaya işe giriyor 2003 yılında. O yıllarda sendikasız, örgütsüz bir işyeri olan Megaplas’ta asgari düzeyde çalışma koşullarında başlıyor işe. Fabrikada çalışmaya başladığında, müdürlerin işçilere yönelik, “Şunu yap, bunu yap” gibi emirleri, bağırmaları, hakaretleri öfkelendiriyor onu. Tüm işçilerde rahatsızlık olduğunu hissediyor, “Örgütlü olursak dur deriz” bu gidişe diyor ve “kafa dengi” işçi arkadaşlarıyla sıvıyor kollarını.

‘ÖRGÜTLENELİM DEMEKLE ÖRGÜTLENİLMİYOR!’

“Biz sendikal örgütlülük hedefiyle değil, işçilerin örgütlü olması gerektiğini düşünerek başladık çalışmalara” diye anlatıyor Şivan Kırmızıçiçek. “Sendikalara güvenilmez” kaygısının o dönem işçiler içerisinde hatta kendisinde de olduğunu açıkça ifade ediyor. Örgütlenme çalışmalarına önce samimi olduğu işçi arkadaşlarıyla kahvede, dışarıda bir araya gelerek, işyerine dair sohbetler ederek başlıyorlar. “Öyle örgütlenelim, birleşelim demekle işçi örgütlenmez” diye altını çizdikten sonra, “İşyerindeki sorunlara karşı talepler etrafında bir mücadele olmalı” diyor. İşçiyle sadece işyerinde görüşmeyle olmayacağını da belirterek, “Esas mesele, işçilerin birbirine güvenmesi. Eğer bir işçinin gündelik yaşantısında yer etmiyorsan, sosyal yaşantısında bir rolün yoksa yani onun hayatı içerisinde değilsen işçi sana da diğer sınıf kardeşine de güvenmez” diyor.

“Bir çayın, bir kahvenin bile işçi için hatırı kalıyor gerçekten” diyor Şivan: “Patron yanlısı bir işçi, eğer onla mangal yaktıysan ne bileyim kahve içtiysen, hayatında yer ettiysen seni kolay kolay satmaz... Ücret meselesi başta olmak üzere işyerindeki tüm sorunları işçilerle tartıştıkça, işçilerden de karşılık geldi. İşyeri dışındaki yaşamımızı da işçilerin sorunlarının çözümü için planlar yaparak geçirmeye başladık. Ailevi sorunlarımıza varıncaya kadar dürüstçe paylaşıyorduk.”

İşçiler içerisinde hareketlenmenin doğal olarak kendi öncü kadrosunu da doğurduğunu ifade ediyor Kırmızıçiçek: “Sen, sen komitede olacaksın demekle komite oluşamaz. Her vardiyadan bir kişinin olduğu komiteyi kurduk. Komitede olan arkadaşlarımızın da kendi vardiyalarında ve bölümlerinde komiteleri vardı. O bölümde işçiler içerisinde saygın olan kişilerden oluşuyordu. Tüm işçilerin de komiteler aracılığıyla katıldığı uzun tartışmalar yapıyorduk. En önemlisi de gizlilik olayıydı, ‘Kim, kimle konuşacak, kimleri bilecek’ diye sabırla ilerledik.”

‘MÜCADELE DENEYİMLERİNİ DİKKATLE DİNLİYORDUK!’

Komitelerle yapılan toplantıların biçiminin, içeriğinin de ihtiyaca göre şekil aldığını söyleyen Şivan Kırmızıçiçek, “Örneğin o dönem belediye işçilerinin mücadelesi mi var veya metal işçilerinin, onların öncülerini çağırıyor toplantılarımıza katıyorduk. Onlar bize deneyimlerini aktardığı için bizim patronun nasıl saldıracağını tahmin etme imkanımız oluyordu. Makam, mevki, para teklif etmeler, öncüleri işten atmalar gibi… İşçilerin mücadele deneyimlerini dikkatle dinliyorduk. Sınıf mücadelesinde deneyim sahibi kişileri, avukatları çağırmamız bizi daha da deneyimli ve cesaretli hale getiriyordu” diyor.

Her işçi mücadelesinde olduğu gibi onların verdiği mücadele sırasında da morali bozulan, geri düşen işçiler oluyor. İşçilerin önünde duran bir sorunu da şöyle tarif ediyor: “İşçiler içerisinde örneğin, ‘O göçmen o Karslı, şu Erzurumlu, Alevi, Sünni’ gibi laflar ediliyordu. Hangi işçiye sorsan kendisini mücadeleci olarak, diğerlerini de doğduğu il, bölgeye göre ayırıp neredeyse ‘hain’ ilan ediyorlardı.” Kırmızıçiçek, “Biz de şunu göstermeye çalıştık, hepiniz birbiriniz için aynı lafları ediyorsunuz? Bu yüzden birleşemiyoruz. İşçinin birbirine güveni arttıkça çok şey değişiyor, çok şeyi değiştirebiliyor işçiler” diye de ekliyor.

Bir buçuk yıl süren mücadelelerinin ardından sendikalaşma fikrinin olgunlaştığını ifade eden Kırmızıçiçek ilk sendikalaşma deneyimlerini şöyle anlatıyor: “İlk Birleşik Metal-İş’e gitmiştik. Sendikalara güvensizlik olunca sendika başkanına, ‘Bak buradan laf çıkarsa gerisini sen düşün’ dedik. O da beni rahatlatmak için, ‘Bak yarım saattir konuşuyoruz adını bile sormadım’ cevabını verdi. Biz sendikaları genel olarak biliyoruz, duyuyoruz, düşünsenize sorumlu olduğunuz insanlar var haliyle her görüşme ve adımı dikkatle atıyorduk. Sonra bizim iş kolu petrokimya çıktı. Biz de Petrol-İş’e geldik. Genel Başkanımız Süleyman Akyüz o zaman şube başkanıydı. Kaygılarımızı ona da ifade ettik hiç lafı uzatmadan, ‘İşçiye yanlış bir şey yaparsak, beni camdan sallandırın’ dedi. Bir güven oluştu. Sonra başladık üyeliklere.”

‘EN KRİTİK AN!’

Bakanlığa yetki başvurusu yapıldıktan sonra müdürün kendisiyle görüşme talep ettiğini söyleyen Şivan, “Haliyle ilk olarak komitedeki arkadaşlara, ‘Beni çağırdılar’ kimse gitmesin dedim. Müdür bana, ‘Kaç kişi var’, ‘Nasıl yaptınız’ gibi sorular sordu. Ben söylemedim ya da yanlış bilgiler verdim. Bu arada komiteye, ‘İşçi arkadaşlar gitmesin’ dedim ama içten içe de ‘İşçiler gitti mi yoksa’ diye de düşünüyordum” diyor gülerek. “Çıktım bir baktım kimse gitmemiş, komitelerin önemini işte o zaman daha iyi anladım. Örgütleneceksen kendini değil, örgütlülüğü önemseyeceksin” diyen Şivan şöyle devam ediyor: “Sonra müdürle, işyerinin her yıl işçileri de kattığı yılbaşı programında karşılaştık. Kuru pasta, meyve suyu falan. Müdür etkinliklerde her yıl kâr yapmalarından bahseder, ‘EFE, TÜFE’ oranlarından bahseder kafa karıştırır ama işçiye enflasyon farkını bile vermezdi. Bu sefer üç konu üzerine konuştu: Verimlilik, büyüme ve kendi ifadesiyle ‘meşhur sendika!’ Ben de son gidenlerden olduğum için kapının ağzında bekliyorum. ‘Meşhur sendika’ meselesine gelince müdür, ‘Fabrikayı yakarım, kapatırız da sendikayı sokmam’ gibi laflar etti. ‘Sendika sizden 20 lira kesecek’ diye bizi düşünmeye başladı bir anda.”

Müdürün tehditleri sonrasında işçiler arasında korkunun da arttığını ifade eden Kırmızıçiçek, “Korkunca ben müdahale ettim. ‘En demokratik hakkımız olan sendika hakkımıza karışamazsın’ dedim. Bir an müdür, ‘Çık dışarı seni kovdum’ dedi iki kez. Kapının ağzındayım ‘İyi biz çıkıyoruz’ dedim. ‘İşçi acaba benle çıkacak mı çıkmayacak mı’ diye düşünüyorum. İşte o an tüm işçiler kapıya yöneldi, bence örgütlenmede en kritik an oydu. Herkes benle çıktı, tam dış kapıdan çıkacağım, biri arkamdan sarıldı döndüm baktım ki genel müdür! Tabii müdür hemen, ‘Sendika hakkınız tabii sizin. İşten atma yok yanlış anladınız. Benim babam da sendikacıydı’ falan demeye başladı. Tansiyon düşünce bazı işçiler, ‘Arkadaşımıza neden öyle davrandı’ diye çıkıştı. ‘Sakin olun ikramlarınızdan alsanıza’ dedi müdür. İşçiler yanaşmadı tabii, bu arada işçinin yanaşmaması planlı falan değil, doğalında gelişiyor. İşçiler, ‘Önce Şivan alsın, biz sonra yeriz’ dediler. Kızardım, gittim bir tane aldım” diyor. Utanma hissini anlatırken bile utanarak...

NOVARES ÖRGÜTLENMESİ VE GEBZE’YE ETKİLERİ

“İşçiler birlik olursa karşısında hiçbir güç duramaz. Elbette kazandık” diyen Kırmızıçiçek, “Biz sendikaya örgütlenmemiz duyulduktan sonra açıkça, ‘Bir arkadaşımız bile atılmayacak, izin vermeyeceğiz sizin de bilginiz olsun, yarı yolda kimse kalmayacak’ diye şart koştuk. O sırada sözleşmeli bir işçi arkadaşımız atıldı. Sendika bize, ‘Sözleşmeli işçi, patron çalıştırmak zorunda değil’ dedi. Biz de sendikaya bunu kabul etmeyeceğimizi söyledik, örgütlü olduğumuz için izin vermedik. Arkadaşlarımızı atamadılar. Sonra sendikaya, ‘Bak patron ne derse kabul etmek zorunda değilmişiz’ diye de tepki gösterdik” diyor. İşçilerin sorun olarak gördükleri her şeyin, örgütlülük sağlandıktan sonra çözüldüğüne işaret eden Şivan, “Biz sadece ekonomik sorunlar falan için değil, sosyal haklar başta olmak üzere, yaşamın her alanında olmak için mücadele ettik. Mesela tiyatro kurduk, Gebze halkına gösteride bulunduk. Harika olmuştu” diyerek anlatıyor heyecanla.

Novares örgütlendikten sonra, Plascam, Bericap, Öncü Plastik, Cambro Özay, Alpla, Nedex gibi işyerlerinde de örgütlenme hevesinin arttığını söyleyen Kırmızıçiçek, “İşçiler için bizim mücadelemiz bir referans oldu. O dönem otomotiv yan sanayide hiçbir hak yoktu. Mesela bizim örgütlendiğimizi duyan Farplas, işçilerine erzaklar dağıtmaya başladı. Örnek bir model çıkarmıştık, bugün de öyle değil mi? Eğer mücadele için bir adım atacaksak, kazanmak üzere atmalıyız. Kazanmak moral verdiği gibi kaybetmek de kısa dönemli kırılmalara neden oluyor” diyor.

‘MESELE SENDİKACI OLMAK DEĞİL İŞÇİ KALABİLMEK’

Novares deneyimi yıllar önce yaşanmış olsa da etkileri bugün de devam ediyor. Dokuzuncu sözleşmesini geçen ay tamamladı, 1 gün süren grev sonrasında da işçiler kazandılar. Şivan Kırmızıçiçek, işçilerin iradesiyle şimdi Petrol-İş Sendikası Gebze Şube Başkan Yardımcısı oldu. Ama kendisine, “sendikacı” denilmesinden haz etmiyor. “Bana sendikacı demeyin, işçiyim. Sendikacı diye meslek mi var? Sınıf sendikacılığı için mücadele eden bir işçi” diyerek de uyarıyor.

Hayatının kısa kesitlerini bizimle paylaşan Kırmızıçiçek, “İşçi sınıfı kendi içinde farklılıklar taşıyor. Türk, Kürt, Laz, Alevi, Sünni her renkten. Bunlar bizim renklerimiz. Ve böyle de kalmalı, renkler yaşamalı. Ama biz esas olarak bir sınıfız, işçiyiz, emeğin etrafında buluşmamız gerek. Benim yaşamımdan çıkardığım ve özümsediğim budur” diyor. Sermaye sınıfının işçilere karşı birleştiğini de hatırlatarak, “Bir işçi mücadelesi oluyor, hemen yabancı yerli fark etmez patronlar işçilere karşı birbirilerine destek veriyorlar. ‘Senin tüm maliyetlerini karşılarız yeter ki sendikayı sokma’ diyorlar. İşçiler de ancak bir sınıf kimliği üzerinden birleşirse kazanabilir. Elbette renklerimiz var ama bunun yanlış kullanımı da var. Mesela sendika seçimlerinde bu renkliliğimizi, hemşehricilik yaparak kullanmak yanlış çünkü konu işçiyse, sendikaysa tartışmanın ekseni emek hareketi olmalı” diyor.

Temsilci seçimleri ve sendikada görev verilmesinsi de anlatan Kırmızıçiçek şunları söylüyor: “Bu görevler bir koltuk meselesi değil. Mücadele içerisinde bir görev. Koltuk gibi bakınca, onu korumak için de işçileri bile bölüyorlar. Mesela temsilciliği kaybediyor işçi, tezgahına dönmüyor. Ben açıkça buradan yeniden ifade ediyorum, beni eğer işçi görevden alırsa, tezgahıma döneceğim. Çünkü sendikacı olmak değil mesele, işçi olarak kalmak bence” diyor.

‘İŞÇİ SİYASET YAPMAZSA SÖMÜRÜLÜR’

İşçilerin farklılıklarının olduğunu ama hepsinin bir sınıfın parçası olduğunu ifade eden Kırmızıçiçek Flormar direnişini örnek gösteriyor: “Flormar direnişinde kadın işçiler vardı, çoğu türbanlı işçilerdi. Bazı sol kesimler bize, ‘Bunlar türbanlı, gerici mücadeleden ne anlar’ dediler. Çünkü ona bir sınıf olarak değil, türbanlı, türbansız diye baktılar. Oysaki işçidir, türbanlı, türbansız, sağ, sol değil. Yani açıkçası sağ veya sol siyaset, işçi sınıfı mücadelesini esas almıyor, birleştirmiyorsa bence esas gerici odur.”

“İşçiler siyaset yapmalı mı?​” sorusuna ise şu yanıtı veriyor: “Sınıf siyaseti yapmalı. Yani bir ülkede emeklilik, enflasyon, ekonomi, işsizlik, uluslararası diplomasi, elektrik, su zamları, sendika gibi şeylere siyaset karar veriyorsa, siyaset yapmak zorundasın. İşçi sınıfı siyaset yapmazsa sömürülür. Ama yapacağı siyaset şucu, bucu, sağcı, solcu siyaseti değil, sınıf siyaseti olmalı. Hatta işçi sınıfı toplumun öncüsü olmalı. Sadece mücadeleyi sendikal haklarla sınırlı görmemeli. Ezilenler, sömürülen hep emekçi. Çevre, kadın, trafik, aile, kentsel dönüşüm aklınıza ne geliyorsa sınıf olarak müdahale etmemiz gerekir. Ancak bu da sınıfın kendini sınıfın bir parçası olarak görmesinden, kendi sınıfının siyasetine katılmasından geçer.”

İŞÇİ SENDİKADA GÖREV VERDİĞİNİ SORGULAMALI!

Flormar direnişinin başlangıcında işçilerin kendisiyle, patron-işçi ilişkisi gibi ilişki kurduğunu anlatıyor Kırmızıçiçek: “Ya bir işçi sendikacının karşısında bükülüyor, kendinden uzak, üstte görüyor. Ben açıkça işçilere ‘kaba’ bir tarif de olsa şunu diyorum. Siz nasıl ki işyerinde çalışmak zorundasınız, denetleniyorsunuz. Ben de sendikacı oldum, işçinin çalışanıyım. Gel beni denetle, hesap sor. Sendikacılığa işte bu nedenle bir koltuk gibi bakılmamalı. Hayır ben sadece işçilerin sendika görevlerinin bir bölümü için uğraşmayla görevlendirdiği bir işçiyim. Sendikanın esası biz başkan ve yöneticiler değildir, işçidir. Örneğin işyerinde bir sözleşme oluyor, biz yönetici olarak, ‘Şöyle olacak böyle olacak’ diye karışamayız ama siz bize karışırsınız. Arkamızda dur, sahip çık ‘Yanlış yaparsan görevden alırız’ demelisiniz."

ÖNCEKİ HABER

Baldur işçileriyle dayanışma sürüyor

SONRAKİ HABER

Gülistan Doku için Dersim'de eylem yapıldı: 'Nerede?' diye sormaya devam edeceğiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa