"Yumurta kapıya gelince konuşuyoruz!" | DOSYA: SUSUZLUK VE KURAKLIK - 5
Kuraklığın "yumurta kapayı gelince" konuşulduğunu belirten Prof. Telat Koç, "Bu durumun toplum için normal olduğunu ama karar vericilerin olacakları öngörüp önlem almış olması gerekir" diyor.
Fotoğraf: Çanakkale Belediyesi
DOSYA: SUSUZLUK VE KURAKLIK -5 | Hazırlayan: Özer AKDEMİR
Birçok barajdaki su seviyesinin düşmesiyle kuraklık ve susuzluğun toplumun “Yumurta kapıya gelince” olayın farkına vardığını, o zaman gündem yaptığını söyleyen Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Telat Koç, bu durumun toplum için normal olduğunu ama karar vericilerin bilimsel verilerden hareket etmesi gerektiğine dikkat çekiyor. “Karar vericilerin olacakları öngörüp önlemleri önceden almış olması gerekiyor” diyen Koç kuraklık ve susuzluğa dair sorularımızı yanıtladı.
Bilimin yıllardır uyarıları sonunda gerçek mi oluyor hocam? Türkiye kuraklık ve susuzlukla yüzleşiyor mu?
Son yıllarda yağışın az olması nedeniyle barajlarda da su seviyesi düştüğü için gündeme geldi bu konu. Aslında temel problem de burada. Toplum bilimsel verilerden doğru yaşamadığı için halk tabiriyle “yumurta kapıya gelince” olayın farkında olduğu için, o zaman gündeme geliyor. Hadi toplum böyle ama karar vericilerin bilimsel verilerden hareket etmesi gerekiyor. Bunun için karar vericilerin yönettikleri alanla ilgili ellerinde bir bilimsel altlık olması gerekiyor. Karar vericilerin olacakları öngörüp önlemleri önceden almış olması gerekiyor. Bilim insanları hem koşturuyor bilimsel veri üretiyor, bir de gidip karar vericilerle kavga etmek zorunda kalıyor. Eğer karar vericiyseniz bilimsel düşünmek zorundasınız. Türkiye’nin birçok yerinde hazırlanan raporlar var ama en can alıcı nokta bunların uygulamaya geçirilmemesi.
"BEKLEDİĞİMİZİ YAĞIŞLAR GELMEZSE SORUN ÖNÜMÜZDEKİ YAZA TAŞINACAK"
Yani bir kuraklığın içinde miyiz sizce de?
Su kaynaklarının Türkiye genelindeki dağılışını genel bir değerlendirmeye tabi tutmak lazım. Şu an yağışlarda bir azalma var ama bu şekilde değerlendirmek doğru değil. Su kaynaklarını değerlendirirken su döngüsü üzerinden bir değerlendirme yapmak gerekiyor. Denizden buhar olacak, gidecek yağış olarak bir yere düşecek ve akışa geçecek. Yağışa geçtiği yer bizim havza dediğimiz yerdir genelinden baktığımızda. Örneğin Karadeniz kıyısındaki bazı havzalarda yağış fazlası var. Ancak bu sefer de yağışın şiddetli olması nedeniyle taşkın sorunu oluyor. Şimdi kuraklığı yaşıyoruz. Eğer yağışlı bir dönem gelseydi bunları konuşmayacaktık. “Israr” denen bir kavram var. Bu sene kurak geçti, eğer önümüzdeki dönemde yağış alırsak bir noktada dengelenecek ama beklediğimizi yağışlar gelmezse esas sorun önümüzdeki bahar ve yaza taşınacak. Yani şu önümüzdeki süreç çok önemli.
Kuraklıkta iklim krizinin etkisi ne oranda?
İklim krizi dediğimiz kavram en yaygın denildiği şekliyle küresel ısınma. Dünyanın ısınması. Dünyanın ısınması demek buharlaşan suyun artması demek. Aslında atmosferdeki su miktarının artışı söz konusu burada. Kuraklık kavramını biraz ters gibi geliyor ama bazı yerlerde atmosferdeki su miktarında artış olsa bile yağış azalıyor. Bazı yerlerde daha da artıyor. Çünkü su fazla. Fırtınalar hortumlar, gök gürültülü yağışlar daha çok hale geliyor. Atmosferde enerji de artıyor ve o zaman atmosferde gelişen olaylar daha şiddetli gelişiyor, o zaman afet etkisine neden oluyor.
"BU SORUNLAR SANAYİ DEVRİMİ’NİN GETİRDİĞİ SORUNLAR"
İklim bu duruma nasıl geldi?
Öncelikle ortaya koymak gerekiyor yaşadığımız bu sorunlar Sanayi Devrimi’nin getirdiği sorunlar. Sanayi Devrimi’nin getirdiği sınıfsal ilişkilerin değişmesi, ekonomik yapının değişmesi ve doğanın bir kaynak olarak sonsuz sömürülmesi. Yani, yaşam tarzımızın değişmesi gerekiyor sonuçta. Şu anda dünya kapitalist bir dünya ve kapitalizmin özünde daha fazla vardır. Yaşadığımız sorunlar bize gösteriyor ki sonsuz tüketim diye bir şey yok! O halde bunun değişmesi gerekiyor.
"HALKI TASARRUFA ÇAĞIRARAK İŞİN KOLAYINA KAÇAMAZLAR"
Susuzluk ve kuraklık gündeme geldiğinde yurttaşların su ve elektrik tasarrufu hep ön plana çıkarılıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz bu yaklaşımı?
Özellikle bu dönemlerde mutlaka su tasarrufunu hatırlatmak, dikkate almak gerekiyor. Yaşam tarzımızın değişmesi ve buna uygun gerekli düzenlemelerin yapılması gerekiyor elbette. Öte yandan karar vericiler bu durumla ilgili sorumluluğu sadece halkın su kullanımına, elektrik enerjisi kullanımına vs. atmakla işin kolayına kaçamazlar. Bu su kaynaklarının ne kadarını madene veriyorsunuz? Ne kadarı sanayiye, tarıma gidiyor? Yöneticilerin ellerindeki kaynaklarla ilgili planlama yapması, bir anlamda stratejik planlar oluşturması gerekiyor. Bu planda en kötü senaryoya göre hareket edildiğinde olumsuzluk durumunda alternatif seçeneklerin hemen elinin altında olması demek. Yani mesela Çanakkale’yi düşünürken yalnızca Atikhisar’ı düşünmememiz gerekir. Lapseki’deki, Çan’daki, Bayramiç barajlarını da düşünmek zorundayız ve planlamayı yaparken de buna göre yapmalıyız.
ÖNCELİKLİ OLAN İNSAN MI MADEN Mİ?
Kuraklığın, susuzluğun Çanakkale’ye, Kaz Dağı’na ne gibi etkileri var? Buna karşı ne gibi önlemler alınıyor ya da alınmıyor?
Şöyle bir durum var; görünen o ki İstanbul’un büyük bir kısmı bu tarafa kayacak. Sorun geride yani. Yetkililer bir taraftan bu madencilik firmalarına ruhsatlar, izinler veriyor, diğer taraftan da yeni planlamalarla İstanbul’u bu tarafa taşımaya çalışıyorlar. Madencilik ve nüfus yoğunluğunun sonucu ne olur yetkililer bunu düşünüyor. Şöyle demek daha doğru, her karar verici kendi iktidarı döneminde nasıl devam ederim ona bakıyor. Kısa vadede bakıyor yani. Bilimsel düşünmüyor yani. Bundan 50 yıl sonra 100 yıl sonra ne olacak onu düşünmüyor. Her yerin belli bir taşıma kapasitesi vardır oysa. Çanakkale’nin İstanbul olma riski var. Öncelikli olan insan mı maden mi? Bu soruların yanıtları önemli bir kere. Çanakkale üzerinden bakarsak; şu süreçte havzadan doğru hiçbir şekilde düşünülmüyor, altın madenciliği ve diğer madencilik örneklerinde olduğu gibi. Sanki burada yapılan iş ile havzanın hiçbir ilişkisi yok gibi düşünülüyor.
-BİTTİ-