AKP Boğaziçi’nden ne istiyor?
AKP’nin Boğaziçi’yle uğraşmasında Boğaziçi'nin özgün koşullarının yanı sıra, AKP’nin üniversiteler için yürüttüğü yeniden inşa politikaları önem arz ediyor.
Polis, Boğaziçi Üniversitesinin kapısına kelepçe takmıştı | Fotoğraf: Behram Evlice
Boğaziçi Üniversitesinden bir öğrenci
2016’ya kadar uzunca bir süredir üniversitelere rektörler yarı-demokratik bir süreçle, bir seçim sonucunda belirleniyordu. Belli bir kadro derecesinin üstündeki öğretim üyeleri rektör adaylarına oy veriyor, en çok oy alan 6 adayın ismi YÖK’e bildiriliyor, YÖK ise bu adayları mülakata tabi tutup üçünü cumhurbaşkanına gönderiyor, cumhurbaşkanı ise aralarından beğendiğini rektör olarak atıyordu.
AKP’nin Boğaziçi’nden ne istediğini anlamaya giden yolda kritik bir ayrıntı doğrudan bu süreçle ilgili. YÖK’ün elemesi ve cumhurbaşkanının “takdiri”yle gerçekleşen bu sürecin en çok oy alan rektörün atanmamasıyla sonuçlanmasını engellemek için Boğaziçi’nde bir “yazılmamış kural” uygulanıyordu. En çok oyu alan aday dışındakiler YÖK’ün mülakatına katılmayı reddediyor, adaylıktan çekildiğini bildiriyordu. Dolayısıyla cumhurbaşkanının önüne tek bir isim gidiyor, bu isim atanıyordu.
2016 yılında da rutin rektörlük seçimleri döneminde aynı sürecin işlemesi beklenirken, Boğaziçi’ndeki rektör adaylarından birisinin “Ben en çok oyu almasam da çekilmeyi düşünmüyorum” demesi üzerine rektörlük gündemi yeniden Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin gündemi haline geldi, bugünlerde özellikle Bimeks işçilerinin hak arama eylemleriyle bir kez daha ismini sıkça duyduğumuz bu “ikinci aday” Vedat Akgiray’ın neden seçilmemesi gerektiği üzerine öğrenciler tarafından güçlü bir kampanya yürütüldü. Seçim sonuçlandı, Akgiray kaybetti, birinci aday %86 oy aldı, aylar geçti, atama yapılmadı. Sürecin nasıl sonuçlanacağına dair endişeler artarken, Vedat Akgiray'ın atanmasını engellemek için “seçilmiş rektörümüz atansın” talebiyle kampanyalar sürdü. Tam bu esnada bir Kanun Hükmünde Kararname ile rektörlük seçimleri tümüyle kaldırıldı, çok geçmeden de seçimde aday bile olmamış bir Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi bu KHK’ye dayanılarak atandı, biz de “kayyum rektör” tabiriyle tanıştık.
2016 ATAMASININ ÖĞRETTİKLERİ
2016’daki atamanın ardından öğrenciler kayyum rektöre karşı harekete geçmekte hiç gecikmedi, gece yarısı yapılan atamadan dakikalar sonra rektörlük önünde toplandı, uzunca bir süre devam eden “kayyum rektör” eylemlerini başlattı. Bu süreçte üniversite bileşenleri yeni mücadele aygıtları kurdu. Mezunlar “tescilli” mezun derneğinin kayyum rektörü kabul eden tavrına karşı yeni bir mezunlar girişimi başlattı, bir süredir genişliğini kaybetmiş “forum"” yeniden canlandı, kulüpler hiç gecikmeden ortak talepler etrafında bir araya gelerek birbirinin tamamlayıcısı niteliğinde etkinlikler düzenledi. Sürecin zamanla sönümlenmesi elbette yalnızca tek sebebe bağlanamaz, fakat bileşenlerin bir kısmının bu atamayı “en azından okul içinden bir atama oldu”, “biz her şey bitecek zannederken adeta bir lütuf” olarak görmesi en başta kurulan eylem formlarının devamlılığını büyük ölçüde etkiledi.
Her ne kadar “kayyum rektör” serisindeki eylemler, etkinliklerin ömrü birkaç ay olsa da her yıl mezuniyette öğrencilerin kayyum rektörü arkalarını dönerek, alkışlarla protesto etmesi, okul sorunlarına dair her gündemde kayyumun kayyumluğunu hatırlatması, bütün bu süreçten “okul hafızasına” kazınan bir sonuç doğduğunu gösteriyor.
2020 ATAMASININ FARKLARI
2020'de yapılan rektör atamasıyla (umarız ki “şimdilik”) rektörlük koltuğuna oturan kayyum, bu sefer okulun içinden bir öğretim üyesi olmadı. Dört yıl önce kimi bileşenlerin “kurumu korumak” adına izledikleri taktiğin mantıksal sonucu, elbette “dışarıdan” bir atama yapılmasıydı. Fakat buradan “sarı öküzü vermeseydiniz” hikayesi çıkarıp bir hareketsizlik çağrısı yapılması, bilgiççe “bilmem ne zamanı neredeydiniz” diye sorulması, en başta bugün kendilerini bölen her türlü suni ayrımı bir kenara bırakıp birlikte kayyum rektöre karşı birleşen öğrencilere bir hakarettir. Atanan kişinin eski bir AKP aday adayı olması, cinsiyetçi Tweetleri, okula dair yaklaşımı, “akademik liyakati” gibi pek çok etmen öğrencilerin protestolara katılmasının önemli etmenleri olsa da öğrencilerin genel anlamda odaklandığı esas olgu; okuldaki her türlü görev gibi, idari olarak en yukarıda yer alan rektörlük görevini üstlenecek kişinin de seçimle gelmesi gerektiği.
SAHİ, NEDEN UĞRAŞIYOR AKP BOĞAZİÇİ’YLE?
AKP’nin Boğaziçi’yle uğraşma sebeplerinin arasında Boğaziçi’ne özgün birçok yan olduğu malumdur. Ancak bu yanların yanı sıra genel anlamda AKP’nin üniversiteleri yeniden inşa etmek üzere uyguladığı politikadan Boğaziçi mahrum kalmıştır diyemeyiz. AKP hükümetinin tek adam-tek parti rejiminin inşası ve bu faşizme doğru ilerleyen rejim tipinin karşısında üniversitelilerin ya da aydınların karşı bir muhalefet oluşturması, AKP için tehlikeli bir durumdur. Bu yüzden üniversitelerin bir karşı güç oluşturmasına karşın onları içeriden dönüştürmek, bu rejimin inşası sürecinde önem arz etmektedir. Erdoğan’ın “siyasi iktidar olduk ama fikri iktidar olamadık” manasına gelen sözleri üniversiteler için nasıl bir dönüşüm istendiğini açıklar niteliktedir. Türkiye tarihi boyunca ileri etmenleri bünyesinde bulunduran ve 12 Eylül’ün tüm saldırılarına rağmen bu etmenleri tamamen yitirmemiş olan üniversiteleri yeniden inşa etmek, AKP için demokrasi yoluyla olabilecek bir durum değildir. Bu durumda en hızlı aksiyon antidemokratik yollardır. Ayrıca bu durum sadece AKP için değil temsilcisi olduğu burjuvazi için de önem arz etmektedir. Neo-liberalizmin getirdiği yeni üniversite formunu oluşturmada, üniversite içi muhalif formlara takılmadan “sermaye ilkelerini” üniversite içine işlemek de bu antidemokratik yollarla kesişmektedir.
Boğaziçi Üniversitesinin Türkiye akademisinde tuttuğu yer, bu üniversitenin biricikliği ve prestiji, Türkiye akademisini dönüştürmek amacında Boğaziçi'yi farklı bir pozisyona sokuyor, özel bir hale getiriyor. AKP’nin bu hedeflerini gerçekleştirme amacında Boğaziçi Üniversitesi özgün koşulları açıkça AKP'nin amacıyla çelişen bir noktada kalıyor. Çelişen duruma dair bir örnek vermek gerekirse; YÖK’ün Öğrenci Temsilciliği Kurulu seçimlerini askıya aldığı dönem içinde dahi öğrencilerin sahiplenmesi sonucunda Boğaziçi’nde ÖTK seçimleri yapılabilmiştir. Her türden eksiğine rağmen bu ÖTK, YÖK’ün öngördüğü içi boşaltılmış, yetkisi kalmamış, bir seyirci konumuna indirgenmiş ÖTK’dan (en azından kağıt üstünde) çok daha güçlü bir yapıdır. Eksiklerin aşılması ise öğrencilerin kurulu kendileri dışında müracaat edilecek bir “beyaz masa” olarak görmeyi bırakarak, kendilerinin doğrudan demokratik bir tartışma ve üniversite yönetimi organının parçası olmasını sağlayacak bir kurul olarak görmesine bağlıdır.
Yine YÖK’ün yönetmeliklerinde görülmeyen bir diğer demokratik kurul, okuldaki tüm kulüplerin birbirlerinin etkinliklerini kontrol etmesini, beraber bir işleyiş tutturmasını sağlayan Kulüpler Arası Kuruldur. Bu kontrol bir sansürden ziyade, mümkün olduğunca her kulübün işlevsel kalmasını sağlamaktadır.
PEKİ NASIL SAVUNACAĞIZ?
Okulumuzun şu an karşı karşıya olduğu yeni kayyum rektöre karşı bu sefer pandemi koşullarında bir mücadele veriyoruz. İlk başta hepimizin yabancı olduğu bu koşullara, kısa bir süre içinde teknik aksaklıkları ortadan kaldırarak, 1000’in üzerinde arkadaşımızla online olarak görüşebilmenin yollarını bularak, mevcut kurulların yetersiz ya da etkisiz kaldığı yerlerde nasıl inisiyatif alacağımızı öğrenerek ilerliyoruz. Bu süreçte kendi içimizdeki tartışmaları nasıl çözmemiz gerektiği üzerine fikir yürütmemiz, belli bir gündem etrafında ortak paydada en geniş kitleyle nasıl buluşabileceğimizi öğrenmemiz gerekiyor. Bu süreçte üniversite içerisindeki kulüplerin, akademisyenlerin, öğrenciler tarafından seçilmiş temsilcilerin bir araya gelmesi; tüm sınıflara ve dolayısıyla her öğrenciye uzanan bir demokratik yapının oluşturulması ve oluşturulan bu yapı ile “merkezinde Boğaziçi Üniversitesi bileşenlerinin” olduğu, buradan bir karar alan mekanizmanın işletilmesi önemlidir. Amacımız haklı taleplerimizi savunmaksa sınıflara dayanan bir yapı oluşturmak gereklidir. Okulun ve öğrencilerin nabzını tutamayan yapıların geride kaldığı, öğrencilerin en geniş şekilde kendisini temsil edebileceği bir araya gelişlerin ise güçlendiği bir süreçten yalnızca Boğaziçililer değil, demokratik üniversite mücadelesi veren tüm üniversiteliler büyük dersler çıkaracaktır ve bugün öğrenilen her şey gençlik mücadelesinin kolektif hafızasında yer edinecektir.