Kuzey’den Güney’e, yolun sonu demokratik üniversite
Eni sonu, şimdi ottur çöptür demeden mücadeleyi büyütmek en doğru seçenek görünüyor. Hem Boğaziçi'nde hem de diğer yerlerde.
Kaynak: Max Pixel
Salgın ve kriz yılı olarak değerlendirilen 2020 yılını geride bıraktık. 2020’de öyle terslikler, öyle olumsuzluklar yaşadık ki bu yılın bitmesini birçoğumuz iple çektik. Verili koşullara bakıp 2021 yılının çok olumlu gelişmelerle devam edeceğini düşünmek pek makul olmasa da en azından bir takım iyi şeyler yaşamayı hepimiz hak ettiğimizi düşünerek iyimser düşüncelerimizi ön plana çıkarttık. Elbette 2021’in başlangıcına birçok olguyu koyabiliriz ama üniversite gençliği için Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör Melih Bulu’nun atanması ve arkasından gelişen olayları söyleyebiliriz. Melih Bulu Boğaziçi mensubu değil, daha önceki Boğaziçi rektörü Mehmed Özkan gibi seçim olmadan, Cumhurbaşkanı tarafından atanarak rektör oldu (!) Rektör oldu demek aslında iddialı çünkü bir okulun mensuplarının neredeyse tamamının kabul etmediği birine rektör demek doğruysa Melih Bulu’ya da rektör demek o kadar doğru. Boğaziçi öğrencileri de böyle düşünmüş olacak ki, daha atanma haberi ilk yayıldığında itibaren bu karara ciddi bir mukavemet gösterdiler, online (çevrimiçi) eğitimin olduğu koşullarda dahi bir araya geldiler, WhatsApp, Telegram ve Facebook gruplarında. Çeşitli dijital platformlardan yüzlerce öğrencinin katıldığı toplantılar örgütlediler ve binlerce Boğaziçilinin katılımıyla bir gösteri düzenlediler. Talepleri çok sarih: Atama rektör istemiyorlar ve demokratik bir üniversite istiyorlar. Sadece Boğaziçi öğrencisine özgü görüne bu talep aslında rektör atamalarının yapıldığı binlerce üniversitelinin talebi, tıpkı “Verşan Kök ODTÜ’ye Rektör Olamaz!” şiarı gibi.
ATANAN REKTÖRLER TEK PARTİ REJİMİ TEMSİLCİLERİDİR!
Şimdi Boğaziçi, daha önce de ODTÜ nezdinde gündeme gelen rektör atamalarına karşı demokratik ve özerk bir üniversite talebini bu kadar öğrenci ve akademisyeni sokağa çıkartacak kadar kritik yapan ne? Aslında yıllardır üniversite öğrencileri, akademisyenler ve emekçiler bu talebi çeşitli durumlarda ve biçimlerde söylüyor. Her dönemin kendine özgü gereklilikler ve nedenleri var. Ama en genelde üniversiteliler kendi içinde eğitim gördükleri, verdikleri, tartıştıkları yaşadıkları alandaki değişiklikler, ilerleyişe neyin ne olacağına hep beraber kendileri karar vermek istiyor. Hâkim sınıfın temsilcisi olan hükümetlerin müdahalesinin halk lehine, gençlik lehine olmadığını bilerek bu duruma itiraz ediyorlar. Bugünün özelinde ise AKP’nin daha önceki dönemlerde miras aldığı üniversiteleri ticari yapılar haline getirme, üniversite yönetimlerine tek adamlar atayarak siyasal bağlamda tartışma, fikir üretme ortamını lav etmek isteğine karşı demokratik üniversite bir talep olarak üniversitelilerin ağzında sloganlara dönüşmekte. Üniversitelere Cumhurbaşkanı’nın atadığı rektörler (!) esası itibariyle pozisyonlarını tek parti rejiminin temsilcileri olarak sürdürüyorlar. Yaklaşımları ise politik bağlamda gelebilecek herhangi bir itirazın oluşmasını engellemek ve üniversiteleri adeta bakkal dükkânı işletir gibi yönetmek olarak karşımıza çıkıyor. Daha önceki atanmış rektörlerin ve Melih beyin Boğaziçililere yazdığı mektup bunun delilidir.
BOĞAZİÇİ’NDE VE DİĞER YERLERDE DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE TALEBİNİ BÜYÜTELİM!
Tam bu noktada Boğaziçi öğrencilerinin giriştiği ve hala sürmekte olan mücadele önemlidir. Sadece isyan etmenin şanından değil, demokratik ve özerk üniversite talebinin güçlü bir biçimde ortaya konulması, bu pandemi dönemini bile fırsat bilerek rektör atamaları yapan tek parti rejimine ciddi bir cevap olmuştur. Boğaziçi öğrencileri, mücadelenin her daim, zor dönemlerin koşullarına rağmen olacağını gösterdi. Hem bugün hem geçmiş dönemde mücadele anları içinde eksiklikler olmuştur, olacaktır. Bunların acılarıyla boğulmanın ne alemi vardır ne de zamanıdır. Boğaziçililerin dergimizin okurlara ulaştığı gün yaptıkları eylem çağrısını büyütmek gibi bir görevleri karşılarında duruyor. Bunu yaparken okula yarın döneceklerin, orada bulunanların karar mekanizmalarında doğrudan bulunması, hattın Boğaziçi öğrencilerinin talepler ve ihtiyaçlarına göre belirlenmesini esas almak en önemli ihtiyaçlardan gibi duruyor. Ancak mücadelenin büyütülmesi sorunu bugün sadece Boğaziçi Üniversitesi’nin problemi değildir. Boğaziçi öğrencilerinin tutum ve eylemi demokratik üniversite mücadelesinin bir parçası olarak görülmeli, Türkiye’nin her yerinde özgün olanaklarla büyütülmesi bu talebin büyütülmesi anlamına geldiğini fark etmek gerekmektedir. Sadece talep etmekten öte kazanmanın da yolu, tarihte de sabittir, bu talebin büyümesidir.
Eni sonu, şimdi ottur çöptür demeden mücadeleyi büyütmek en doğru seçenek görünüyor. Hem Boğaziçi'nde hem de diğer yerlerde.