5 Ocak 2021 22:00

Tutku Elif PAPUR

İstanbul

Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir,haklı günler, büyük günler,gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,ekmek, gül ve hürriyet günleri...*

Soğuk bir aralık sabahında rotamızı İMES’e (İstanbul Madeni Eşya Sanatkârları) çeviriyoruz. Vardığımız gibi emeğin kokusunun göğsümüze en keskin haliyle dolduğu bu yer, İstanbul’da emekçilerin en yoğun olduğu bölgelerden biri. Dolayısıyla iş kazalarının, çocuk-yaşlı-genç işçilerin de yoğunlukta olduğu bir yer. Biz de burada tüm gününü çalışma zorunluluğu ile geçiren bir genç işçinin hayat serüvenini dinlemek, onunla hayalleri ve endişeleri hakkında konuşmak istiyoruz. Çok geçmeden işçilerin, emeği  ilmek ilmek işlediği sokaklarda yürürken bir hırdavatçı dükkanında Mehmet’le karşılaşıyoruz.

“PARAMIZ OLSAYDI HAYALLERİME ÇOK RAHAT KAVUŞABİLİRDİM”

Mehmet’in mesaisi bitiyor ve sohbetimize başlıyoruz. Mehmet 18 yaşında bir genç işçi. Aslında pandemi kapsamında getirilen yirmi yaş kısıtlaması onu da kapsıyor. Ama o, bu durumu hayatta kalabilmek için verdiği bir mücadele olarak adlandırıyor. Bütün gün yaptığı ağır işe rağmen gözleri daima umutla bakıyor. Eğitime olan bakış açısını merak ediyor ve üniversite sınavlarına hazırlandığını öğreniyoruz. Yoğun ve ağır bir işte çalıştığını bildiğimiz için sınavlara nasıl odaklandığını soruyoruz. Sakin ve elleri ceplerinde “Bir dönem işte çok yoruluyordum, yorgunluktan ders çalışamıyordum. Mesai saatlerimin değişmesini istedim, yoksa hayallerime veda edecektim” diyor.

İMES’te yavaş yavaş gün bitiyor, işçiler evlerine gitmek üzere yola koyuluyorlar. Bu esnada Mehmet  bize hayallerinden bahsediyor. Çocukluğundan beri en büyük hayalinin Gastronomi ve Mutfak Sanatları okuyup, yetenekli olduğu işi yapmak, mutfakta olmak istediğini söylüyor. Bunları söylerken eğitim hayatında karşılaştığı sorunlara da değiniyor. Eğitim sistemindeki adaletsizliği ise şu şekilde değerlendiriyor: “Ailem zengin olmuş olsaydı ne burada çalışmak ne de üniversite sınavına hazırlanmak zorunda olurdum. Paramız olsa böyle olmaz. Hayalse basarsın parayı özel okulda okursun. Ama yoksul, emekçi çocuğu olunca böyle oluyor. Mücadele etmek zorunda kalıyorsun. Mesela benim çoğu arkadaşım okulu bıraktı. Hatta burada karşılaştığım bile oluyor. Adalet nerede şimdi?​”

“ON İKİ SAAT ÇALIŞINCA KONUŞMAYI BİLE UNUTUYORUM”

Yalnızca hayallerinden bahsederken gülümsüyor Mehmet. Hayalleri kadar kaygıları da var ve her geçen gün arttığını belirterek: “Ömrümü burada geçirmek istemiyorum. Hiçbir gelecek göremiyorum burada. Ben sosyalleşmeyi, iletişim kurmayı seven bir insanım. Burada kalıp on iki saat çalışmaya başlarsam konuşmayı bile unuturum” diyor.

Pandemi döneminde olduğumuz için sağlığına ne ölçüde dikkat edebildiğini de merak ediyoruz. O ise “Yaptığım iş ağır, sürekli malzeme indirip kaldırıyorum. Maske takınca nefes almak iyice zorlaşıyor. Mecburen çıkarıyorum. Ya da günde onlarca yere dokunuyorum. İşi bırakıp sürekli ellerimi yıkamaya da gidemem. Kendimden çok ailem için korkuyorum” diyor.

Konuştukça bir dönem asgari ücretin de altında maaş aldığını öğreniyor ve kendisine soruyoruz. Asgari ücretin artmasının hiçbir şeyi değiştirmediğini vurgulayarak “Enflasyon yükseldikçe asgari ücretin artmasının hiçbir anlamı yok. Altı bin TL olsa ne değişecekti ki? Enflasyon ve zamlar arttıkça? İki bin küsür lira ile sanki rahat geçinebilecek miyiz?​” diyor.

Kaygılarının arttığı yorucu bir gün daha bitiyor Mehmet  için. Belki ağrıları belki bir adım sonrasını düşündüren hayat şartları bir an çıkmıyor aklından. Burada gençler yorgun ve umutsuz, burada gençler denize kıyısı olan yalılarında yürüyüşe çıkmıyor, en lüks arabalarında caddeleri turlamıyorlar. Bir emek, bir hayale tutunup otobüs duraklarına çıkan karanlık sokaklarda başlarını önlerine eğip usul usul yürüyorlar...

*Nazım Hikmet Ran

Evrensel'i Takip Et