05 Ocak 2021 23:00

Demokratik üniversite ve kayyumun meşruiyeti

Boğaziçi öğrencileri “Bulu rektör olamaz” derken, giderek artan baskı koşullarına karşın, öğrenciler hala sözlerini ve taleplerini dile getirmeye devam edecekler, diyor.

Fotoğraf: Evrensel

Paylaş

Zehra ÖZÖCAL

İstanbul

Demokratik bir üniversite talebi, bugün Boğaziçi Üniversitesindeki öğrencilerin çağrısıyla toplanan eylemde, öncelerinde çokça dile getirildiği biçimiyle, soyut bir kavramsallaştırmanın ürünü olmadığını kanıtlamış oldu. Bilimsel ve akademik bilgi üretiminin, devlet ve piyasa tekelinden diğer kurumlara nazaran nispeten bağımsızlığını koruyabilmesi, üniversitenin öz niteliğinin bir ilineği, ona sonradan eklemlenen ve vazgeçilebilecek, yeri başkaca denetimlerin eline bırakılabilecek bir nitelikte olmadığından elzemdir.

HAK VE İRADE GASBI TÜM TOPLUMSAL ALANA YAYILMAYA ÇALIŞILIYOR

Bugün üniversite içerisinde, yan yana gelmenin, öğrencilerin ve okulun bileşenlerinin birer özne olarak bulanabilmesinin koşulu demokratik bir yapının korunması ve ilerletilmesinden geçmektedir. Akademi, tek adam tek parti inşası sürecinde iktidara yedeklenmesi hedeflenen alanlardan biri olarak, doğrudan denetime alınmak, sermayenin ihtiyaçlarına göre üniversitenin bilim üretim süreçlerine müdahale etmek, piyasanın tekeline sunmak, toplumsal muhalefetin beslendiği kaynakların önünü tıkamak amacıyla baskıların doğrudan hedefi oluyor. Bu hedef bugün AKP ve temsilcisi olduğu burjuvazinin faşist bir yönetimi örgütlemek ve bilimsel düşünceden ve toplumun ihtiyaçlarından uzak, kendi sınıf çıkarlarını besleyen ve kendi siyasi iktidarını en gerici biçimde sağlamlaştırmak adına, üniversitenin demokratik ve nitelikli eğitim ihtiyacına saldırıyor. Saldırıların artmasının en belirgin görüngüsü olarak, “atanmış rektör” kavramını karşımıza çıkıyor. Siyasi iktidarın yaptığı açıktan saldırı, üniversite kurumunun kendi özerkliğine yapılırken, aynı derneklere, belediyelere kayyum atama yetkisinin Cumhurbaşkanlığına verilmesinde olduğu gibi, hak ve irade gasbının kendisini bütün toplumsal alanlarına yayarak, kurumların niteliğini ve işlevini çürüten, kendi yaşamının ve gereksinimleri gidermek üzere oluşturduğu yapıların dahiliyetinden ve orada katılımcı özneler olarak bulunmasından mahrum etmek üzere atılıyor. Peki bu ne anlama geliyor?

AKP’NİN DEMOKRASİ FORMÜLÜ

Üniversite rektörü atansın, derneklere kayyum atanma yetkisi Cumhurbaşkanlığına verilsin, AİHM’in kararlarını tanımakla yükümlü iken bu kararlar savuşturulsun, haber alma hakkı ve basın özgürlüğü RTÜK ve Basın İlan Kurumu aracılığıyla ihlal edilsin, devlet ve iktidar, bakanları aracılığıyla her gün birini terörist, vatana millete yararsız, topluma katkısı bulunmayan, en iyi senaryoda ise SMA hastaları için kampanya yürütenlere olduğu gibi iyi niyetli ama “kötü”lerin kötü amellerine alet olan kimseler ilan etsin. Devletin yönetim biçimleri, bir sınıfın iktidarını temsil etmesiyle birlikte kimi zaman dava kimi zaman ülkü olarak anılan içinde etik, kültür, estetik gibi fenomenleri bulunan ve bunları siyasi bir ideoloji olarak dolaşıma sokan söylemler, önermeler içerir. İçinde yaşadığımız koşullarda, soyut bir belirlenilmişlik gibi duran, pratik bir karşılıkla buluşmasının imkânı sürekli daraltıldığından, demokrasi kavramı aslen birçoğumuzun adeta bir önyargıymışçasına kabulünde olduğu bir kavram. Bugün demokrasinin önemli olduğu, seçilmişlerin iktidarının en ahlaki, hukuki, olması gereken ve iyi olduğu her siyasi parti tarafından dile getiriliyor. AKP de kendisinin seçilmiş bir iktidar olmasını, başkanlık sisteminde halkın oylarıyla meşruiyet kazanmasını her söylevinde dile getiriyor. Peki aynı iktidar, Boğaziçi Üniversitesi başta olmak üzere bir dizi üniversiteye rektör atamayı, derneklere kayyum atayabilme yetkisine sahip olmayı, belediye başkanlarının yerine valileri kayyum atamayı, uluslararası hukuk kurallarını uygulamamayı nasıl formüle edebiliyor? Cevap çetrefilli ama bir o kadar da değil. Kimin iyi ve kötü, dost ve düşman ya da terörist olduğu, neyin gerçekten geçerli bir talep olup olmadığı; AKP ve savunucusu olduğu burjuvazi iktidarının, kendi ideolojisine yedeklediği ya da kendi ideolojisinden bezdirdiği ve umutsuzluğa sürüklediği ölçüde belirleniyor. Devletin faşist bir yönetim biçiminde örgütlenmesinin koşullarını sürekli olarak arttıran AKP, bu olanağı, toplumsal muhalefetin, haklar ve talepler mücadelesinin önüne kırdığı manevralar neticesinde, kavramların, fikir yürütmelerin ve her şeyin işlevinin ve yerine getirme süreçlerindeki dahiliyetin öznelere yer açmanın imkanını yok etmekle sağlıyor.

“BULU REKTÖR OLAMAZ”

Boğaziçi öğrencileri ve akademisyenler başta olmak üzere okulun tüm bileşenleri, atanmış ve seçilmiş rektör arasındaki farkı, basit bir ayrım, haklarına kısmi bir müdahale veyahut bir takım pratik işlerde altında imzası bulunacak herhangi biri olması kaygısında bulmuyor. Rektörlük, dekanlık, senato ve üniversitedeki diğer kadrolar, üniversite içerisinde meydana gelebilecek herhangi bir sorunun, öğrencilerin politik talepleri de dahil olmak üzere her türlü talebin doğrudan muhatapları olarak ancak demokratik süreçlerle sınanmış bir yapının içerisinde meşru bir zeminde kendilerini kurabilir. Bu ilişkinin kendisi, buradan kurulmadığında, mevki ve sıfatların her biri, hangi adım atılıyor olursa olsun, içi boşaltılmış, kendini amacından soyutlamış ve nihayetinde kendini konumlandırmamış olur. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, Melih Bulu’nun rektör “olamayacağını” söylerken birçok şeyi dile getiriyor. ODTÜ öğrencileri “Verşan Kök ODTÜ’ye rektör olamaz” derken de. Kamusal ve toplumsal her alanda, sözün tam anlamıyla mevcut bulunan, hareket eden ve üreten üniversite bileşenlerinin iradesi karşısında, atama usulü rektör uygulaması devletin kendi ideolojik araçlarını kitleler üzerinde yukarıda belirttiğimiz gibi, gerekli gereksiz, faydalı yararsız, iyi kötü, böyle yaşanabilir böyle yaşanamaz gibi çeşitlendirilebilir ikilikler ile belirlemesinin pratiğini oluşturuyor. Bu pratiğin karşısında “rektör olamaz” tümcesi, üniversitenin kendi kararlarını kendi alabilir bir yapı olarak korunması ve akademinin bağımsız ve demokratik yapısının ilerletilmesi zorunluluğuyla uyuşmadığını söylüyor. Melih Bulu’nun ilk açıklamasında inovasyon ekosistemi, girişimcilik, sektörle iş birliği üzerinden açıkladığı hedeflerinde ifadesini bulan, piyasaya ve hâkim sınıf ihtiyaçlarına yönelik üretimin, burjuvaziye sürekli olarak tampon olacak bir bilimsel üssün, akademinin değerleriyle birlikte mümkün olamazlığı, bu “olamazlığı” yaratıyor. Melih Bulu Boğaziçi’ne rektör olamaz derken, açıktan AKP’nin bir uzvu olarak hareket edecek, siyasi olarak üzerine giydiği gerici ve toplumun en geniş kesimlerinin çıkarını temsil etmeyen birinin, rektör olamayacağını söylüyor. Boğaziçi öğrencileri “Bulu rektör olamaz” derken, öğrenci hareketi içerisinde biriken rahatsızlıkla, giderek artan baskı koşullarına, içerisinde yaşanabilir bir hayatın imkanlarının giderek sınırlandırılmasına karşın, öğrenciler hala sözlerini ve taleplerini dile getirmeye devam edecekler, diyor.

ÖNCEKİ HABER

Sesimizi duyun, eğitim hakkımızı sağlayın

SONRAKİ HABER

Öğrenci hareketi öğreniyor, kendi rengini buluyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa