9 Ocak 2021 23:25
/
Güncelleme: 10 Ocak 2021 08:44

Avrupa'nın Gündemi | Virüsten en çok demokratik haklar engelleniyor

Almanya ve Fransa'da salgın gerekçesiyle haklara getirilen kısıtlamalarının toplum nezdinde ve yasalarda "normalleşmesi" riskine dikkat çekilirken ABD'deki Kongre baskını Avrupa'nın da gündeminde...

Avrupa'nın Gündemi | Virüsten en çok demokratik haklar engelleniyor

Fotoğraf: Pixabay | Kolaj: Evrensel

Koronavirüse bağlı olarak parlamentoya bile ihtiyaç duyulmadan uygulamaya sokulan yaptırımlar, Almanya’da halkın çoğu tarafından mantıklı bulunarak kabul görüyor. Yaptırımları eleştirenler hemen aşırı sağ, egoist suçlamasıyla karşı karşıya kalıyor. Süddeutsche Zeitung’dan Heribert Prantl, demokratik hakların korunması konusunda duyarlı olma çağrısı yapıyor.

Fransa’da Macron ve hükümeti, Sağlık OHAL’ini bir yıl daha uzatmayı planlıyor. Virüse karşı zorunlu olarak sunulan OHAL, bugüne kadar virüse karşı mücadelede yeterli olmadığı gibi hükümetin demokratik hakları daha fazla kısıtlayan önlemleri yasallaştırmasına olanak sağladı. Macron’un bu teşebbüslerine karşı tepkiler hızla artıyor.

ABD’de seçimlerden bu yana devam eden “Trump ne yapacak?​” tartışmaları, taraftarlarının Kongre binasına saldırısıyla yeni bir boyut aldı. Saldırı Avrupa basının da gündemindeydi.


YAŞASIN HER ŞEY KONTROL ALTINDA!

Heribert PRANTL
Süddeutsche Zeitung

Toplum kendini tehdit altında hissettiğinde güçlü devlete ihtiyaç duyar, Daha önceleri cehennemin dibine gitmesini dilediği otoriter devleti unutur, koruyucu, şefkatli devlet babaya çağrı yapar. Toplum korona döneminde olduğu gibi çok tehdit altında olduğunda ise saat başı, daha da yükselen sesle devletin sadece güçlü olması değil, daha da güçlü olması, mümkün olduğu kadar hızlı şekilde her şeyi yapması istenir. Devlet Napolyon gibi davranmalı. Koruyucu olmalı. Ve itaatkar olmayanları cezalandırmalı. Krizde devletle ilgili şikayetler durur. Prensip olarak neoliberal koşullarda özel sektörde her şey patronların keyfine göre yapıldığı için devlete çağrı pek de fena değil gibi. Ama şimdi sarkaç farklı yönde sallanıyor, devlete olan inanç abartılıyor.

Kriz zamanlarında birçok kişi kararlılık görmek ve baskıcı olsa bile yardımcı olacağı umuduyla otorite hissetmek ister. Anında karar alan politikacılar sevilir. Almanya’da devlet otoritesine karşı uzun zamandır görülmeyen bir özlem vardı zaten. Korona, yılların solcuları ve liberallerini bile kontrol ve güvenlik destekçileri yaptı. Psikanalist Erich Fromm, koşullar ne kadar kötü olursa insanların o kadar otoriter eğilimleri olduğunu söylemişti. Korona öncesi kuşku ve eleştiriyle yaklaşılan Büyük Birader, dost ve arkadaş haline geldi. Eskiden bilgilerin depolanacağı ve istismar edileceğinden endişe duyuluyordu, şimdi hastalık ve ölümle burun buruna yaşandığı düşüncesiyle bilgilerin depolanması ve gerekli kurumlara iletilmesi can kurtarıcı olarak görülüyor. Bu nedenle son zamanlarda Uzak Doğu’ya imrenerek bakılıyor. İnsanlar Avrupa’dan daha fazla disiplinin, daha az tartışmanın ve daha düşük enfeksiyon oranının olduğu Çin veya Güney Kore’ye saygı duyuyorlar. Uzak Doğu’da Büyük Birader Avrupa’dakinden çok daha etkili. Koronayı kontrol altına almak için çok sıkı bir gözetim var. Bu da özgürlüklerden feragat edilerek sağlığa kavuşulabileceğinin kanıtı olarak algılanıyor.

Güney Kore’de kredi kartı bilgileri, kart her kullanıldığında devlet kurumlarına iletiliyor; gay barda içkisini kartla ödeyen biri, ertesi gün hemen test edilmesi gereken bir telefon alıyor. Bu tür kontrol sistemleri elektronik ayak bileğiyle evde hapsi anımsatıyor. Otoriter sistemlerde herkes halk sağlığının tutsağı olur. Temel haklar, herhangi bir ön koşul olmaksızın herkes için geçerlidir. Aşılanmış ve aşılanmamış insanlar arasında fark yoktur. Koronadan önce de toplum artan tehlikelere maruz kalıyordu: Terörizm, organize suç, ekonomik suç, uyuşturucuyla ilgili suç, çevre tahribatı... Önceki bu belirsizlikler ve gündemdeki güvenlik yasaları şimdi korona kriziyle zirveye çıktı. Tehdit, öncekilerden farklı olarak herkes için geçerli. Bu nedenle, biri devlet babanın sokağa çıkma yasakları, okullar ve işyerlerinin kapanması kararlarına şüpheyle yaklaşıp uygun olup olmadığını sormaya cesaret ettiğinde çoğunluğun tepkisini çekiyor.

“Veri koruma”, Almanya’daki birçok vatandaş tarafından korona ile mücadeleyi daha etkili hale getirmenin önünde büyük bir engel olarak görülüyor. Veri korunması zaten zarar görmüştü, öncelikle Facebook ve benzerleri tarafından içinde delikler açılmıştı, sonra da faillere karşı koruma olarak da uzun süredir itibarsızlaştırılmıştı. Suçlu korona olduğunda, veri korumaya eskisine göre daha az sempati duyuluyor. Soyut verileri koruyor gibi görünüyor. Halbuki insanları, bütünlüklerini ve mahremiyetlerini koruyor. Korona korkusuyla temel bireysel haklar kolektifleştirildi. Her şey halk sağlığının gerisinde kaldı. Bireysel haklarını savunmaya kalkışanlar egoist damgasını yedi. Bu tümüyle yanlış. Bireysel özgürlükler herkese koşulsuz olarak garanti edilen haklardır. Bunları aşı yoluyla bile geri almak zorunda değilsiniz. Aşılanmış ve aşılanmamış kişilere garanti edilen haklardır. Tehlikenin içindeki tehlike budur zaten: İnsanlar, temel ve medeni haklar üzerindeki ciddi kısıtlamaların bir krizle başa çıkma stratejilerinin bir parçası olduğu ve orantısız olanın krizlerde orantılı olduğu gerçeğine alışırlar. Bireysel temel haklar sadece sınırlandırılmaz, karakterlerini tamamen değiştirirler: Onlara kolektif mülkiyeti korumak için ihtiyaç duyulur, uygulamaya sokulur ve istismar edilir. Korona geçerse, iklim felaketi gibi diğer kriz ve felaketlerde de gündeme getirilebilirler. İsrailli Tarihçi Yuval Harari, insanların elli yıl içinde bu salgını hatırlamayacaklarını ama 2020’nin tarihe gönüllü devlet gözetiminin hayata geçtiği yıl olarak geçeceği endişesini dile getiriyor. Toplumun bu gelişmeye karşı duyarlı yapılması zorunlu. Demokratik hakların korunması konusunda bağışıklık kazandıracak aşıya ihtiyaç var.

(Çeviren: Semra Çelik)


SAĞLIK OHAL’İ DAHA BİR YIL SÜREBİLİR

Lola RUSCIO
Humanite

İlk sokağa çıkma yasağından bu yana büyük bir klasik oldu artık. Hükümet Sağlık OHAL’ini birkaç ay içinde kaldırma sözü veriyor, ama ardından geri adım atıyor ve devam ettiriyor. Sağlık Bakanı Olivier Véran 16 Şubat 2021’e kadar sürmesi gereken (2020’de zaten uzatıldıktan sonra) olağanüstü hali, 1 Haziran 2021’e kadar uzatmayı düşünüyor. Defalarca belirttiği gibi hükümet, olağanüstü yetkilerle donanmadan virüsün yayılmasını kontrol altında tutmanın imkansız olduğunu düşünüyor, fakat buna rağmen virüs zaten kimi bölgelerde yükselmeye devam ediyor.

Dolayısıyla bu argüman, ilerici seçilmişleri ikna etmek için yeterli değil. Yeşiller Partisi (EELV) Senatörü Esther Benbassa’ya göre “Hükümetin aşılar konusundaki stratejisi, daha önce maske ve testlerde olduğu gibi fiyaskoya doğru gidiyor. Dolayısıyla sizlere soruyorum: Sağlık OHAL’inden çıkmayı neden ertelemek gerekiyor ki?​”. Senatoda, Yasalar Komisyonu üyesi olan senatöre göre “Olağanüstü hal salgına karşı mücadelede başarılı olmadı, fakat hükümetin daha fazla yetkiyi elinde merkezileştirmesine, kamu ve şahsi özgürlüklerimizi kısıtlamaya yaradı. Dolayısıyla daha fazla uzatmaya hiç de gerek yok, mevcut yasalar yeterli. Macron demokrasimizi incitiyor”.

Hazirana kadar bu uzatmaya paralel olarak hükümet, 31 Aralık 2021’e kadar sağlık OHAL’inden çıkmayı organize edecek bir ara rejimine geçmeyi de planlıyor. 7 Ocak Perşembe günü basın açıklamasıyla kamuoyuyla paylaşılan bu yasa tasarısı, 21 Aralık’ta Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan ve “Acil sağlık durumlarını idare etmeye yönelik kalıcı rejimi yürürlüğe sokma” tasarısının yarattığı polemiklerden sonra gündeme geliyor. Bu tasarı açıklanır açıklanmaz bir maddesi eleştirilerin merkezine oturmuştu: “Başbakan, insanların hareket etmesini, toplu taşımaları kullanmasını ya da kimi yerlere girmesi ve kimi faaliyetleri yürütebilmesini, virüse yakalanmadığını gösteren test sonuçlarını sunmasına, virüse karşı ön-buna aşı olmak da dahil- tedavi gördüğünü ya da iyileşmeye yönelik bir tedavi gördüğünü sunma koşullarını dayatabilir”.

Aşı olunmadığı koşullarda özgürlükleri kısıtlayan bu otoriter önlemin doğurduğu tepkilere karşı, (Sağlık Bakanı) Olivier Veran, metni başka bir zamana erteledi. “Hükümet krizden çıkmadan, en azından birkaç aydan önce Meclisin gündemine getirmeyecek” diye söz verdi.

Peki hükümet neden olağanüstü bir rejimi muhafaza etme ihtiyacı hissediyor? Hükümet yeni bir sağlık krizi durumunda özgürlükleri kısıtlayan önlemleri alma konusunda ellerinin serbest olmasını istiyor. 2015’te teröre karşı ilan edilen OHAL önlemlerinin iki yıl sonra mevcut yasalara dahil edildiği hatırlandığında, birçok insan Sağlık OHAL’inin de keza aynı şekilde yasallaştırılmasından çekiniyor.

İnsan Hakları Ligi’nin merkez yönetiminden olan Maryse Artiguelong’a göre, “Böyle bir risk elbette çok yüksek, zira bu hükümet bireysel özgürlükleri ne kadar da sevmediğini gösterdi”. Ona göre bu yeni rejiminin sürekli kılınmasının daha geniş bir çerçevede değerlendirilmesi gerekiyor: “Global güvenlik (yasa tasarısı) ya da şahısların siyasi düşüncelerini kayıt altına almayı sağlayacak fişlenmelerin genişletilmesini öngören yasalarla genelleştirilmiş bir takibe doğru ilerliyoruz. Hükümet, insanların -örneğin virüsten korkarak- tepki vermiyor oluşundan faydalanarak temel özgürlüklerimizi kısıtlıyor”. Böylesi bir rejim diğer Avrupa demokrasilerinde yok. 

(Çeviren: Deniz Uztopal)


CAPITOL’ÜN İSTİLASI: DEMOKRASİ TEHDİT ALTINDA

The Guardian
Başyazı

Neden bu kadar uzun sürdü? Maya Angelou “Birisi size kim olduğunu gösterirse, ilk seferinde ona inanın” demişti. Donald Trump’ın en sadık takipçileri ona inanıyor. Fakat diğerleri, ondan nefret edenler bile, bir sınırı olduğunu varsaymıştı. Kimse artık kayıtsız kalamaz. Çarşamba gecesinin kıyımı -silahlı ve hiddetli topluluğun Başkanın teşviki ile Capitol binasını istila ederek Kongrenin yönetimi barışçıl bir şekilde devretme çabasını durdurma girişimi- ABD tarihinde önemli bir nokta oldu. Richard Haass, Dış İlişkiler Komitesi Başkanı, şöyle diyordu: “Amerika-sonrası dönemin bir başlangıç tarihi olacaksa, çok büyük bir olasılıkla bugün o gün.”

Fakat bu aslında her zaman görünenin son ve karşı çıkılamaz ispatı oldu: Bu şahıs başkan olmaya sadece uygunsuz değil, aynı zamanda bu görevde kaldığı sürece de demokrasiye karşı bir tehdit. Politik başarısını yalanlar, demokratik standartları hor görme, bölünmeyi -özellikle de ırkçı açıdan- teşvik ve şiddeti çekicileştirme üzerinden inşa etti. Bunlar başkanlık yarışına girdiğinde görülüyordu ve Charlottesville kentinde beyaz ırkın üstünlüğü yanlılarına “Çok iyi insanlar” derken de bariz ortaya çıkmıştı. Seçimlerde başarı amacıyla makamını istismar ettiği için görevinden azli istendiğinde; seçimler çalınacak yalanını seçim sonrası evet çalındı yalanıyla devam ettirirken; taraftarlarını Washington’a çağırırken, onlara “Ülkemizi zayıflıkla geri alamayız” diyerek Capitol binasını hedef gösterirken hep ortadaydı.

Senato Çoğunluğu Lideri Mitch McConnell ve diğerlerinin cumhuriyetin durumu konusunda geç kalan takvaları takdiri hak etmiyor. Trump’a destek olan veya onun seçimleri çalma çabasına destek olanların hepsi suçlu. Seçmenleri bastırma ve seçim hileleri gibi daha hafif girişimlerde uzman olan Cumhuriyetçi elitler Trumpizm’i mümkün kılıp teşvik ettiler: Yanında durarak, soruşturma sürecinde sahip çıkarak, sessiz kalarak, yalanlarını yayarak. Bir kundakçıyı davet edip eline çırayı da verdikten sonra şimdi çıkan yangın felaketi karşısında bir bardak su veriyorlar.

Acil sorun Trump’a nasıl davranılacağı. Şiddeti kışkırtmaları göz önüne alındığında, son dakikada sözünü verdiği yönetimin barışçıl transferine güvenilemez. Senatoda Demokratlar’ın lideri olan Chuck Schumer görevinden hemen alınmasını istedi. Kabine üyelerinin, “uygunsuz” bir başkanın görevinden alınmasını sağlayan 25. maddenin uygulanmasını tartıştığı söyleniyor. Fakat burada sorun yetersizlik ve kapasite sorunu değil; daha uygun bir yöntem görevinden azli olacaktır. Trump’a ve kışkırttıklarına karşı cezai işlem, tekrar seçimlere katılmasını engellemek ve aynısını ileride yapmayı düşünecek olanlara açık bir mesaj vermek için gereklidir.

Asıl önemli olan ise Amerikan demokrasisinin nasıl kurtarılacağıdır. Çarşamba günü olanlar bazı Trump taraftarlarının uyanmasına yol açsa da bir çoğu şimdiden mazeret bulmaya, yanlış eşitlikle Black Lives Matter hareketine benzetmeye başladılar.

Amerika toplumunda ve kurumlarında bölünmüşlük yaygın. Capitol’ün savunmasındaki yetersizliğe bir soruşturma açılmalı. Özellikle de radikaller bu planları alenen tartışırken ve barışçıl BLM (Siyahların Hayatı Değerlidir) protestolarına karşı gösterilen aşırı güvenlik ve saldırgan tavır göz önüne alındığında. Onlarca milyon Amerikalı şimdi ABD’de seçimlerin çalındığına inanıyor: bir rapora göre Cumhuriyetçilerin sadece dörtte biri seçim sonuçlarına güveniyor. Sağcı medya yalanları körüklerken sosyal medya insanların alternatif politik kainatlarda yaşamasına fırsat sağladı. Facebook Başkanın hesabını sonunda dondurmuş olsa da; atı alan Üsküdar’ı geçmiş durumda. Bunların hiçbiri Joe Biden 20 Ocak’ta görevi devraldığında sona ermeyecek.

Demokrasi sadece yazıldığı kağıt üzerinde değil, pratikte işlediğinde, savunulduğunda varolmaya devam eder. Çarşamba günü Georgia eyaleti balotajında elde edilen -başkan yardımcısının oyuyla Senatoda Demokratlara çoğunluğu sağlayan- çifte zafer olabileceklerin bir göstergesi. Fakat bu sistemin üzerindeki kara bulutların gölgesinde küçücük kalıyor. Mücadele daha yeni başlıyor. Amerika halkına ne olduğunu gösterdi. Ona inanmalı ve gerektiği gibi davranmalılar.

(Çeviren: Haldun Sonkaynar)

Evrensel'i Takip Et