Feodalizmin vebasından kapitalizmin pandemisine
Nasıl Floransa soyluları bir distopyanın içerisinde kendi ütopyalarını var edebildilerse; bugün de burjuvazinin temsilcileri pandemi distopyasının içerisinde kendi ütopyalarını var ediyorlar.
Fotoğraf: Pixabay
Metin Berk SÜER
“Koruyucu önlemler etkisiz kaldı. Hastaların kentten içeri girmeleri yasaklandı. Dini törenlerde bir kez değil, belki bin kez aman dilendi. Sofular Tanrı’ya yakardılar. ...Amansız hastalık birden korkunç etkisini göstermeye başladı...”*
Yukarıdaki pasajın hangi tarihlerde yazıldığını ve bizlere ne anlatmak istediğini düşünürsek günümüzde yaşadığımız her şeyi doğrulayan pandeminin gidişatı ile oldukça benzerlik gösteren bir durumu tarif ettiğini düşünebiliriz. Hatta daha da ileriye giderek bu pasajın 2020 yılında yazılmamış olduğu gerçeğine inanmayacak olanlar azınlıkta olabilirler. Fakat bu pasaj günümüzde yaşananları anlatmak için değil ama oldukça benzeri bir durumun geçmişte nasıl yaşandığını anlatmak için bizlere bir yol gösterebilir. 1348 yılında İtalya’nın Floransa kentinde yükselmekte olan “veba” salgını tam olarak pasajın anlattığı bir atmosfer yaratmıştı. Binlerce insan hastalanmış, binlercesi ölüme mahkum olmuştu. Tıp biliminin ve ulaşılabilir sağlık hizmetlerinin oldukça gelişmemiş olduğu bu yıllarda nasıl bir yaşam sürüldüğünü göz önüne aldığımızda 1348 yılını bir geçmiş distopyası olarak tahayyül de edebiliriz Floransa açısından. Durum her ne kadar distopik olarak görülse de pasajın yazarı Boccaccio bu geçmiş distopyasının içerisinde bizlere bir ütopya anlatır, Floransa soylularının ütopyası. Decameron kitabında yaşanan veba salgınından korunmak ve içinde bulunulan tekdüze hayatı kırmak için bir araya gelen 7 kadın ve 3 erkek soylunun kentin uzak diyarlarında bulunan şatolarında ve evlerinde günlerini gün ederek kaliteli bir hayatın zevklerini tekrar tattıkları bir gerçeklik sunar bizlere. Floransa kentinde feodalizmin sınıfsal ayrımı, vebanın yayılma ve etki sınırlarını çizerken alt sınıflarda konumlanan insanlar için hastalanmak ama ölmemek en iyi ve tek seçenekti. Kentin soyluları içinse kentten uzaklaşma ve korunma imkanına sahip olmak bağlı bulundukları sınıfın zevkli hayatının şartlarından uzaklaşmadan daha farklı ütopik hayallerini gerçekleştirme imkanı vermişti. Onlar şatolarında birbirlerine hikayeler anlatıp, ziyafetler çekerken kırda ve kentte onların bu yaşam şartları için çalışan kişiler her gün ölmek ile ölmemek arasında ince bir ip üzerinde yürüyorlardı. Aslında yaşananlar günümüzün pandemi şartları ile birebir olmasa da bizlere oldukça anlaşılabilir bir karşılaştırma olanağı sunar.
KARŞILAŞTIRMANIN GÜNÜMÜZ TARAFI
2020 yılında yaşamaya başladığımız pandemi şartları çoğumuz için geçmişten bugüne yazılan distopyalara benzer bir sıkışmışlık yarattı birçok insanı hayatında. Kendimizi içinden çıkamadığımız bir distopyanın içinde hissetme durumumuz pandeminin gidişatı ve buna bağlı kısıtlar ile iyice derinleşti. Fakat bizler için bir distopya olan bu tekdüze, zevksiz ve gittikçe sıkıcılaşan hayat; başkaları için bir ütopya yazma olanağı da sunuyor. Tıpkı Boccaccio’nun anlattığı gibi bir distopya, ütopya ikilemi 2020 yılında bizlere tekrar kendini hatırlatmış durumda. Fabrikalara çalışmaya giden işçiler, dağıtıma çıkan kargo kuryeleri, her gün toplu taşıma kullanmak zorunda kalan binlerce insan için hasta olmak ve olmamak arasında oldukça ince bir çizgi var. Her ne kadar geçmişe göre tıp bilimi ve sağlık hizmetlerinde gelişmişlik düzeyi artsa da halen binlerce insan bu hizmetlere tam olarak erişemediği için pandeminin en kötü şartlarını deneyimliyor. Kentlerde ve kırda hayat 1348’e oranla her ne kadar değişmiş ve gelişmiş olmasının yarattığı farklılığa rağmen yaşananların birbiri ile benzemesinin yegane nedeni ise değişmeyen bir gerçeğin varlığından başkası değil: Sınıf farklılıkları. Nasıl Floransa soyluları bir distopyanın içerisinde kendi ütopyalarını var edebildilerse; bugün de burjuvazinin temsilcileri pandemi distopyasının içerisinde kendi ütopyalarını var ediyorlar. Üretimin ve kârın dolayısıyla zenginliğin ama bir yandan da sınıflar arasındaki ayrımın gitgide arttığı, tüm toplumun üretime katıldığı ölçüde evden çıkabildiği bir dünyanın tüm gerçeklerini yaşıyoruz. Kapitalizm ve onun temsilcisi burjuvazi kendi zevklerinden, harcamalarından, hayatın her alanında kurduğu tahakküm alanlarından vazgeçmiyor, daha da fazlasını alabileceği, daha da fazlasını yaşayabileceği bir ütopya için geride kalan tüm sınıflara bir distopya sunuyor. Gelecekte yaşanacak ütopyalar ve distopyalar da değil bunlar, günümüzün şartları ve sınıfsal ilişkileri ile şekillenen bir gerçekliğin yansımaları. Feodalizmin vebasından kapitalizmin Covid-19 pandemisine kadar geçen sürede sınıflar arasındaki ayrım sürdükçe distopyalar bizim, ütopyalar ise onların oldu ve olacak. Ta ki işçi sınıf bu ilişkileri tamamen ortadan kaldırana kadar.
*Decameron, Giovanni Boccaccio, sayfa 26, Oğlak Yayınları.