10 Ocak 2021 23:19

Katar’la uzlaşma İsrail ile normalleşmenin yeni adımı

Körfez ülkelerinin Katar'a uyguladıkları ambargoyu kaldırdıkları KİK zirvesine dair yorumlar Arap basınının önemli yer buldu. Bu kararın İsrail'le normalleşme süreciyle ilişkisine dikkat çekildi.

Fotoğraf: AA

Paylaş

Ali KARATAŞ
Kays ABBAS

Arap dünyasında geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmesi şüphesiz ki Suudi Arabistan’ın el Ula kentinde gerçekleşen zirve oldu. Zirvede tartışılan konuların ve alınan kararların ayrıntıları basında yer almazken sadece Katar’a ambargo uygulayan dört ülkenin, ambargoyu kaldırdıkları bilgisi verildi. Önce Körfez İşbirliği Konseyinin (KİK) bu güne kadar yaşadığı en büyük krizin nasıl patlak verdiğini kısaca hatırlayalım.

Kriz, Suudi Arabistan’a ait Al Arabiya ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) ait Sky News Arapça kanallarının 2017 haziranının başlarında Katar Emiri Temim bin Muhammed el Sani’nin, askeri mezuniyet töreninde yaptığı açıklamaları yayımlamalarıyla başladı. Katar Emiri, buradaki açıklamasında, İran’la anlaşmazlıkların tırmandırılmasına itiraz etmiş ve “Bu düşmanlık akıllıca olmaz” demişti. Bazı ülkelerin terör listesinde yer alan Hizbullah ve Hamas’ı “direniş hareketleri” olarak anmıştı. Akabinde Katar’ın Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır büyükelçilerini geri çağırdığı yönündeki bir açıklamaya tepki olarak, Katar merkezli el Cezire televizyonuna erişim, söz konusu ülkelerde engellenmişti. Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve BAE hızla Katar’la diplomatik ilişkilerini kesmişti.

Haziran sonlarına doğru Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır tarafından Katar’a 13 maddeden oluşan bir liste sunulmuştu. Listede İran’la diplomatik ilişkilerin kesilmesi, Katar’daki Türkiye üssünün kapatılması, Müslüman Kardeşler (İhvan), IŞİD, el Kaide ve Lübnan Hizbullahıyla ilişkilerin bitirilmesi ve el Cezire kanalının kapatılması gibi talepler mevcuttu. Bu taleplerin uygulanması Katar devletinin fiilen bitmesi anlamına geldiği için Katar tarafından reddedilmişti.

Son zirve ile 3 buçuk yılı aşkındır büren abluka bu şartlar yerine getirilmemesine rağmen kaldırılmış oldu. Rai al Youm gazetesi başyazısında Suudi Arabistan’ın el Ula kentindeki zirvede Arap katılımcıların dışında ABD başkanı olarak son zamanlarını yaşayan Donald Trump’ın damadı ve Başdanışmanı Jared Kushner’in varlığına dikkat çekti. Gazete, Katar ile uzlaşma zirvesinin, İsrail’le normalleşme için daha büyük bir adımın başlangıcı olacağı yorumunu yaptı. Kushner, BAE ile başlayan ve daha sonra birçok Arap devletinin katıldığı İsrail’le normalleşme sürecinin mimarı olarak biliniyor.

Katar’a yakınlığıyla bilinen el Arab el Cedid gazetesinden Beşir el Bekır, Körfez İşbirliği Konseyinin kurulduğu 1981 yılından bu yana en ciddi ve en uzun krizlerden birini geride bıraktığı yorumunu yaptı. Katar ile krizin ortaya çıkmasında Mısır gibi Körfez’de olmayan aktörlerin Körfez’in işlerine burunlarını sokmasının sebep olduğu değerlendirmesine yer verdi.

Lübnan’da yayımlanan el Ahbar gazetesinden Abdullah el Senevi ise zirveye katılan ülkelerin temsil düzeyindeki düşüklüğün, örtülü bir krizin habercisi olduğunu yazdı. Mısır zirveye dışişleri bakanı düzeyinde katıldı. Suudi Arabistan’ın en ileri müttefiki BAE’nin Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed zirvede yer almazken yardımcısını gönderdi.

Arap basınının geçtiğimiz haftanın diğer önemli konusu suikastla öldürülen İranlı General Kasım Süleymani’nin ölümünün birinci yılı nedeniyle yer alan yazılar oldu. Suudi Arabistan basınının amiral gemisi konumunda olan Şarkul Avsat gazetesinden Nedim Kuteyş konuyla ilgili dikkat çekici bir  değerlendirmeye yer verdi.

 

KATAR İLE İLGİLİ UZLAŞMADA ÜÇ ÖNEMLİ NOKTA

Rai al Youm
Başyazı

Salı günü el Ula’da gerçekleşen Körfez zirvesinin gerçeklerini özetleyen üç temel şey, gerçek hedeflerine ve sonrasında gelebilecek olası gelişmelere ışık tutabilir:

İlki: Suudi Hükümdarı Kral Selman bin Abdülaziz’in yokluğu ve oğlu Veliaht Prens’in bu zirvenin başkanlığını üstlenmesi, Prens bin Selman’ın taçsız kral haline geldiğini ve belki de resmi taç giyme töreninin uzun sürmeyeceğine işaret eden benzeri görülmemiş bir gelişmedir.

İkincisi: Amerika Birleşik Devletleri’nde daha önemli olayların varlığına rağmen, ABD Başkanı’nın damadı ve Başdanışmanı Jared Kushner’ın zirvedeki varlığı. Kushner, İsrail’le normalleşmenin “vaftiz babasıdır” ve bu zirvede ortaya çıkan “uzlaşma” bunun daha ileri bir başlangıcı olabilir.

Üçüncüsü: Prens bin Selman’ın kısa konuşmasındaki en önemli cümleler İran’ın nükleer ve füze programlarını ve İran’ın bölgedeki sabotaj projelerinin, bölgesel ve uluslararası barış ve güvenliğe tehdit oluşturduğunu ve bu tehlikelerle yüzleşmek için birleşme ihtiyacını ortaya koyduklarıdır.

Kushner’in bu zirveye katılımı ve Körfez uzlaşmasını kutlaması; anlaşmayla ilgili şüphe uyandırmakta ve uygulayan kişi olarak değil ama vaftiz babası olarak bu kişinin bu uzlaşmanın arkasındaki gerçek gündeminin ne olduğunu dolaylı olarak ortaya çıkarmaktadır. Katılan tarafların benimsemek dışında başka bir seçenekleri kalmadı ve tehlikeli sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklar. Burada Katar ve Suudi Arabistan Krallığından bahsediyoruz. Görünüşe göre Kushner ve Trump için önemli olan tek şey, Amerikan ve belki de İsrail uçaklarının Arap Yarımadası üzerindeki hareketlerini kolaylaştırmak için hava sahasını, kara ve deniz sınırlarını açmaktır. Bunun yanı sıra Netenyahu ve takipçilerinin, herhangi bir yeni saldırıda İran’ın nükleer ve füze programlarını ve altyapısını vurmak için Amerikan üslerine dayanması olduğu açık görünüyor.

Katar devletini boykot eden dört hükümetin tümü veya bir kısmı tarafından dayatılan 13 koşulun; özellikle el Cezire televizyonunun ve bağlantılı kardeşlerinin kapatılması, Müslüman Kardeşler hareketi ve diğer Körfez muhalefetiyle bağların koparması ve Türk askeri üssünün dağıtılması gibi 13 şartı kabul edip etmediğini soruyoruz.

Görmezden gelemeyeceğimiz diğer sorular, Bahreyn Kralının yokluğunun nedenleri ve Abu Dabi’nin Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed’in ve kardeşi dışişleri bakanının yokluğudur. Diğeri, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi’nin kendisine gönderilen daveti kabul etmesi ve özür dileyerek yerine gönderdiği Dışişleri Bakanı Semih Şükri’nin herhangi bir açıklama yapmadan bildirgeyi imzalaması ve gitmesidir.

 

KATAR ABLUKASINDAN DERSLER

Beşir el BEKİR
al Arab al Cedid

Körfez İşbirliği Konseyi, kurulduğu 1981 yılından bu yana en ciddi ve en uzun krizlerden birini geride bıraktı. Geçtiğimiz salı günü gerçekleşen el Ula zirvesi, Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve Bahreyn’in Katar’a uyguladığkları ve hükümetini zayıflatmayı amaçlayan haksız kuşatmanın üç buçuk yıllık sayfasının geride kalmasına yol açtı. Bugün Konseyin, krizin üstesinden gelmiş ve yeni bir aşamaya geçmeye başlamışken, Körfez’de evin içinin düzenlemesi ve krizin psikolojik etkilerini atlatmak için farklı bir ruhla ders alması ve çalışması büyük önem taşımaktadır. Çünkü Körfez ilişkileri üzerinde yeni kontroller kurmayı ve Mısır müdahalesinde olduğu gibi diğer başka tarafların Körfez’deki iç işlerine burnunu sokmasından kaynaklı yaralar bırakan süreçlere izin verilmemesi, güçlendirilmesi gereken bir noktadır. BAE’nin krizi patlatmaktan doğrudan sorumlu olduğu biliniyor, ancak kimse Mısır’ın bunun ana kışkırtıcısı ve motoru olduğunu inkar etmiyor. Kulislerden yansıyan bilgilere göre Kahire, son dakikaya kadar Körfez uzlaşmasına karşı çıktı ve 13 şartın uygulanmasına bağlı kaldı.

Kriz, el Ula zirvesinde resmen sona ermesine rağmen, İşbirliği Konseyinin yeni tuzaklara düşmemesi için krizde BAE’nin rolünün gözden geçirilmesi ve eleştirilmesi gerekiyor. BAE, krizi çok uzaklara götürmek isteyen önceki uygulamalarına bakıldığında ki bunlardan en önemlisi Katar devletinin itibarını sarsmak için savaş ilan eden medyasıdır, çok fazla potansiyelin ve çabanın boşa gitmesine ve kayıplara neden oldu.

Kuveyt devleti bu krizin aşılması için gösterdiği çabayla liderliği, halkı ve medyasıyla özel bir selamı hak ediyor. Çünkü Körfez Kardeşliği ve İşbirliği Konseyinin birliği endişesiyle hareket etti. Merhum Kuveyt Emiri Sabah el Ahmed, bazılarının askeri çatışma seviyesine taşımak istediği bir zamanda krizi kontrol altına almak ve şiddetlenmesini önlemek için büyük çaba sarf etti.

 

KÖRFEZ ZİRVESİNİN RESİMLERİ ... GÖLGELER VE SORULAR

Abdullah el Senevi
al Ahbar

Bir fotoğraf, perde arkasında olanların karmaşıklığını, hesapları, gölgeleri ve konferansın tutanaklarında hakim olan genel atmosferi özetliyordu. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Katar Devleti Emiri Tamim bin Hamad el Sani’yi karşılamasındaki misafirperverlik; uçağın merdivenlerinde yüksek sesle yaptığı karşılama devlet başkanlarını kabul etmedeki olağan gelenekleri aştı: “Krallık aydınlandı” dedi. Fotoğraf; atmosferi ve mesajlarıyla, uzlaşmazlıklar üzerine çevrilen sayfanın erken duyurusu gibi görünüyordu; krizdeki diğer tarafların da aynı pozisyonu benimsediğinden emin olmadan…

Uzlaşma fikrinin kendisini memnuniyetle karşılamanın yanı sıra, anlaşmanın sınırları ve dört ülke arasındaki farklar hakkında sorular ortaya çıktı. Katar’la üç yıldan fazla süren krizde “dörtlü ittifak” olarak adlandırılan yapıya katılan Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’a yönelik sorular... Koalisyon ülkelerinin temsil düzeyi, örtülü bir krizin ifadesiydi. Mısır el Ula’ya, Dışişleri Bakanı Semih Şükri ile katıldı, açıklamayı imzaladı ve ardından zirveye katılmadan ayrıldı. BAE, en tehlikelisi Yemen’deki savaş olmak üzere birçok bölgesel dosyada Suudi Arabistan’ın ana müttefiki güçlü adamı Muhammed bin Zayed ile değil, başkan yardımcısı ile katıldı. Bu, el Ula’da olanlara ve Suudi Arabistan’ın tek taraflı kararına ve diğer müttefikleri bir oldubittiye getimeye karşı bir tür itirazdı.

Uzlaşmanın geleceğiyle ilgili ihmal edilemeyecek çatlaklar mevcut. Körfez ülkelerinde uzlaşmaya yönelik hareket, halk desteğiyle karşılanmasına rağmen, bu, sağlam temellere ve güvenilir referanslara dayanmıyor.

 

KASIM SÜLEYMANİ: SUİKASTTAN DAHA FAZLASI

Nedim KUTEYŞ
Şarkul Avsat*

Donald Trump’ın General Kasım Süleymani’yi tasfiye etme kararının bölge düzeyinde ve dengelerinde çok büyük bir karar olduğu her gün daha da netleşiyor.
Büyüklük olarak onunla ancak George W. Bush yönetiminin Irak sınırlarını İran yayılmacılığına açan Saddam Hüseyin rejimini devirme kararı ile Maşrık (Levant) bölgesinin genelinde Mollalar karşısındaki engeli yıkan Refik Hariri suikastı kararı boy ölçüşebilir.

O; şahsiyeti, hareketi ve kararları ülkeleri, halkları ve milletleri etkileyen stratejik anlamlara sahip kişilerden biridir.

General Kasım Süleymani sadece İran rejimi içindeki büyük bir figür değil. Bir yıl önceki suikastından bu yana her geçen gün daha fazla keşfettiğimiz, bizzat rejimin derin devleti, içindeki denge noktası ve arkasındaki itici güçtür. Öldürülmesi, karşılık verememe acizliği ile eli kolu bağlı liderlerinin güç ve güvenlik denklemlerine ne fayda ne de zarar verecek sıcak açıklamalar yapmakla yetindikleri İran rejiminin prestijini tüketmeye devam ediyor.

Süleymani’nin birinci yıl dönümünün içerdiği olaylarla verdiği mesajlar nedir?

Birincisi, Kasım Süleymani sahadaki canlılığı ve medyatik sunumlarıyla İran İslam Cumhuriyeti’nin zayıflığını örten bir yapraktı. Yalnızca varlığı, İran’ın ulusal istatistiklerine göre 30 milyon İranlının yetersiz beslenmeden muzdarip olduğu gerçeğini örtüyordu. Yüzde 450 olan enflasyonun temel maddelerin büyük bir bölümünü etkilediğini, toplam iş gücü içerisinde işsizliğin yüzde 25 oranına ulaştığını, sadece son yılda dolar kurunun İran tümeni karşısında yüzde 162 değer kaydettiği gerçeklerini kaplıyordu. Kasım Süleymani bu güçsüzlük ormanını örten güç ağacıydı. Onun sayesinde İran, bir devlet olarak tek bir savaşa girmeden büyük bir askeri itibar kazandı. Öldürülmesinden sonra, Tahran açısından sahip olduğu bütün füze ve cephane prestijini yeniden tesis etmekte yetersiz kaldı.

İkincisi, Kasım Süleymani, İran’ın “İslam Cumhuriyeti’nin ön savunma hattı” adını verdiği, diğer bir deyişle kendisinin desteklediği mezhepçi milis grupları doğrudan yönetmekte ve onlara ilham olmakta eşsiz bir şekilde başarılı oldu. Ne var ki suikast, İran’ın prestiji kadar benzeri olmayan liderlerini kaybeden bu milislerin moralini de çökertti. Süleymani’nin yokluğunda, Washington’un Eski Irak büyükelçisi Ryan Crocker’a mesaj yazıp, şunu veya bunu yapmaması konusunda uyaran İranlı lider efsanesi de kayboldu.

Üçüncüsü, Kasım Süleymani’nin öldürülmesi bir noktada el Kaide Lideri Usame bin Ladin’in öldürülmesine benziyor. Yani ikisinin de suikastı, bütün kelime dağarcığı ile bir dönemin sona erdiğinin müjdesi. Bin Ladin, 2011 baharında Pakistan’ın Abbottabad şehrinde öldürüldüğünde, Arap dünyası, 11 Eylül ile başlayan ve Arap Baharı’nın başlangıcı ile sona eren 10 yıla veda ediyordu.

Şahsen, Süleymani’nin öldürülmesini de yeni bir dönemin müjdesi olarak görüyorum.

*Şarkul Avsat Türkçe sitesinden kısaltılarak alınmıştır.

ÖNCEKİ HABER

Ümit Can Uygun, kaçmaya çalışırken gözaltına alındı

SONRAKİ HABER

Romanlar, ırkçı ifadeler kullanan Erman Toroğlu hakkında suç duyurusunda bulunacak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa