Şair ve Yazar Mazlum Çetinkaya, Metin Göktepe anısına yazdı: Sütten Kesilen Acı
"Annelerimizin ismi aynı sayılır, biri Fadime diğeri Fatma, yani çocuğunu sütten kesen kadınlar aynı acının kavşağında tanıyorlardı birbirlerini…"
Fotoğraf: Eylem Nazlıer/Evrensel
Mazlum ÇETİNKAYA
Duvarların ve basın özgürlüğünün ışığında Metin Göktepe; ay lo lavo.
Haber programlarını kaçırmayan annem sordu bana bu sabah; Metin Göktepe’yi tanıyor muydun diye! Hani annesi vardı ya; adı Fadime.
Annelerimizin ismi aynı sayılır, biri Fadime diğeri Fatma, yani çocuğunu sütten kesen kadınlar aynı acının kavşağında tanıyorlardı birbirlerini.
Örülen duvarların arkasına seslenmiş ikisi de. Orlondan ördükleri kazakların içinde üşüyen çocuklarına seslenmişlerdi anneler, acıyı sütten kesen anneler…
Yirmi beş yıl olmuş acı sütten kesileli, annen ekmekten bir hayal örmeyeli…
Basın özgürlüğü, yasın özgürlüğü, duvarların ve ölümün özgürlüğü o kadar çok ilerledi ki bu son çeyrek asırda, burada, bu gittiğin duvarın yasında.
Belki elinde tutup karelerini çektiğin gazetenden de okuyorsundur buradaki haberleri; Boğaziçi’ndeki çocukları, kapılarını kelepçeledikleri akademinin hüzünlü gri duvarları.
Gürün’den içeri giriyoruz. Bizim buraya gelmek için Metin’in çocukluğundan geçiyoruz, Gürün’den Malatya’ya, yüzümüzde bir maske...
İçeri doğru giriyoruz, basın özgürlüğünden içeri doğru giriyoruz. Senden önce gidenlere doğru yol alıyoruz, “bir ölümden başka bir iç ölüme doğru” Hüseyin Deniz, Musa Anter, Namık Tarancı, Nazım Babaoğlu ya sonra Ferhat Tepe… Ve sana gelmeden bir kaç kent öncesinde geride kalan Uğur Mumcu.
İçeri, daha da içeri bir coğrafyanın bizden koparmak istedikleri yerinden içeri doğru girerken senden sonra gidenleri hatırlıyorum; Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink ve bir kartopu parçası üzerinden kanı bir kaldırımdan sıçrayıp bir duvara düşen Nuh Köklü.
Ve sütten kesilen daha birçok acı; sayamadığımız, sıralayamadığımız, korktuğumuz, yazamadığımız, görmek istemediğimiz birçok acı…
İçeri giriyoruz, Gürün’den içeri;
“bir acıdan bir başka iç acıya doğru yol alıyoruz.”
Bakıp yüzüne annemin; duvardan düşen Metin’i mi diyorsun, duvardan düşen gazeteciyi mi, diye soruyorum!
Yok, yok duvarın dibine uzanmış Metin’i soruyorum dedi.
Ve işte sonra öldürüyorlar bizi, biz duvarlardan düşüyoruz…
Ve sonra işte öldürüyorlar bizi, biz helikopterlerden düşüyoruz…
Ve sonra öldürüyorlar bizi biz durmadan düşüyoruz!
Düştüğümüz yerde üşüyor Sivas Gürün’den geçen bir yolcu.
“Ay lo lavo” bir annenin sloganı oluyor!
Biz her yıl bu duvardan düşerken acı sütten kesiliyor.
Duvarlar ve özgürlüğü öğrendiğimiz çocuklar;
Duvarlar; hapishaneden duvarlar.
Duvarlar; yoksulluktan duvarlar.
Duvarlar; demokrasiden faşizme dönüşen duvarlar.
Duvarlar; KHK’dan, kayyımdan duvarlar.
Duvarlar; adliyeden, adaletten meçhul duvarlar.
Duvarlar; Metinden, basından duvarlar.
Duvarlar; ölümden ve yastan duvarlar.
Dönüyorum anneme bakıyorum, sorduğu soruya cevap bekleyen gözlerine bakıyorum.
Bilmiyorum diyorum anneme; duvarları niye örüyorlar bilmiyorum, niye düşüyoruz duvarlardan bilmiyorum!
Metin diyor!
Metin’i sordum, tanıyor musun?
Tanıyorum anne, bir Metin vardı ölmedi! dedim.
Yüzümü döndüm sonra Gürün’de yağan bembeyaz kara doğru;
acı sütten kesilirken bir türkünün içinde Fadime adında bir anne ağlıyordu.