18 Ocak 2021 00:15

Dr. Reyhan Ünal Çınar: İktidarın reformdan anladığı farklı konuşanları bertaraf etmek

İktidarın reformdan anladığının kendisinden farklı konuşanları bertaraf edeceği bir gardını alma hali olduğu daha da netleşti.

Fotoğraf: DHA

Paylaş

Şerif KARATAŞ
İstanbul

Bu yıl siyaset gündeminin en önemli önemli tartışmalarından biri ‘reform’.

Adalet Bakanlığı, 2021’de de yargıda reform çalışmalarını sürdüreceğini belirterek bu kapsamda, yargı bağımsızlığı, yargı ve adalet hizmetlerinde performansın artırılması, hukuk eğitimi alanlarında yeni uygulamaların hayata geçirileceğini öne sürdü. Bakanlık pek çok alanda reformlar yapacağını belirtti, ‘2021 insan hakları eylem planı’nı açıklayacağını duyurdu. Ancak bu eylem planı içinde nelerin olduğu şimdilik somutlanmış değil.

Ankara Üniversitesinden Dr. Reyhan Ünal Çınar, iktidarın toplumun güvenini kazanmış kurumlara karşı bir takım yasal değişikliklere gittiğine dikkat çekti. Çınar, “Bu değişikliklerle iktidarın reformdan anladığının kendisinden farklı konuşanları bertaraf edeceği bir gardını alma hali olduğu daha da netleşti” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, 2021 yılını reform yılı ilan etti. 20 yıla yakındır iktidarda olan bir partinin bir yılı “reform yılı” ilan etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İktidarla toplum arasında ka(n)otik bir ilişki var. Şöyle ki iktidar bir süredir yalnızca kendi ihtiyacı olduğunda toplumla iletişim kuruyor, yoksa toplumu dinlemiyor, duymak dahi istemiyor. Reform konusunda da aynı. Toplumdan iktidara duyurulmaya çalışılan “iyileştirme umudu” olarak reform talebi uzunca bir süre dile getirildi. Açlıktan intiharların yaşanmaya, işsizliğin artmaya devam ettiği bu dönemdeyse iktidar uluslararası dokümanları kanıt göstererek, Türkiye’de artık yoksulluğun sorun olmadığını, işsizliğin değil, iş beğenmeyenlerin olduğunu söyleyerek, evine ekmek götüremediğini söyleyenlere çay paketi dağıttı. Yani Ayasofya’yı ibadete açarak, geçmişin mağduriyetini bir çırpıda giderdiğini söyleyen iktidar, kendi dönemindeki sorunları çözmedi. Böylece problemleri çözecek erillikte görülmeyen iktidara karşı toplumsal güven azaldı. Bunun üzerine iktidar el yükselterek, Barolar Birliği, Türk Tabipleri Birliği gibi toplumun güvenini kazanmış kurumlara karşı bir takım yasal değişikliklere gitti. Bu değişikliklerle iktidarın reformdan anladığının kendisinden farklı konuşanları bertaraf edeceği bir gardını alma hali olduğu daha da netleşti. İktidarın isteği ve kontrolüyle sınırlandırılmış olan “reform” vaadi, iyileştirmeyip, tırpanlayan yalnızca bir iktidar arzıydı. O yüzden de bu arz-talep farklılaşmasında talep edilen reform değil; iktidar değişikliğidir.

CUMHUR İTTİFAKI ORTAKLARI KURDUKLARI SİSTEME DE BİRBİRLERİNE DE GÜVENMİYOR

HDP’nin kapatılması tartışması yapılırken, AKP’nin Seçim ve Siyasi Partiler Kanunu’nda değişiklik yapılacağı yeniden dillendirilmeye başlandı. Bu bağlamda hem HDP’nin kapatılma tartışmasına hem de “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nde Siyasi Partiler ve Seçim Kanunu’nun olası değişikliği ile ilgili görüşünüz nedir?

Değişiklik arayışı iki tür güvensizliğin sonucu. Birincisi, bu arayışlar Cumhur İttifakı ortaklarının kendi kurdukları sisteme güvenemediklerini gösteriyor. İkincisiyse sisteme güvenmedikleri gibi, birbirlerine de güvenmiyorlar. Dolayısıyla birbirlerini köşeye sıkıştırarak, kendilerine mahkum etmek adına “En olmaz” talepleri kamu önünde dile getiriyorlar. Parti kapatma kararı da böyle. Zira bu karar AKP’nin ya uzak ya da yakın geçmişiyle vedalaşması demek. İslamcı geçmişiyle AKP, parti kapatmalarından hayli çekmiş bir parti. İktidarını da her fırsatta bu mağdur söylemiyle meşrulaştırıyor. MHP de AKP’nin böyle bir karar aldığında uzak geçmişini inkar etmiş olacağını, yani İslamcılıktan devşirdiği mağdur meşruluğunu yitireceğini biliyor. Zaten bunu da kendi milliyetçilik anlayışına karşıt olabilecek ittifak formüllerinden kurtulmak için istiyor. Beri taraftan varoluşunu AntiHDP üzerinden meşrulaştıran Cumhur ittifakı var. Bu ittifakın Yeni Türkiye tahayyülünde MHP’den kaynaklanan milliyetçi vurgu nedeniyle HDP’ye yer verilmez. Dolayısıyla, AKP parti kapatmaya yanaşmadığında yakın geçmişini yani Cumhur İttifakını inkar etmiş olacak. Elbette MHP kadar, muhalefetin ve en önemlisi seçim aritmetiğiyle araçsallaştırılmaya çalışılsa da HDP’nin de ne yapacağı önemli. Yine de belli bir öngörüyle değil; refleksle hareket eden bir parti olarak AKP’nin denk getirebildiği yolu izleyeceğini söyleyebilirim.

‘HEM SİSTEM HEM UYGULAYICI ANLAMINDA ARIZA MEVCUT’

Cumhur İttifakı 16 Nisan referandumuyla geçilen Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’nin devamını savunurken, Millet İttifakı ve muhalefetin belli kesimi de “güçlendirilmiş parlamenter sistem” önerisi dillendiriyor. Bu iki seçenek dışında başka seçenek mümkün mü?

Önce bunun salt bir sistem sorunu olduğundan emin olmak lazım. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) esasen bir sistem değil. Örneğin Mahir Ünal, muhalefetin cumhurbaşkanlığının tarafsızlığına yönelik eleştirisine, yeni sistemin hukuki tarafsızlık öngördüğünü, siyasi tarafsızlık iddialarının olmadığı cevabını verdi. Oysa Erdoğan de facto olarak uymasa da, Anayasa’da tarafsızlık şartı var. Yani hem sistem hem uygulayıcı anlamında arıza mevcut. Sistemsel arıza, AKP’nin anayasa yapma erki bulunmamasından dolayı CHS’yi parlamenter sisteme göre hazırlanmış anayasayla yönetiyor olması. Bu tam da AKP’nin patchwork tarzı-yamalama siyaset anlayışına uygun. AKP, eskiyi ortadan kaldır(a)madan ve hatta ihtiyacı halinde geçmişten devşirdiklerini yamaladığında yeni bir şeyi kurmuş olacağını düşünüyor. Ama tüm iktidar anlayışı geçmişi kutuplaştırıp, lime lime etmek üzerine kurulduğu için bu anlayış dikiş tutmuyor. O zaman da ikinci arıza olarak Ünal’ın cevabındaki gibi durumu, uygulayıcı kurtarmak için hukukun arkasından dolanan demeçler ortaya çıkıyor. Bence yerel seçimlerin kritikliği tam burada. Türkiye’de uzun zamandır alternatif çözüm üretmekle, arka kapıdan dolanmak karıştırılıyor. Belediye meclislerinde çoğunluk genelde Cumhur İttifakında olduğundan, Millet İttifakı belediye başkanları icraatlarını hayata geçirmede zorlanıyor.

Peki ne yapıyorlar?

Ekrem İmamoğlu’nun halk ekmek büfesi tartışmalarında hayata geçirdiği mobil büfe uygulaması gibi hukukun dışına çıkmadan, sistemin uygulayıcıya tanıdığı sınırı kullanarak alternatif çözüm üretiyorlar. Yani amaç mağdur gözükmek değil, icraatları hayata geçirmek. Yerel yönetimler sayesinde Türkiye’de uzun zaman sonra mağdurluğun öznesi değişiyor ve uygulayıcıların mağdur değil; mağdur eden ya da mağduriyetleri gidermek için inisiyatif alanlar olduğunu görüyoruz. Geçmişte ve/veya şimdi kendileri için kurdukları sistemin bile mağduru olmayı başaran iktidarlar galiba hep olacak. Ama artık toplum olarak lafa değil, icraata bakan biz olabildiğimize göre o zaman yeni sistem arayışlarına girmeden önce bize düşen de seçeneklerimizi “tüketenin” kim olduğuna bakmak olmalı.

ÖNCEKİ HABER

Belediye işçileri: Enflasyon karşısında erimeyecek bir zam

SONRAKİ HABER

İşimizi ve haklarımızı alana kadar mücadele edeceğiz

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa