Uzak komşum Hrant Dink
"Halkların kardeşliği Ahparig’ini her yılın soğuk Ocak ayında özlem ve hüzün dolu gözlerle anmaya devam edecek ve bir gün uzak komşular yakınlaşacak, iklim değişip Akdeniz olacak."
Fotoğraf: DHA
Kerem ÖZDAMAR
Ufuk Üniversitesi Öğrencisi/Ankara
“Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.”
Son yazısında böyle umut doluydu Hrant Dink. Yargılanma süreci, tehditler, saldırılara rağmen hala içindeki İstanbul sevgisiyle; yüzünde kocaman gülümsemesiyle bir şeylere sarılıyordu. Ancak bir tetikçi çocuğun kurşununda beliren “derin karanlık” dostlarının Ahparig’ini, aşık olduğu İstanbul’dan ayırdı. Tam 14 yıl geçti o cehennemin üzerinden, 14 senede ne Hrant Dink’i aramızdan alan karanlık aydınlatıldı ne de yeni Hrantların aramızdan ayrılmasına engel olundu.
Aslında hayatı kolay başlamamıştı. Yetiştirme yurtlarında kimi zaman akrabalarının yanında zor ama direnerek, dişinden tırnağından kazıyarak biriktirdikleriyle bir gazeteye hayat vermiş ve bu gazete ile kendi halkının sesini duyurmaya çalışmıştı. Toplumunun meyvesini yiyemeyeceği ağacı dikmek istemediği o umutsuz zaman sürecinde Hrant Dink dokunduğu yeri yeşertmeyi kafasına koymuştu. Mücadele vererek Tuzla'da bir yetiştirme kampı açmış, ancak onu düşman gören 12 Eylül zihniyeti o kampa da el koymuştu. Buna rağmen yine de yılmadı. Artan baskılara DGM soruşturmalarına rağmen herkesin 3-4 ay sürer dediği gazetesi Agos'u çıkarmaya devam etti. Hâlâ diğer evladı Agos yayınına devam etmekte... Yaşamı boyunca kendi kimliğini, Türkiyeli bir Ermeni olduğunu her yerde vurguladı. Bunu herkesin korktuğu ve kimliğinin bir küfür gibi kullandığı şartlarda yapmaya devam etti. Konferanslarda, televizyon programlarında yazısında hep bahsettiği zehirli akrep olan ırkçılığa karşı çıktı. Her fırsatta “topraklarımızda gözünüz var” diye suçlayanlara “Biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin bu toprakları alıp gitmek için değil, bu toprakların gidip dibine girmek için” diyecek kadar yaşadığı yerleri, ülkesini seviyordu.
Hrant’tan sonra neler oldu peki? Aslına bakılırsa hiçbir şey olmadı. Hâlâ o derin karanlık ve kimlik hamaseti bir hayalet gibi herkesin üzerinde dolaşmaya devam ediyor. Rakel Dink'in dediği gibi bir bebekten katil yaratan bu karanlığı sorgulamalıydık, ancak sorgulayamadık. Geride acı ve hüzünlü gülen Hrant Dink fotoğrafları kaldı. Hrant Dink cinayetine giden yolun taşlarını döşeyenler hâlâ köşelerinde yazılarına devam etti. Yargısı da oradan oraya sürüklendi durdu. “Yaralanıyoruz” diyordu Hrant Dink, sürekli düşman görülmekten. Oysa onun istediği sadece anlaşılmaktı. Bu topraklardan bir gecede göçüp giden atalarını anarak yaşamak ve anlaşılmak istiyordu, ancak olmadı. Ağlayarak anlattığı hikayesindeki gibi oldu sonu âşık olduğu İstanbul'da. Su çatlağını buldu ama yeşerttikleri buruk kalmaya devam ediyor.
“İki yakın halk, iki uzak komşu” birbirinden uzaklaşmaya devam ediyor. Ancak halkların kardeşliği Ahparig’ini her yılın soğuk Ocak ayında özlem ve hüzün dolu gözlerle anmaya devam edecek ve bir gün uzak komşular yakınlaşacak, iklim değişip Akdeniz olacak.