Biz susarsak kim konuşacak?
“Ülkenin geleceği genç nesli, düşüncelerini özgürce ifade edemeyecekse ve hakkını savunamayacaksa bu ülkenin gelişimi nasıl söz konusu olabilir?”
Fotoğraf: Evrensel
Emre GÖKMEN
Ege Üniversitesi
Boğaziçi’ne atanan kayyum rektör Melih Bulu’nun ardından Boğaziçi’de başlayan “kayyum rektör istemiyoruz” eylemleri ülke genelinde birçok üniversiteye de sıçrayarak diğer üniversitelerin kendi koşullarını tekrar sorgulamasına aracı oldu. Ege Üniversitesi de kayyumlardan ve atamalardan nasibini 2017 yılında almış ve son beş-altı yılda aldığı keskin dönüşümlerle kayyum ruhunu iliklerine kadar hissederek çizilen karanlık yolda devam etmekte. Bu karanlık tablonun yanı sıra topluluklardan arkadaşlarla dönemin Ege’de nasıl hissedildiğini konuştuk.
“EĞİTİMİN İÇİNE SİYASETİN KARIŞTIRILMASI KABUL EDİLEMEZ”
Topluluk yöneticisi Berkay, Boğaziçi’de tepkilerin bu kadar büyümesini doğru bulmadığını ve hocalar ile öğrencilerin ilk kez kurum dışından bir atamayla karşılaştıkları için ön yargılı yaklaştıklarını söylüyor. “Eğitimin içine siyasetin karışmasından dolayı bu kadar tepki verilmesini anlayışla karşılıyorum. Objektif olarak bakmaya çalışırsak eğitimin içine siyasetin karışması elbette kabul edilemez ama atanan rektörde Boğaziçi’de yetişmiş birisi” diyen Berkay Melih Bulu’nun yalnız AKP’de değil CHP’de de siyasetle uğraştığını belirtiyor. Boğaziçi eylemlerinin tüm üniversiteler için örnek olduğunu söyleyen Berkay “Provakasyon olaylarında da polisin müdahale ettiği gruptan iki kişi haricinde Boğaziçi Üniversitesi ile bir alakası olmadıkları söyleniyor. Ancak ben Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini ve öğretim görevlilerini tebrik ediyorum çünkü korkmadan çekinmeden bu konu hakkında düşündüklerini söyleyebiliyorlar. Tabi ki olması gereken bu ama günümüz Türkiye şartlarında düşünce özgürlüğü bile şüpheli” diyor ve bir örnekle tamamlıyor: “Kendi üniversitemden örnek verecek olursam 2017 yılında rektör olarak şu an görevine devam eden Necdet Budak atandı ve yine kayyum rektör durumu diyebiliriz. Geçtiğimiz günlerde Boğaziçi olayından sonra bizim üniversitemizde de kayyum rektör istifa sesleri geldi. Dediğim gibi öğrencilerin bu tepkileri aslında diğer üniversitelerdeki öğrencilerin düşüncelerini de korkmadan dile getirebilmelerine yol açtı.”
“TÜZÜK DEĞİŞTİ, TOPLULUKLAR SKS’YE MUHTAÇ DURUMA GELDİ”
Seçim talebine ilişkin ise hak ihlali olduğunu belirten Berkay “Ben seçilmesi gereken rektörün öğretim görevlileri tarafından seçilmesi taraftarıyım hatta bana kalırsa üniversite içindeki toplulukların da bu konuda söz hakkına sahip olmaları gerektiği kanısındayım sonuçta bizler de bu okulun birer parçalarıyız ve oy kullanma hakkımız olmalı diye düşünüyorum” diye belirtiyor. 2017’de atanan Necdet Budak’ın ilk işlerinden birisinin 20 yıldır değişmeyen topluluklar tüzüğünü değiştirmesine atıfta bulunan Berkay “Topluluklar tüzüğü meselesine gelecek olursak, SKS’nin zaten topluluklara sağladığı kolaylıklar ve desteklerin çok az olduğunu düşünüyorum ve değişen tüzükle beraber topluluklar daha çok SKS’ye muhtaç duruma düştü diyebiliriz. SKS’ye sormadan hareket edemez hale geldiklerini söyleyebilirim. Bana göre içerisinde birkaç olumlu madde var ancak dediğim gibi büyük resimde toplulukların hareketleri çok kısıtlı hale getirildi. Bu durumlardan kaynaklı olarak topluluk faaliyetlerinde gözle görülebilir bir oranda azalışlar meydana geldi” diyor.
“SORUN SADECE BOĞAZİÇİLİLERİN DEĞİL, TÜM ÜNİVERSİTELERİN MESELESİDİR”
Ege Üniversitesinden bazı toplulukların Boğaziçi ile dayanışma için ortaklaştırmak istediği metinde de bu sorunla karşılaşıldığını aktaran Berkay “Boğaziçi Üniversitesinde yaşanan olayları desteklemek isteyen topluluklara da yapılan bu tehditvari yaklaşımım kesinlikle doğru olmadığını düşünüyorum. SKS’nin bu şekilde yaklaşımı aslında öğrencileri korkutmayıp daha çok cesaretlendirmeli diye düşünüyorum. Bu sebeplerle Boğaziçi meselesi sadece o üniversite öğrencilerinin ve öğretim görevlilerinin meselesi değil bütün üniversitelerin meselesidir. Ülkenin geleceği olan genç nesli düşüncelerini özgürce ifade edemeyecekse ve hakkını savunamayacaksa bu ülkenin gelişimi nasıl söz konusu olabilir?” diyor. Bir çözüm önerisi olarak öğrenci konseylerini işaret eden arkadaşımız “Bana göre bu tarz durumlarda üniversitelerin öğrenci konseyleri toplanıp birlik ve beraberlik oluşturmalı ama özellikle Ege Üniversitesinde baktığımızda öğrenci konseyinin işleyişinin bu şekilde olmadığını net bir şekilde görüyoruz. Bu durumlarda öğrenciler birlik içerisinde olup bir araya gelip bu sorunları tartışmalılar. Bu yanlış bir şey değil ülkenin gündeminde olan ayrıca bizi de ilgilendiren bir durum hem üniversitenin buna karşı tepki vermesi hem de öğrenci konseyinin bu duruma sessiz kalıyor olması gerçekten çok üzücü bir durum diyebilirim” diyerek sözlerini tamamlıyor.
“TERÖRİST DİYE YAFTALAMAK AŞAĞILIK BİR İFTİRA”
Felsefe Topluluğundan Nuşin yukarıdan atamanın, baskıcı bir rejim ile yönetimi kendi siyasi görüşleri açısından yönlendirmeye çalışmak olduğunu söyleyerek başlıyor. “Bu yönlendirme sonucunda da öğrencilerin eğitim hayatına yatırılması gereken kaynakların başka yerlere yatırıldığı görülür bir şey. Mesela üniversitenin içerisindeki yeşil alanların beton yığınlarına dönüştürülmesi örnek olabilir. Bu gibi sorunları görmemek için ise öğrencilerin kendi eğitim alanlarını korumaya çalışması doğal bir durum” diyen Nuşin Boğaziçi eylemleri boyunca en çok kızdığı şeyin öğrencilere terörist denmesi olduğunu söylüyor. “Terörist olarak yaftalanmak son derece aşağılık bir iftira. O nedenle en çok buna sinirleniyorum” diyen arkadaşımız, “Ege’de bu rektör yerine başka rektör olsa ne yapardı bilmiyorum. Belki cami yapmazdı, 15 Temmuz anıtı dikmezdi ama onun dışındaki tüm şeyleri yapabilirdi” diyerek sözünü tamamlıyor.
ATANAN REKTÖRLER BİZİM FİKİRLERİMİZİ YANSITAMAZ
Başka bir topluluk yöneticisi arkadaşımız ise “Günümüzde üniversiteler, öğrenciler için toplum olaylarından ve siyasetten uzak kalmak istedikleri, kendilerini bu olaylardan bağımsız geliştirmek istedikleri bir ortam. Ancak bu olaylar öğrencileri siyasetin içine çekerek ellerinde kalan ümitleri yok etmek, hayalleri üzerinde kontrol sağlamak için yapılmış hissiyatı oluşturuyor” diyerek başlıyor. Atama usulüne karşı olduğunu söyleyen arkadaşımız “Biz öğrenciler, öğretim üyeleri bu ülkede geleceği temsil eden, fikirleri dikkate alınması gereken bir kesimiz. Bu sebeple kendi fikirlerimizi ortak olarak açıklayacak, savunacak kişiyi kendimiz seçebilmeliyiz. Eğer rektörler atanırsa, bu kişiler bizim fikirlerimizi değil, onlardan istenen fikirler savunacak hissiyatı yaratmakta. Bu da bizlerin fikirlerimizin dikkate alınmadığı, önemsiz kişiler olduğumuzu düşündürüyor” diyor.
“1984’ÜN SİMÜLASYONUNU YAŞAMAK ZORUNDA MIYIZ?”
Ege’deki atamanın ardından üniversite koşullarının değişimine değinen arkadaşımız “Öğrencilerin okul içerisinde özerk ve özgür şekilde yaşamları kısıtlandı. Karşıt görüşlerin ses çıkarma hakkı, düşünce özgürlüğü kısıtlandı. Karşıt görüşü susturmanın bir işe yaramayıp, kötü sonuçlara sebebiyet verdiği tarihin farklı noktalarında tekerrür etmiştir” diyor ve ekliyor: “Her fikir savunulmaya, konuşulmaya değerdir. Eğer bu fikirleri en çok geliştiğimiz, özgür hissettiğimiz, geleceğimizi düşündüğümüz gençlik döneminde, genç insanlar da konuşmazsa kim konuşabilir? Bir düzen içerisinde istenen kalıplarda mı yaşamamız gerekiyor? Bizler farklı olmak isteyemez miyiz? 1984 kitabının simülasyonunu yaşamak zorunda mıyız?” Yayınlanan ortak metinde toplulukların çekinceli davranmasının anlaşılabilir olduğunu söyleyen arkadaşımız meclis kürsüsünde olduğu gibi insanlarında düşünce özgürlüğü olması gerektiğini düşünüyor. “İnternette özgürlük savunulurken, fikirlerimizi özgürce konuşabileceğimiz bir ortam bulmuşken, Whatsapp’ta yazdıklarımız yüzünden yargılanıyoruz. Whatsapp konuşmalarımız delil olarak sayılıyor” diyor ve “Şu dönemde otosansür hayatımızın bir parçası, değil konuşmak düşünürken bile temkinli davranıyoruz. Milletvekillerinin hapse atıldığı, Avrupa’da en çok gazetecenin tutuklandığı ülkede bir öğrencinin tepki göstermekten korkmasından normal ne olabilir?” diye soruyor.
“BİZ SUSARSAK KİM KONUŞACAK?”
“Öğrenciler toplu olarak hareket ederse toplu olarak ceza almaktan çekiniyor. Okulumuzda zamanında yaşanan bir olaydan ötürü, bu olayda bulunan öğrenciler değil, okul ceza aldı. Okulumuz hapishane gibi kapatıldı, yeşil alanlarımız öğrencilerin toplanmasını kısıtlamak amacıyla kapatılmış durumda” diye belirten arkadaşımız “Eğer öğrenciler toplu tepki verirse birimizi değil hepimizi, olaya bulaşmayan arkadaşlarımızı da cezalandırırlar korkusuyla çekiniyorlar. Ancak sustuğumuz dönem başında kararlar bize dayatılırken bugün sesimiz kısılmış, görüşlerimiz önemsenmez duruma gelmiş durumda. Bugün susarsak yarın nasıl bir hayatımız, geleceğimiz olacak? Biz susarsak kim konuşacak?” diyerek sözlerini tamamlıyor.