20 Ocak 2021 00:00

Hukukun yargısız infazı

Yürütme erkinin, sermayenin çıkarlarını korurken en temel hakları da ezecek kararları alabilmesi için hiçbir engele takılmaması elzemdir.

Fotoğraf: Pixabay

Paylaş

Mete Kağan YILDIRIM

İstanbul

Anayasanın anlamının ne olduğu bir dizi hukukçunun uzunca bir süredir sürdürdüğü temel tartışmaların başında gelmektedir. Aslında bir grup “azınlığın” akademik düzlemde tartışmasının nesnesi haline gelen anayasa kavramı büyük ölçüde, bir yandan devletin biçimini, organizasyonunu ve sorumluluklarını ifade ederken diğer yandan vatandaşların görevlerini ve haklarını ifade eden “normlar hiyerarşisinin” en üst mertebesi olarak tanımlanmakta. Ortalama ve uzlaşılan bir tanımdan dahi yeterli sonuçlar çıkarabilmek mümkün. Anayasanın, vatandaşların günlük yaşamın her alanındaki haklarını güvence altına alması, normlar hiyerarşisine uygun bir biçimde işlemesi gerekmektedir. Ancak bugün bu ikili gerekliliğin ne kadar işlediğini “azınlığın” ezberinden değil, anayasanın hükümlerine tabi milyonların yaşamından öğrenebiliriz.

Anayasal demokratik hakların kullanımının yasal herhangi bir dayanak olmadan ya da usulsüz bir biçimde engellenemeyeceğini, kısıtlanamayacağını biliyoruz. Mevcut hukuk sisteminin iskeleti olan normlar hiyerarşisi gereği de Cumhurbaşkanı kararnamelerinin kanunlara, kanunların da anayasaya dikey bir tabiliği söz konusu. Ancak AKP-Erdoğan hükümetinin anayasa değişikliği ile piramide dahil ettiği kararnameler bugün taşıdığı muhtevalar ile “kanun-anayasa üstü” bir pozisyonda durmaktadır. Yürütme erkinin, sermayenin çıkarlarını korurken en temel hakları da ezecek kararları alabilmesi için hiçbir engele takılmaması elzemdir. Dolayısıyla AKP-Erdoğan hükümetinde dikey müdahaleler de yetmemekte, genelge/valilik kararı/tepeden gelen emir gibi yatay müdahaleler de bu dönemin modası haline gelmiştir.

SERMAYEYİ KORUMAK İÇİN ANAYASA YOK SAYILIYOR

Anayasa’nın 54. Maddesi, toplu iş sözleşmesi görüşmelerinden doğan uyuşmazlıklarda taraf olarak işçilerin grev hakkına sahip olduğunu ifade ediyor. Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 63. Maddesine göreyse Cumhurbaşkanı hukuki geçerliliği olan grevi genel sağlığı veya milli güvenliği bozucu nitelikte değerlendirip erteleyebilir. Tabloya bakıldığında 18 yıllık iktidarı boyunca AKP-Erdoğan hükümeti, 17 grevi kararname ve kararlar ile erteleme adı altında engelledi. 194 bin işçinin, anayasal güvence ile garanti alınan bir hakkı gasp edilmiş oldu. Kanunda manevra alanı sağlayarak grevleri erteleme kararı aldıracak “gerekçeler”in sınırlı olmasına karşılık bir bankada olacak grev “ekonomik ve finansal istikrar”, bir ilaç fabrikasında olacak grev ise “genel sağlığı bozucu nitelik” gerekçe gösterilerek engellenebilmektedir. Kararnameler kanun-anayasa ile denk tutularak sermayenin korunması, işçilerin çalışma ve yaşam standartları için mücadele edeceği olanaklara tercih edilmektedir. Oysa ne belirtilen sınırlı gerekçelerin yeterliliği tek bir kişinin/kişilerin değerlendirmesiyle ölçülebilir ne de anayasal bir hak yine anayasanın çizdiği yetki sınırlarını aşarak engellenebilir. Kararları bağlayıcı olan ancak “arkadaş önerisi”ne dönüşen Anayasa Mahkemesi’nin emsal kararları da bu savın altını net bir şekilde çizmektedir.

Bu süreçte AKP-Erdoğan hükümeti pandemi sürecini ileri sürerek işçilerin, gençlerin, kadınların tepkisini ve hareketini engelleyecek yerel yöntemlere de başvurdu. Anayasa’nın 34. Maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasına kadar valilikler pandemi yokmuş gibi davranır, önlemler almazken; alacakları ödenmeyen Soma-Ermenek maden işçilerinin ve sendikal nedenle işten tazminatsız atılan, ücretsiz izne zorlanan Systemair HSK, Özer Elektrik ve Baldur işçilerinin Ankara’ya yürüyüşleri valilik kararlarıyla pandemi gerekçe gösterilerek engellendi. Gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına erişmek isteyen işçiler kolluk şiddeti, gözaltı, para cezaları ve tepeden bir emire istinaden “Biz devletin gücüyüz, neler yapabileceğini orada gösteririz size” tehditleriyle ile karşı karşıya kaldılar. Melih Bulu'nun Cumhurbaşkanı tarafından atanarak Boğaziçi Üniversitesine rektör olmasının ardından gerçekleşen üniversite gençliğinin eylemleri, belirli iki ilçeye özel karar ile yasaklanmıştı. Üniversite gençliğinin anayasal-demokratik bir hakkı kullanarak taleplerini yükseltmesini telaşla karşılayanlar, valilik kararında Türkiye Cumhuriyeti'nin hukuk devleti olduğunu, vatandaşlarının da kanunlar önünde eşit sayıldığını hiçbir şey olmamış gibi gülünç bir biçimde hatırlatıyordu.

SALDIRIYI GÖĞÜSLEMELİYİZ

Çok uzak bir tarihe ait olmayan bu örneklerde, “dünyanın en demokratik ülkesi” iddiasında olan merkezi idarenin ve onun gölgeliği yerel idarenin, gerçekleşen eylemlerin öznesine ve gündemine göre tutum sergilediğine şahit olduk. Yücelerin yücesi anayasanın mevcut diğer ilkeleri de dahil olmak üzere, ibareleri, haklar tek bir celsede ortadan kaldırılabilmektedir. En temel anayasal-demokratik haklara dönük saldırılardan toplumun geniş bir kesiminin nasibini aldığı bir gerçek. Bu saldırılara karşı haklarımızı nasıl savunacağımız ve kendi hukukuna dahi tahammülü olmayanlara karşı ne yapabileceğimiz soru işareti olabilir. Kendi hayatımızı ilgilendirmediğini düşündüğümüz, aslında bugün değil en geç yarın yaşamamız pek muhtemel olan hak ihlallerine ve kazanımlarımıza dönük saldırıları topyekün göğüslemeyi tercih etmemiz gerekiyor. Üniversite gençliğinin kayyum rektöre karşı gerçekleştirdiği eylemde çalışma ve yaşam koşulları için mücadele eden belediye işçilerinin gösterdiği dayanışma, Boğaziçi öğrencilerinin hakları gasp edilen Bimeks işçilerine omuz vermesi de iyi bir yanıt olabilir.

ÖNCEKİ HABER

Dün sustuklarımız bugün karşımızda 

SONRAKİ HABER

Evrensel'e kesilen cezalara karşı okurlarımızın dayanışma ilanları -20 Ocak 2021

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa