Üniversitelerde mücadele kitlesel örgütlerle rengini bulacak
Bu baskı ve saldırı fırtınasının içerisinde ayakta kalmanın ve fırtınanın yönünü değiştirebilmenin yolu mücadelenin kökünün kitleler içerinde derinleşmesi, dallanıp budaklanmasından geçmektedir.
Fotoğraf: Evrensel
Ekin Yoldaş KALI
Ankara
Boğaziçi Üniversitesi’ne Cumhurbaşkanı ve AKP başkanı Erdoğan tarafından, AKP’li Melih Bulu’nun rektör olarak atanmasının ardından gelişen protestolar öğrenciler, akademisyenler ve dayanışma gösteren çeşitli kesimler tarafından Boğaziçi’nde ve ülkenin başkaca üniversitelerinde sürdürülüyor. Erdoğan “eğitimde ve kültürde fikri iktidarı sağlamayı başaramadık” serzenişini yakın zamanda tekrarlamıştı. Bu rektör ataması da kültürel ve fikri iktidarı üniversitelerde tahsis etme, üniversiteleri anonim şirketler haline getirerek burjuvazinin tam emrine verme hedefleri doğrultusunda gerçekleşti. Dolayısıyla süregelen tek adam tek parti rejimine dayalı gerici-faşist bir politik rejim inşası nedeniyle toplumun çeşitli kesimlerinden de itirazlar ve tepkiler ile karşılaştı. Bir yandan ise protestoların nasıl devam edeceği, bu konuda kararların hangi mekanizmalarla alınacağı üzerinden tartışmalar ise üniversite gençliği içerisinde devam ediyor. Bu tartışmalara dair üniversite hareketinin ihtiyaçları doğrultusunda birkaç not düşmeye çalışacağız.
MÜCADELEYE SÜREKLİLİK KAZANDIRMAK
Öncelikle ortaya çıkan protestoların, eylemlerin iki temel talebinin olduğunu hatırlamakta fayda var: atanmış bütün rektörlerin istifa etmesi ve rektörlük seçimlerinin tüm üniversite bileşenleriyle gerçekleştirilmesi. Bu talepler en temel hak ve özgürlüklere dayanmaktadır ve bu taleplerin kendisi gibi bu talepler için mücadele de son derece meşrudur. Ancak bu mücadelenin nasıl sürdürüleceği sorunu, mücadelenin genişlemesi, kitleselleşmesi başarılar ve kazanımlar elde etmesi, yarının mücadelelerine de bu şekilde bağlanması noktalarıyla en az talepler kadar önemlidir. Boğaziçi ile başlayan eylemlilik sürecine bulutların arasından değil yeryüzüne inerek bakarsak üniversite gençliğinin çok önemli bir kısmının eylemlere dahil ol(a)madığını görebiliriz. Elbette bu sınıf, bölüm temelli dijital ağlarda tartışmaların yürümediği, buralarda hareketliliğin olmadığı anlamına gelmemektedir. Pandemi nedenli nesnel koşullar, üniversitelerin kapalı olması gibi durumlar da belirleyici etkenlerdir. Hatta bu koşullara rağmen kitlesel eylemler gerçekleşmiştir. Ancak üniversitelilerin bu mücadeleyi sahiplenmesi ve haklı görmesi başka, çeşitli biçimlerde ve araçlarla bu mücadelenin içerisinde yer alması başkadır. Bu mücadelenin süreklilik kazanabilmesi için üniversite gençliğinin kitleselleşen bir biçimde bu mücadelenin içerisinde yer alması gerekmektedir. Bunun için üniversitelilerin kendilerini ifade edebilecekleri, karar alma süreçlerine dahil olabilecekleri, kendi kararları doğrultusunda harekete geçecekleri alanlara ihtiyacının olduğu; bu konu üzerine az çok derinlikli düşünenlerin rahatlıkla anlayacağı bir sorundur.
ÖĞRENCİLERİN DAHİL OL(A)MADIĞI YAPILARLA NEREYE KADAR?
Bu eksenin karşısındaki temel yaklaşımı ele alalım. Üniversite Dayanışmaları üzerinden ya da “sol, demokrat, devrimci” gençlik örgütlerinin kendi aralarında ortaklaşmalarıyla eylemliliklerin merkezileşerek birleşmesi, sürdürülmesi ve karar alma süreçlerinin bu yapılara dayanması. Bugünün koşullarında üniversite gençliğinin kitleselleşen bir biçimde bu mücadeleye dahil olmasını üniversite dayanışma ağlarıyla ya da kimi politik gençlik örgütleriyle sınırlı karar alma süreçleriyle gerçekleşeceğini beklemek bir hayale inanmanın ötesine geçemeyecektir. Nitekim bu yapıların kitle temsiliyetleri ve kapsayıcılıkları çok cılızdır. Karar alma süreçlerini kendileriyle sınırlayanlar, bu süreçlerin topluluklar, kulüpler, bölümler ve sınıflar temelindeki yapılarla sürdürülmesi gerekliliği ortaya konduğunda “bu harekete ket vurur”, “hareket akıyor biz durup forum mu yapalım”, “toplulukların-kulüplerin siyaseten birlikleri yok o yüzden doğrusunu biz biliriz”, “biz yapalım onlar gelsin” karşı çıkışlarında bulunuyorlar. Öte yandan kitleleri harekete kazanmaya çalışanlara da “siz hareketin önüne geçiyorsunuz”, “siz hareketi bölüyorsunuz” suçlamalarını oldukça rahat bir biçimde yöneltebiliyorlar. Bu yaklaşım dar grupçudur ve yeni değildir. Nedeni ise üniversiteli gençlik yığınlarının eğilimlerini görememek ya da görmezden gelmek, nesnel koşullara uygun mücadele yöntemleri ve araçlarının ihtiyacını kavrayamamaktan ileri gelmektedir. Öyle ki, kimi gençlik örgütleri “üniversiteliler bunu istiyor” diyerek kendi politik taktiklerini gençlerin eğilimi olarak ilan etmektedir. Bu hayatı ve gerçekliği kendi temas ettiği oldukça sınırlı bir alandan okumak ve gerçekliğin “bu böyledir” diyerek değişeceğini zannetmek gafletinden başka bir şey değildir. Bunun yanında mücadele yalnızca eylem-gösteri yapmaya indirgenmektedir. Oysa hareket birçok kanaldan beslenir ve eylem yapmak mücadelenin araçlarından yalnızca biridir. Hareketi yalnızca bir yerden bir yere gitmek gibi fiziki yer değiştirmelerle sınırlı görmek bütünlüklü bir kavrayışın yoksunluğunu göstermektedir. Halbuki hareketi oluşturan unsurların yani konumuzda üniversitelilerin bilinç ve örgütlenme düzeyleri eylemlerin niteliğini ve niceliğini doğrudan belirlemektedir. Üniversite gençliğinin yerellerde kitlesel birlikteliklere dayanan araçlarla mücadeleye dahil olması için çaba göstermek harekete ket vurmak değildir. Tersine hareketin ilerlemesinin koşuludur. Anlaşılan hareket derken dar grupların eylem taktiklerinden bahsedilmektedir. Her üniversitenin kendi koşullarına ve özgünlüklerine göre eylemlilikler oluşturmasını esas almak da eylemleri bölmek değil aksine genişlemesini sağlamaya çalışmaktır.
ÖĞRENCİLERİN KENDİ KARARLARINI ALMASI ESASTIR
Peki, kendi çıkarlarını hareketin çıkarlarının önüne koyarak “ben yaparım olur” anlayışıyla üniversitelilerin kitlesel biçimde karar süreçlerine dahil olmasına engel olmak nedir? Bu açıkça hareketin kitleselleşmesiyle dar grupların ayakları yere basmadan durdukları yerdeki pozisyonlarının sarsılması endişesidir. Hareket hızla akıyor bunları yaparsak gerisinde kalırız karşı çıkışı gerçekliğe denk düşmemektedir. Halihazırda on binlerin akın ettiği bir hareketlenme olmadığı gibi gerekli mücadele araçları olmadan hareketin topal kalacağı ortadadır. Örgütsüzlüğün basiretsizliği defalarca kez görülmüştür ve örgütlülük dar gruplarla, siyasetlerle sınırlı değildir, olamaz. Hareketlenmelerin görece arttığı koşullarda ilk elden dayanışma, savunma, direniş vb. yapılar ilan edip belirleyiciliği bu yapılara atfetmek de yeni bir alışkanlık değildir. Mevcut yapıları geliştirmek ve güçlendirmek yerine her mücadeleye kitleyle ilişkisi zayıf yeni mekanizmalar ilan etmek bu yapıları ilan edenler dışında kime/neye yarar sağlayacaktır? Bir kez daha hatırlatalım, yerellere dayanmayan ve kitleler içerisinde kök salmayı başaramamış hiçbir yapı kitleler adına karar veremeyeceği gibi mücadelenin zayıflayarak sönümlenmesine, gelişkin araçlar edinerek ve başkaca taleplerle birleşerek gelecekte devam edememesine alan açmaktadır.
Bugün Üniversite Dayanışma ağları ya da kimi sol gençlik örgütlerine dayanan bir mücadele ve buradan merkezileşerek kitleselleşme anlayışı temelde bir kitleselliğe yani gerçek ilişkilere dayanmayı esas almadığı için yıkılmaya mahkumdur. Bu her topluluk, örgüt vb. için geçerlidir. Kitleyle ilişkisi olmayanın gerçek yaşamla da ilişkisi kopmuş demektir. Hareketin refleksif çıkışlar gösterdiği böylesi dönemlerde kurulan birliklerin, grupların ya da ağların ve hatta politik örgütlerin kitleyle ilişkilenmediği ölçüde yitip gittiği sayısız mücadele deneyiyle kanıtlanmıştır. Bakıp ders çıkarmak gerekir. Esas olan üniversiteli gençlik yığınları adına karar vermek değil, yığınların kendi kararlarını alabilmesidir.
KARAR MEKANİZMALARINI KURMA DENEYİMLERİ
Topluluklar, kulüpler ve ÖTK’ler ise uzun yıllardır üniversite gençliğinin birlikte üretme, kendi istek ve özlemleri doğrultusunda mücadele etme ihtiyacına cevap veriyor. İktidarın üniversiteye dönük saldırıları ile birlikte bu alanlar darlaşmış durumda. Topluluk ve kulüplerin de geçmiş kitleselliğine sahip olmadığı görülüyor. Her üniversite öğrencisinin doğal bir üyesi olduğu; kendi sınıf, bölüm, fakülte temsilcisini seçerek ve denetleyerek ihtiyaçları ve talepleri için harekete geçebildiği alanlar olan Öğrenci Temsilcilikleri Konseyleri yönetmelik değişikliğiyle işlevsizleştirilmiş durumda. Ancak bu yapıların işlevsel bir nitelikte olması yönetmeliklerden ziyade ne kadar kitlesel olduklarıyla ve üniversitelilerin istek ve ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmeleriyle alakalı. Elbette bu araçlar da biricik değil. 2019’da gerçekleşen ve ODTÜ öğrencilerinin ana gövdesinin katıldığı boykot örneği hiç de uzakta değil. Boykot sürecine dair önemli tartışmalar ve sonuçlar dergimizin sayfalarında detaylıca yer almıştı. Boykot süreci öğrencilerin ve akademisyenlerin yer aldığı çeşitli bileşenlerin yanı sıra bölümler temelinde kurulan ve neredeyse her bölümde yüzlerce öğrencinin içerisinde yer aldığı boykot komiteleriyle örgütlenmişti. Makine Mühendisliği’nden, Uluslararası İlişkiler bölümüne kadar yüzlerce öğrenci bölümlerinde toplantılar düzenleyerek kendi özgün talepleriyle bildirileri, afişleri ve buluşmalarıyla boykotu örgütledi. Yine ODTÜ’de Biyolojik Bilimler Fakültesi öğrencileri ve toplulukları ÖTK seçimleri süresiz bir tarihe kadar ertelenmişken neredeyse tüm öğrencilerin katılımıyla kendi sınıf temsilcilerini seçerek kurdukları fakülte temsilciliği ile istek ve ihtiyaçları için mücadelenin aracını yarattılar. Üniversitelerde hala kitlesel bileşimlere sahip olan topluluklar, kulüpler esas mücadele araçlarındandır. Ancak bu araçlar yerellerde kitleleri kapsayan komiteler, temsilcilikler vb. örgütlenmeler ile birleşmelidir. Gerçek, teori ve pratik, bütündür. Görüleceği üzere yukarıda yürüttüğümüz tartışmalar gerçek yaşamın sorunları için mücadelenin pratik sonuçlarıyla ilişkilidir.
Özetle, buradan çıkacak iki temel sonuç var. Birincisi, üniversitelilerin en acil istek ve ihtiyaçları doğrultusunda mücadeleyi sürdürebilmeleri ve kazanabilmeleri için kendi kararlarını alabildikleri, hangi yöntemlerle nasıl mücadele edeceklerini belirledikleri yerellere dayanan araçların genişlemesi, kararlı hale gelmesi; olmayan yerlerde ise inşa edilmesi belirleyici bir önemdedir. İkincisi, üniversite gençliğinin hareketinin tüm üniversitelilerin ortak talepleri etrafında bileşebilmesi ve merkezileşmesi için sınıf, bölüm ve fakülte temellerinde kitleselleşmenin bir zorunluluk olduğudur. Erdoğan-AKP iktidarı gerici-faşist bir politik rejim inşası yolunda üniversitelere dönük saldırılarını sürdürmeye devam edeceğini söyleyebiliriz. Bu baskı ve saldırı fırtınasının içerisinde ayakta kalmanın ve fırtınanın yönünü değiştirebilmenin yolu mücadelenin kökünün kitleler içerinde derinleşmesi, dallanıp budaklanmasından geçmektedir. Son olarak pratikte kararlılık ve çalışkanlık hareketin ne ölçüde yol alacağını belirleyecektir. Kökü kitlede olmayanlar ise ne yazık ki fırtınanın içerisinde oradan oraya savrulmaya devam edecektir.