22 Ocak 2021 14:02

Gezi suç değil haktır

"Gezi kararının İstinaf’ta bozulması, AİHM kararını baypas etmeyi mümkün kılan bir koz olarak 'örgütlenmiş' durumda…"

Taraftar grupları, Gezi Parkı'ndaki eyleme destek amacıyla Taksim Meydanı'na yürüdü - 8 Haziran 2013 | Fotoğraf: Onur Çoban/AA

Paylaş

Nuray SANCAR

Gezi Direnişinin sekizinci yıl dönümü yaklaşırken İstinaf’ın yerel mahkemenin verdiği beraat kararını bozması, bu kapsamlı toplumsal olayla ilgili hesaplaşmanın kapatılmak istenmediğinin de göstergesi. Mahkeme süreci, vaktiyle bir biber gazı akımından kaçarken diğerine yakalanan eylemcilerin görüntüsünü adliye koridorlarında, dava dosyalarında tekrar tekrar canlandırılmak suretiyle uzatıldıkça uzatılıyor. Gözaltından ya da cezaevinden salıverildikten sonra kapıdan hemen tutuklananlar, beraat ettikleri halde salıverilmeyenler, tutuklama gerekçesi kalmayınca hakkında yeni bir suç uydurulanlar son zamanlardaki hukuk işleyişinin nadir olmayan vakaları olduğundan bu son durum da şaşırtmıyor. Çünkü bu karar da aynı bezdirme oyununun bir parçası.

Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Yiğit Aksakoğlu, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Hakan Altınay ve Yiğit Ekmekçi; kendiliğinden başlayan, 130 örgütün yer aldığı Taksim Dayanışma’nın koordinasyonunda yürütülen eylemlerin düzenleyicisi muamelesi görüyor. Üç il dışında her yerde halkın kitlesel katıldığı bir eylemdi Gezi. Yargılananlar günlerce süren bu kapsamlı eylemin, hiç iddia etmedikleri, mahkeme dışında kimsenin de böyle bir kabul ve iddiada bulunmadığı bir biçimde lideri, sebebi ilan edildiler.

Dava hukuken mesnetsiz ve içeriksiz bir iddianameyle başlatılmıştı. Bu tür davalar siyasi iktidarın hamiyetinde sürdüğü için düzeyli bir iddianame hazırlamaya bile gerek görmeyen iddia makamı, başta Osman Kavala olmak üzere adı geçenlerin her birine bol keseden suç dağıtmıştı. İddiaların bir karşılığının, kanıtının olup olmaması hiç önemli değildi. Gezi dış mihrakların, lobilerin bir oyunu olarak yaftalandığından yargılananlar da bu mihrakların piyonu, ajanı, casusu vb. olmuştu doğal olarak.

Osman Kavala’ya atılı suçlar hem Gezi’nin itibarını karalamak hem de 1000 küsur gündür tutuklandığı cezaevinde kalış süresini uzatmak için bahane olarak kurgulanmış görünüyor. AİHM’nin haksız yere tutuklu olduğuna kanaat getirmesine rağmen iktidar vaktiyle altına imza koyduğu sözleşmelere fiilen uymamayı tercih ettiğinden Kavala salınmadı. Süreç AİHM tarafından gözlem altına alınmışken Gezi kararının İstinaf’ta bozulması, AİHM kararını baypas etmeyi mümkün kılan bir koz olarak "örgütlenmiş" durumda. Aynı durum Selahattin Demirtaş için de geçerli.

Bunlar gelişigüzel bir araya gelmiş, raslantısal olarak ortaya çıkan durumlar değil.

BU DAVALAR BİRER ÖRNEK

İç hukuk sisteminin işletilme biçimi, AİHM kararlarına karşı oynanan alicengiz oyunu, iktidarın hukukla ilişkisini yeniden yapılandırmasının hem sonuçları hem de araçları oldular. Kan davası haline gelen davalarda, kişiyi mümkün olduğu kadar içerde tutabilecek biçimde peyderpey suç yüklemesi yaparak tutukluluğu bir işkenceye dönüştürmek, kanıt gibi başlıca dayanağını çökerterek adalet kavramını gereksizleştirmek ve yerine siyasi hükmü geçirmek bakımından bu davalar birer örnek mahiyetinde.

Gezi Davasıyla ilgili İstinaf kararı çıkmadan önce iki önemli hukuki durum konuşulmaktaydı. Bunlardan biri yeğenine cinsel saldırıda bulunan kişinin, ailesinin davul zurnalı karşılaması eşliğinde serbest bırakılmasıydı. Diğeri ise annesine hakaret eden kişinin serbest bırakılmasından sonra Süleyman Soylu’nun tepkileriydi.

DUYARLILIĞIN YOĞUNLUĞUNA BAĞLANAN ADALET

Cinsel saldırı, tecavüz, taciz veya yurttaşlar arasındaki şiddet vakalarında adliyenin aradan çok çabuk çekilmesinin şiddetin daha da tırmanmasına yol açan özendirici rolü, bardağı taşma noktasına getirmiş bulunuyor. Sosyal medyada her gün Emniyeti ya da İçişleri Bakanlığını etiketleyerek şiddet zanlılarının ya da uygulayıcılarının tutuklanmasını talep eden kullanıcıların oluşturduğu "kamuoyu baskısı" sayesinde belirli bir düzeyde tutulan bir "yetkili merci" sorunu, iyice göze batar hale geldi. Ne var ki sosyal medyanın anonim topluluğunu egzersize dahil ederek işletilen yöntem, uygun seviyede, kontrol altında tutulan tepkiyi de araçsallaştırdı. Adaletin tepkinin mecaline, duyarlılığın yoğunluğuna bağlanması bir kurala bağlanmaması demektir. Bir paradoks olarak sosyal medya tepkisi kuralsızlaştırmanın kaldıracı haline getirildi.

Süleyman Soylu’nun başına gelen, kurucu parçası olduğu, adaletin kuralsız işleyişini dayatan sistemin cilvesi sayılabilir. Onun hukuku ihlal eden sayısız demeçleri olmuştur.

Adalet Bakanı da olmayan yargı bağımsızlığını hatırlatarak ona yanıt verdi ki siyaset ilminde bu tablonun gösterdiğine danışıklı dövüş de diyorlar ama Soylu’nun daha önce Berat Albayrak’la birbirlerine omuz atmasının benzeri olarak da yorumlayanlar var.

Daha birkaç gün önce yerli ve milli bir muhalefet yaratmaktan bahseden Cumhurbaşkanının sözleri hatırlanırsa, kendilerine şiddet uygulamış kişilerin salıverilmesiyle adalet duygusu yaralanmış insanlara "sahip çıkacak" bir yerli ve milli muhalefetin bu olaydaki gibi olabileceği anlaşılır. Vatandaşın ateşini düşüren bir polemiğin İçişleri Bakanıyla Adalet Bakanı arasındakine benzeyeceği umuluyordur belki de. Bakanların atışa atışa, omuzlaşa omuzlaşa, birbirlerine meydan okuya okuya oynayacağı muhalefet oyunu nasıl da acıklı bir çaba olur. Soylu ile Abdülhamit Gül arasındaki polemik bunları çağrıştırıyorsa sorumlusu kendileri, diyelim.  

İKTİDARIN GEZİ TRAVMASI

Her türlü muhalefetten korkan, korktuğu ölçüde de baskıyı artıran, muhalif sözün alanını daraltan bir iktidar var sonuçta. Halkın topluca yaptığı Gezi gibi bir muhalefet eylemi de çok korkutmuştu. İktidar bu travmayı, bütün bir halkı (en azından yüzde ellisini) yargılayamayacağı için eylemin sorumluluğunu birkaç kişiye yükleyerek aşmaya çalışıyor. Aşamıyor. Uzayan dava süreci Kabataş yalanıyla, "camiye ayakkabılarla girdiler" iftirasıyla karalanamayan, itibarsızlaştırılamayan Gezi’yi bu topraklardan süpürmenin vesilesi olsun isteniyor ama olmuyor. Gezi’den bir ajan provakötör veya casus çıkarılamıyor.

Gezi bir suç değil haktır.

ÖNCEKİ HABER

TEB: Vatandaş her beş kalemden birini cebinden ödüyor

SONRAKİ HABER

Kovid-19, mevsimsel gribi bitirdi mi?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa