Petkim işçisi: Önlem dedikleri hep yalandan ibaret
“Taşeron işçilerin sırtına örgütsüzlük ve sendikasızlık eklenince yaşam koşulları çekilecek gibi değil. Kârını artırmak adına işçilerin sağlıklı yaşama ve çalışma koşullarından kıstılar...”
Fotoğraf: Evrensel
PETKİM’de çalışan taşeron işçi
İzmir
İşçilerin içinde bulunduğu durum, görünmeyen gerçekleri gösteriyor. Bu gerçek; pandemi sürecinin hız kesmeden sürmesi, getirdiği onca tahribatın ve yıkımın büyüyerek yoksul, çaresiz bırakılmış işçi ve emekçileri önüne koyup uçuruma doğru sürüklemeye devam etmesidir.
Görünüşte, her ne kadar, “yetkililer” biz gerekli tüm önlemleri alıyoruz deseler de bunun bir yalandan ibaret olduğunu kesinlikle bilmenizi isterim. Daha önceleri de böyle haberler geliyordu, çalışma şartlarının ne kadar kötü, ne kadar sağlıksız ve hijyenden uzak olduğuna dair ama PETKİM’de bunların olması, hem de bu türden bir ortam olması inanılmaz!Zira PETKİM'de taşeron işçisi olarak çalıştığım iş yerinde bunu en yalın haliyle görüyorum.
Günün kısa bir özetini anlatayım isterseniz: Sabah evden çıkınca, ince ince bir yağmur yağıyor, hava karanlık. Servis durağı yine düğün yeri gibi. Yirmi dakikalık bekleme süresinde yağmur yağınca herkes iç içe. Bir taraçadan kaçıp saçağa sığınan kuşlar gibi.
Servis geldiğinde doluşuyoruz içine. Servis balık istifi gibi. Yarım saat, havaya bile yer kalmamış servisle gidiyoruz. İşbaşı yapınca belki temiz hava alabileceğim.
İş yerine vardık. Soyunma odası sıkış tıkış, dip dibeyiz. Sabah, öğlen, akşam vakitleri başlangıç ve bitişlerinde, yağış olduğunda da 200 metrekarelik kapalı bir alan var, korunmak için. Tam 500 kişi buraya doluşmak zorunda kaldığımızda da önlem adına hiçbir şeyin olmadığını kesinlikle bilmenizi isterim.
Öğlen olduğunda 400 işçi 30 kişilik bir yemekhaneye bir anda getiriliyor. El yüz yıkama, üst baş temizleme demeden, sadece üstümüzü başımızı silkeleyerek. Herkes üst üste, birbirinin tepesinde oturarak, ayakta durarak, elinde, ağzında yemek dolaşıyor ortalıkta. Soyunma odalarında, oturma alanında, dışarıda, arabanın içinde nereyi uygun görürse yemeği kaptığı gibi gidiyor bulduğu yerde yemeğini yiyor.
Akşam oldu, yine olanca anti hijyen halimizle evlerimize dönüyoruz. Hava yine karanlık.
400 işçinin bir kısmı akşam ailesinin yanına dönüyor. Hijyeni evde anca sağlayabiliyor. Ailesinin yanına gidenler için aileler endişeli ama işçiler şanslı. Bir de lojman adıyla bir apartman dairesinde bir odada 6 kişi kalanlar var. Ortak banyo, tuvalet, mutfak. Kendine bakma imkanı olabildiğince kısıtlı. Apartman dairesi ama ev gibi değil, koğuş gibi.
İşsizlikten kaynaklı her birimiz ülkenin değişik yerlerinde mecburi koşullardan kaynaklı geldik buraya çalışmaya. Her şey insan onuruna yakışır olmalı. Siz düşünün pandemiye rağmen kamp diye tuttukları evde bir dairede, bir banyo, bir tuvalette yirmi işçinin kalması insan onuruna yakışır mı? Sağlıklı ve hijyenik mi? Pandemi şartlarına uygun mu? Temizlik, hijyenin adı bile okunmaz. Dedikleri önlem hep yalandan ibaret.
Başa dönüp, gerçek durum ne dersek; TV kanallarında maske, mesafe, hijyen diye reklamlar yapılıyor, hükümet yetkilileri çağrılar yapıyor, önem veriliyormuş gibi. Gerçek bu değil. İçinde bulunduğumuz durumu düşününce olanlar trajikomik geliyor.
SENDİKALILAR VE TAŞERONLAR
Bu bir yana, diğer yandan bizler büyük bir şirket olan Socar’a taşeron firmaya bağlı olarak çalışıyoruz, onun işini yapıyoruz. Socar çalışma düzeninde kast oluşturmuş adeta. Star’da uzmanlardan oluşan ayrıcalıklı ekip, PETKİM işçileri yani sendikalılar ve en son da biz, yani taşeronlar var.
Taşeron işçilerin sırtına örgütsüzlük ve sendikasızlık eklenince yaşam koşulları çekilecek gibi değil. Önce Socar, sonra taşeron şirket kârını artırmak adına işçilerin sağlıklı yaşama ve çalışma koşullarından o kadar kıstılar ki, durum o kadar vahim hale geldi ki, aç gözlüklerini anlatacak tarif yok. İnsan onuruna yakışır gibi değil davranışları.
Halen sigorta priminden çalmak için elden para ödeniyor. Yani herkesin gözünün içine baka baka hırsızlık yapılıyor. Socar yeri geliyor işçisine sunduğu olanaklardan dem vuruyor peki biz Socar’a çalışmıyor muyuz? Bize geçici gözüyle bakanlar, biz işçi değil miyiz? Biz de PETKİM’deyiz yani SOCAR’da. Taşeron işçisi de ben zaten bu iş yerinde geçiciyim gözüyle bakıyor.
Kimse böyle bakmamalı. Şantiye işçisinin zehir gibi acı iki önemli şartlanmışlığı var, bir ben burada geçiciyim, iki her yer böyle. Şimdi madem böyle kimse bu duruma ses çıkarmıyor mu? Orada bir sendika yok mu, o ne yapıyor? Aslında biz sendikasız işçileriz ama işyeri normalde sendikalı. PETKİM’in içinde, aynı koşullarda, hatta daha ağır koşullarda çalışmamıza rağmen bize verdikleri yemek midir gerçekten? Acaba örgütlü olan sendika sınıf kardeşlerini oradan takip edebiliyor mu? Onların içinde bulundukları durumdan çıkmaları için deneyim ve tecrübelerini paylaşmak için bir çabaları var mı acaba? Bunları bilmiyoruz.
Herkes ayakta kalma mücadelesi veriyor aynı zamanda da çalışıyor. Sesini yükseltenler hemen odaya çekiliyor, yalnız başına bırakılıyor ve orada tehdit ediyor. Her şeye rağmen sesini çıkaran, insanca davranış görmek isteyen işçiler açlıkla ve çocuklarının rızkıyla tehdit ediliyor. Kimse bu koşullara razı olduğundan değil, dışarıdaki işsizlik, belirsizlik, çocukların ihtiyacı derken boyun büküyor. Sendikasız olmak da eklenince herkes kendini güçsüz hissediyor.
Buna itiraz edelim tartışması olduğunda bir kısım arkadaş tarafından her yer aynı deniyor.
Ama bu kader değildir, olmamalı da… Aslında kaderimiz aynıdır bizim. Yani bizi ortak bir zihniyet sömürüyor. Hükümet, patron... O zaman bizim birlik olmaktan, ortak hareket etmekten başka çaremiz yok.
Bu şartları kader olarak görmemeli özlük hakları başta olmak üzere mücadele etmeli, demokratik taleplerine sahip çıkmalıyız.